Romanda, şiirde, türküde trenler

Demiryollarına zarar verenler için idam bile vardı yasalarımızda, hem de 2004 yılına kadar...

Yayınlanma: 15.12.2018 - 21:51
Abone Ol google-news

Dünyada demiryolu ulaşımı ilk kez 1825 yılında İngiltere’de başladı biliyorsunuz. Osmanlı İmparatorluğu’na girişi, 1850’li yıllarda olduğuna göre bir çok ülkeden daha erken tanışmışız biz trenle.

Daha sonra yaygınlaştığı ülkelerde neydi durum bilemem ama biz trene, tren yoluna zamanında çok önem vermişiz. Öyle ki tren yolunu tahribin cezaları arasına idamı bile koymuşuz. Bu cezalar yakın zamanda kaldırıldı ceza yasalarımızdan. Demiryoluna zarar verenlere idam cezası öngören yasanın kaldırılışı 14 Temmuz 2004 tarihli Resmi  Gazete’de  şu  şekilde  yer  almış:  “30.5.1283  tarihli  Demiryollarının  Usulü Zabıtasına  Dair  Nizamnamenin  1 ve  2’nci  maddeleri  yürürlükten kaldırılmıştır.”

“Demiryoluna kasden  verdiği  zarardan,  bir  hadise  meydana  gelmezse,  bir  seneden  üç  seneye  kadar  hapis, yaralanma olursa geçici kürek cezası, ölüm olursa idam cezası”ndan söz edilen birinci maddenin aslı şöyledir: ‘Her kim ki kasten demiryolunu tahrip etmek ve bozmak veya arabaların yürümesine mani olacak surette  yola bir şey koymak ve  atmak  veyahut ne surette olursa olsun arabaların seyrühareketine mani olmak veya yolundan çıkarmak veyahut demiryolu mevkıfları meyanesinde cari olan muhaberat-ı telgrafiyenin inkıtaına sebebiyet vermek gibi bir harekete içtisar edip de iş bu hareketinden dolayı bir gûna sakatlık zuhur etmez ise bir seneden üç seneye kadar hapsedilir ve hareket-i mezburesinden naşi telef-i nefis vuku bulur ise idam edilir ve eğer ceriha  zuhur eder ise muvakkat kürek cezası ile mücazat kılınır.’ (Dileyen ayrıntısını şu linkten okuyabilir; https://mmo.tc/LrLf)

Yasa değişmeseydi eğer

Bir kaza daha canımızı yaktı. İhmal, sorumsuzluk, insana düşmanlık, hepsi bir araya geldi, dokuz yurttaşımız bir tren “kazası”nda yaşamını yitirdi. Ulaştırma Bakanlığı kazayı değerlendirirken “o lokomotif orada olmamalıydı” dedi ya, yukarıda yürürlükten kaldırılan maddeye göre o lokomotifi oraya koyan “Ne surette olursa olsun arabaların (vagoların) seyrühareketine mani olmak” suçundan idamla bile yargılanabilirdi.

Yani o kadar önem vermişiz varlığına trenin de yolunun da. Basiretsiz, oy avcısı politikacılar yüzünden ülkemizde facia haberlerine konu olan trenler insanoğlu/kızının yaşamını kolaylaştıran harika araçlardır aslında. İcadıyla mesafe sorununu ortadan kaldıran, kültürleri birbirine yaklaştıran tren ülkemizde yoksulluğun da simgelerinden oldu uzun süre. Ülkemiz yoksulu beklediği her neyse Kara Tren’le gelmesini beklemiştir onun.

Yaşamı bu kadar değiştirecek de edebiyatın konusu olmayacak, olur mu hiç? Kimi romanında, kimi şiirinde söz etmiştir, kimileri de bu muhteşem araçla ilişkisini kaleme almıştır. Yani kendisinden hem edebi hem de sosyal açıdan bir hayli söz ettirmiştir trenler.

Dickens, 1865’teki Staplehurst demiryolu kazasında yaralılara yardım ediyor.

 

Çok örnek var

Edith Nesbit’in Demiryolu Çocukları tren konulu eserlerin en güzellerindendir. Babaları beklenmedik biçimde ortadan kaybolan üç kardeşin taşındıkları bir köyde tüm yaşamları bir tren istasyonunda geçer. Tüm dostlukları orada tadarlar. Hatta orada tanıştıkları biri sayesinde kayıp babalarının izini de bulurlar. Çok keyiflidir.

Son yıllarda okuduğum en güzel kitaplardan biri olan Natasha’s Dance’da Orlando Figes’in dikkatini Rus romanındaki tren olgusu çeker. Sözünü ettiği treni konu edinen kitaplardan haberdarım ama bunun çok da önemli olduğunu fark ettiğimi söyleyemem. Çehov da, Tolstoy da –Figes’in vurguladığı gibi– trene, demiryoluna bir hayli yer verir eserlerinde.  Tren yolunun Moskova’yı geliştirnesi, Moskova’nın çehresini değiştirmesiyle ilgisi vardır bunun. Çehov’un “Kiraz Ağacı” öyküsü bir tren yolculuğuyla başlar, bir tren yolculuğuyla biter örneğin.

Çehov, doktordu malum, trenlere hem iyi hem de kötü bir araç olarak bakardı. “Light” adlı öyküsünde trenler için “iyiliğin gücü” derken, My Life adlı eserinde “kötü” der. Çehov’un, o olağanüstü güzellikteki kısa öykülerini tren yolcuları için kaleme aldığı da bilinmiyor değildir.

Pek sevdiği iddia edilemese de Tolstoy da tabii, ilgilenmiştir trenlerle. Yaşamı boyunca soyluluğundan memnun olmayan Tolstoy’a göre de basit bir kır yaşamı isteyen bir soylu için tren yıkıcı bir güçtür.

Öyle düşünmüş demek ki.

Ama trenleri kullanmıştır romanlarında büyük Tolstoy. Anna Karenina’nın trajedisindeki en önemli anlar tren metaforuyla ilgilidir örneğin. Anna’nın Vronsky’le ilk buluşması Moskova tren istasyonunda gerçekleşir. Vronsky, Anna’ya aşkını St. Petersburg tren istasyonunda ilan eder. Anna yaşamına bir trenin önüne atlayarak son verir. Figes’e göre tren burada modernliğin de sembolüdür, cinsel kurtuluşun da, zinanın da. Nihayet kaçınılmaz olarak ölümün de.
Tolstoy’un son nefesini verdiği yerin bir tren istasyonu olması da ne ilginçtir? Evini, karısını, çiftliğini bırakarak sığındığı bir tren istasyonunda öldü Tolstoy.

Peter Pan’ın Peter’i nasıl öldü?

Son yıllarda ne zaman Peter Pan’ı okusam Lewelyn-Davies kardeşler gelir aklıma. Yazarı James Matthew Barrie Londra’nın ünlü bahçesi Kensington Garden’da dolaşırken Lewelyn-Davies adlı kardeşlerle karşılaşmasaydı, bu kitabı yazmayı yine düşünür müydü acaba? Barrie, kardeşlerin anneleri Slyvia ile de dost olmuştur. Cinsellikten uzak, hayli yakın bir dostluktu bu. Barre’nin kadınlarla cinselliği pek yaşayamadığı söylenir. Kaldı ki Slyvia’nın mutlu da bir evliliği vardır. Barrie bu küçük çocuklara öyküler anlatırken yarattı Peter Pan’ı.
 İşte  çocuklardan üçü çok talihsiz biçimde hayata veda ettiler. Michael henüz 20 yaşındayken Thames nehrinde boğuldu, George, Birinci Dünya Savaşı sırasında öldüğünde 21 yaşındaydı. Peter Pan’a adını veren Peter da 1960 yılında kendisini bir trenin önüne atarak yaşamına son verdi. Ne trajedi.

Dickens trenleri hiç sevmedi

Atlı arabaları tercih ederdi yolculuklarında. Treni sevmeyişinin nedeni korkuyor olmasıdır. İngiltere’nin Kent bölgesinde 9 Haziran 1865’te 10 kişinin öldüğü bir tren kazasında o da kazazedeler arasındadır. Dickens daha sonra zaman zaman trene bindi ama her zaman koltuğa sıkı sıkı tutunarak yaptı yolculuklarını. Treni konu alan ya da trende geçen birkaç öyküsünü bilirim.
İçimizdeki Hayvan (La Bête Humaine), Émile Zola’nın eserlerinden biridir. Bu kitapta bir cinsel kıskançlık hikâyesi ele alınır. Öyküdeki olaylar Paris ile le Havre hattı arasındaki tren yolculuğunda geçer. VL Whitechurch da trenleri değil ama demiryolu polislerini konu alan hikâyelerini 1912’de Demiryolu Hikâyeleri  adlı kitabında toplamıştır. Öykülerdeki bağlantıları kurabilmek için demiryolucuların literatüründen haberdar olmak gerekir derler.

Orhan Veli’yi ağlatan trenler


Bizim edebiyatımızda da elbette çokça yer tutar trenler. Büyük Orhan Veli sıkıntılı bir anını bakın nasıl anlatır bir şiirinde:

“Garibim/Ne bir güzel var avutacak gönlümü/ Bu şehirde/ Ne de bir tanıdık çehre/Bir tren sesi duymaya göreyim/ İki gözüm İki çeşme”.

Ne yapar tren kazasında yakınını yitiren? Ne yapacak, türkü yakar acısına. Divriği yöresinden derlenen şu türkü gibi:

Tren geldi Mormana’ya dayandı/Celeplerim al kanlara boyandı/Tren beni kesti bekçi uyandı/Bir felek vurdu da bir de sen vurdun // Hemi malım gitti hemi de canım/Bekçi yok mu senin dinin imanın/Çeksen gırmızıyı göstersen ganım/Bir felek vurdu da bir de sen vurdun // Tamey gümenlidir (goyunludur) oğlan olacak
/Oğlan olup da ne hayrını görecek/Bir dul garı ne dayayı görecek/Bir felek vurdu da bir de sen vurdun”


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler