Olaylar Ve Görüşler

31 Mart’ta kazanmanın ve kaybetmenin nedenleri

22 Nisan 2019 Pazartesi

Seçmen, sert ve azarlayıcı siyasal dilde, her akşam evinde ekranlardan adeta azarlanmaktan bıkmıştı. Tenceresini, çocuklarını ve onların geleceğini düşündü.


Nihayet Ekrem İmamoğlu mazbatasını aldı ve göreve başladı. 31 Mart tarihinde yapılan seçimlerin kazananı idi. YSK, 1 Nisan günü böyle açıklama yaptı. Cumhur İttifakı adayı Binali Yıldırım ise kaybedeni oldu. İmamoğlu, itirazlar nedeniyle mazbatasını 16 gün sonra aldı. 16 gün büyük bir demokrasi mücadelesi verildi. Oy torbaları gece gündüz beklendi. Hem de her ilçede... Nihayet Maltepe’de sayım çeşitli engellemelere rağmen tamamlandı ve demokrasi kazandı. Milli irade kazandı. Hukuk kazandı. 16 gün süren kararlı mücadele sonunda 16 milyon İstanbullu kazandı. Türkiye kazandı. Yüzler güldü.
Ekrem İmamoğlu neden kazandı, Binali Yıldırım neden kaybetti? Bu soruya yanıt arayalım. Önce bir tespit yapalım. Binali Yıldırım, Cumhur İttifakı’nın İBB adayı idi. Fakat gölgede kaldı. Asıl aday adeta AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’dı. Sadece İstanbul’da değil, her yerde Millet ittifakı adaylarının rakibi Erdoğan kendisi imiş gibi çaba harcadı. Çok çalıştı. Yerel seçimlerin en çok çaba harcayan ismi oldu. Ülkeyi adeta il il, ilçe ilçe dolaştı. Bir günde çok sayıda miting yaptı. Neredeyse her akşam TV programlarına katıldı. Buna rağmen İstanbul, Ankara, Antalya, Adana, Mersin, Bolu ve Kırşehir kaybedildi. Sadece Binali Yıldırım, Mehmet Özhaseki, Nihat Zeybekçi, Menderes Türel kaybetmedi, Erdoğan da kaybetti. Mersin’de Hamit Tuna, Adana’da Hüseyin Sözlü kaybetmedi, Bahçeli de kaybetti.

Peki neden?
Seçmen, sert ve azarlayıcı siyasal dilden bıkmıştı. Her akşam evinde ekranlardan adeta azarlanmaktan bıkmıştı. “İllet”, “zillet” sözlerini doğru bulmadı. Ötekileştirici, ayrıştırıcı dili benimsemedi. Meral Akşener’i hapisle tehdit etmeyi yanlış buldu. Kılıçdaroğlu için idam sehpası gösterilmesine tepki gösterdi. Hüsamettin Cindoruk’a söylenen sözleri kabullenmedi. Ve tanzim satış kuyrukları için söylenen “varlık kuyruğu” sözünü de kendisi ile dalga geçiliyor, alay ediliyor diye algıladı. Seçmen, yandaş kanallardaki tartışmalardan bıktı. Taraflı yayın anlayışını doğru bulmadı. Çok kanallı tek sesliliğe onay vermedi. Her gün benzer manşetlerle çıkan yandaş gazeteler ile yapılmaya çalışılan toplum mühendisliğine ve algı yönetimine tepki gösterdi. Tarım Bakanı’nın “paramız var da ithalat yapıyoruz” sözüne anlam veremedi. “Yoksulluğumuz ile dalga geçiliyor” diye düşündü. “Neden biz üretmiyoruz” diye düşündü... Aynı Bakanın Taşova’da muhalefete “...bu adiler..” demesine, İsmet Yılmaz’ın AKP adayına oy verenlerin “Ruz-i mahşerde berat belgesi” almış gibi olacağı sözlerine anlam veremedi! İçişleri Bakanı Soylu’nun sert sözlerini kabul etmedi. Ve her gün ekmeğinin küçüldüğünü yaşayarak gördü. Tenceresini, çocuklarını ve onların geleceğini düşündü. Cüzdanını düşündü. Kendi yoksulluğuna rağmen, asıl “kaymak tabakanın” lüks ve şatafat içinde yaşamını gördü.
Artan enflasyonu, işsizliği, yoksulluğu ve yolsuzlukları düşündü. Satılan, peşkeş çekilen fabrikaları düşündü. Kentlerin beton yığınlarına dönüştürüldüğünü yaşayarak gördü. “İstanbul’a ihanet ettik” sözünü kulakları ile duydu! Kent rantının yağmalanmasına tepki gösterdi. Ve “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin” yanlışlığını kısa süreli uygulamasından anladı. Cumhurbaşkanı’nın aynı zamanda bir partinin genel başkanı olmasının hangi sıkıntılara yol açabileceğini anladı. Toplumun ayrıştırılmasına tepki gösterdi.

İmamoğlu etkisi...
Bu aşamada karşısında Ekrem İmamoğlu gibi bir siyasetçi gördü. Yüzü gülen, kucaklayıcı, samimi ve siyaset dili ile kamuoyunun ilgisini topladı. Kimseyi ötekileştirmedi. Kimsenin kalbini kırmadı. Toplumsal barışa vurgu yaptı. “İstanbul İttifakı” dedi ve kendisinin bu ittifakın adayı olacağını söyledi. Tanıdıkça İstanbul halkı sevdi. Ülke halkı sevdi. Hak ettiğini de aldı... Ekrem İmamoğlu hem seçim sürecini hem de seçim sonrasında 16 gün süren “demokrasi mücadelesi” sürecini de çok iyi yönetti. İstanbul’a başkan, ülkeye umut oldu.
Ekrem İmamoğlu’nun, devir teslim töreni sonrasında Saraçhane’de toplanan halka yaptığı konuşmada söylediği iki cümleyi önemsedim. Teki, “Allahım beni aileme, doğduğum, büyüdüğüm bu topraklara, milletime ve büyük Atatürk’e mahcup etme” sözüdür. Diğeri ise, “Bu şehrin nimetlerini ganimet yapmak artık yok” sözüdür. Yıllardır kentlerin rantı “ganimet” yapıldı, yağmalandı. Şimdi ona “dur” denilecek. Ve o “ganimet” anlayışı ile yağmalama yerine ne yapılacağını da Saraçhane’de şu sözleri ile ifade etti:
“Kimsenin üşümesine, aç kalmasına, bu şehirde fırsat tanımayalım. Bu şehrin ezileni olmayacak.”
Sanırım neden kazanıldı, neden kaybedildi çok net anlaşılıyor. Umarım kaybedenler bir muhasebe yaparlar.  

HİLMİ TAŞKIN / Eğitimci/Yazar



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları