Adnan Binyazar

Klasikler

15 Şubat 2019 Cuma

Dünyada “çok satanlar” adı altında; şiddete, kan dökmeye, yönelik, içi boş sözlerle dolu kitap dönemi kapanmaya yüz tutmuş olmalı ki, yayınevleri son aylarda klasikleri yayımlamaya başladı.
Yalnızca yetişkinler için değil, gençlerin yaratıcı dünyasını aydınlatmak için de önemlidir klasikler. Raflarsa, olayların öne çıkarıldığı yazınsal değeri olmayan, dil düzeyi düşük kitaplarla dolduruluyor. Oysa neredeyse her saat başı cana kıymaların, kadına tecavüzlerin, soygunculuk haberlerinin insanı umutsuzluğa sürüklediği bir ortamda, gençlere, çocuklara yönelik kitapların düşünsel içerikli olması gerekir. Her çağın duygu-düşünce kaynağı olan klasikler, okumanın yerini gittikçe dijitalleşmenin aldığı yetişkinler kadar, gençler için de önemlidir.

Notos
Notos dergisinin her yıl düzenlediği soruşturma sonucunda; yüzlerce örneği olan o tür kitaplardan hiç söz edilmezken, dünya yazınında Küçük Prens, Küçük Kara Balık, Alice Harikalar Diyarında, Don Qiojote, Robinson Crusoe, Güliver’in Gezileri gibi kitapların; Türk yazınında Aziz Nesin, Nâzım Hikmet, Yaşar Kemal, Rıfat Ilgaz, Gülten Dayıoğlu, Dede Korkut, Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi yazdıkları klasikleşmiş yazarların öne çıkarılması toplumsal bir uyarıdır.
O kitapların içeriği, dil düzeyi, insancı bakış açısı göz önünde bulundurulursa, düzeysiz kitapların eğitim dünyamızda koca bir boşluk yaratacağı açıktır.

Çocuk algısı
İnsanın kültürel varlığında eğitimin büyük önem taşıdığı çağımızda, çocuk, ananın babanın biçim verdiği bir nesne gibi algılanmamalıdır. Eğitim tarihi, her kuşağın, ondan önceki kuşakların vardığı değerlerden de beslenerek kendi düşünce- duygu dünyasını kurduğunu kanıtlayan örneklerle doludur. Kitaplarımın ödev konusu olduğu okulda bir öğrencinin o bilinçli yanıtı yaratmıştı bende bu kanıyı.
Daha on altısındaydı. Güvenli duruşunun, konuşurken sözcük seçimine özen gösterişinin, sesinin tınısının etkisinde kalarak, “Siz ileride, günümüzün iyi ekran yüzlerini aratmayacak bir sunucu olabilirsiniz” demiştim. Önceden böyle bir yargıyla karşılaşacağını sezmişçesine, kesin bir dille, “Hayır, ben sunucu olmayacağım, beyin doktoru olacağım!” demişti.

Önyargı saçmalığı
O günden beri bir kişiyi, bizde uyandırdığı etkiyle değerlendirmenin bilgiçlik taslamak olacağını düşünerek önyargılı olmaktan kaçınıyorum. Bu inançla, çocuğa yönelik işlere girişenlerin, onların algı derinliğini görmezden gelerek yapay bir üslupla yazdığı kitapların, genç beyinlerin yeteneğini kurutmaktan başka işe yaramayacağını savunuyorum. Örneği çocukluk yıllarımdan vereyim...
On altı yaşında Köy Enstitüsüne girdiğimde bir halk öyküsü olan Elif ile Yaralı Mahmut’un dışında kitap okumamıştım. O sırada adını ilk kez duyduğum “Romeo ve Juliet” filmini görmüştüm. Öylesine büyülenmiştim ki, on yedi gece oynatılan filmi, ben de bir inşaat aralığından on yedi kez izlemiştim. Her izleyişte filmde geçen sevda sözleri içime işliyordu.
Enstitüde öğrenime başladığım günün sabahı okul kitaplığına koşmuş, orada Romeo ve Juliet’i aramıştım. Onu bulamayınca Shakespeare’in Othello adlı oyununu almıştım.
Romeo ve Juliet filmini izlerken içime işleyen sözler Othello’da beynime çakılmıştı. Yaşam boyu unutulmaması gereken şu söz o yaşlarda yerleşmişti belleğime:
Yaşayıp durduğun şu ortamda öyle şatafatlı elbise giyinip böbürlenme; kibir ve gurur bütün saltanatları devirir, alçakgönüllü ol köhne cüppeni üstüne çek!
Böylece atılmıştır yaşam tarihimin temeli.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Benlik arayışları 19 Nisan 2024
Romeo ve Juliet 12 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları