Özgürlük mü? Ekmek mi?

22 Mayıs 2018 Salı

Sandığa gitme günü yaklaştıkça, adayların vaatleri de artıyor, zaman zaman komik, traji-komik görüntülere neden oluyor.
Durum yeni değil ve doruğuna, vaat yarışında hızını alamayan Süleyman Demirel’in “Ne veriyorlarsa beş fazlasını vereceğim” demesiyle erişmişti.
Siyasetin bir anlamda paylaşım kavgası arenası olduğunu düşünecek olursak, bunda fazla yadırganacak bir yön olmadığını söylemek gerek.
Siyasetin örgütlenmiş bir paylaşım kavgası olma niteliğini bizde sol anlatır da anlatmasına, bunu en iyi özümseyip seçim yarışında kullanan genellikle sağın tutucu partiler olmuştur hep. Onlar, solu soyut özgürlük hayalleriyle uğraştığı, aslında halkın kavgasının ise gerçekçi ekmek davası olduğunu ileri sürerek “Ekmek olmadan özgürlük neye yarar” diyerek hafife alır, hayalcilikle suçlarlar.

***

Totalitarizmin tarihteki doruğu olan Hitler’in Nazi rejimi, kışkırtıp başlattığı savaşın yol açtığı büyük yıkım da göz önüne alınınca bedelinin fevkalade yüksek olduğu görülen bir ekonomik düzen sağlamış, topluma boyun eğmesinin karşılığını, bir süre iş, aş, ekmek ve konfor olarak ödeyerek özgürlük özlemlerini bastırmıştı.
Artık çağımızda geçmişte başarılı olmuş olan böyle bir model yok.
Artık “Özgürlük mü, ekmek mi” sorusunun geçerli olmadığı, popülizmin eninde sonunda çıkmaza saplanacağı gerçeği kabul görmeye başlamıştır.
Çağımızda özgürlük kavgası ile ekmek kavgasının birbirinden ayrılamaz olduğu, yalnız ekonomik durumun iyiliğinin demokrasinin sağlığının önkoşulu olmayıp, demokrasinin doğru işlemesinin de sağlıklı bir ekonominin koşulu olduğu, tartışma götürmez biçimde anlaşılmıştır.
Artık “ekonomin sağlamsa, demokrasin sağlıklıdır” formülü yerini “demokrasin sağlıklıysa, ekonomin sağlamdır” kuralına bırakmıştır.

***

24 Haziran 2018 seçimleri eşiğindeki Türkiye bu olgunun canlı örneğidir.
AKP, 16 yıllık iktidarının bir bölümünde, inşaat sektörünü geliştirerek, elverişli uluslararası konjonktürün de etkisiyle bol bulunan sıcak para girişinin de yardımı ile, bir yandan da ülkenin tüm birikimlerini talan edip, tarımını çökertmek, kazanımlarını elden çıkarmak, zaten bozuk olan gelir dağıtımını daha da allak bullak etme pahasına da olsa, elverişli uluslararası konjonktürün de sağladığı bol sıcak para girişiyle ekonomiyi idare etmeyi ve kitleleri yönlendirmeyi başardı.
Bu başarıda, içerde ve dışarda pompalanan yapay iyimserlikle, AKP’nin özgürlük istemlerine yanıt getirebilecek demokratik yönelimler içinde olduğu yanılsaması da rol oynamış bulunuyordu.
Ama Fenerbahçe- Beşiktaş kupa yarıfinalinin ikinci ayağındaki maçta çıkan olaylar da dahil olmak üzere her konunun çözümünün tek adamın kararına bağlı olduğu, yargıya güvenin sıfırın altına indiği, baskıcı biat düzeninin gerçek yüzü ortaya çıkınca da, zaten kırılgan olan ülke ekonomisi, artan cari açıkla başa çıkamaz, ekonominin çarklarını döndüremez, parasının tepetaklak aşağı giderek düşüşünü engelleyemez, gereksinim duyduğu kaynağı sağlayamaz hale düşmektedir.
İçinde bulunduğumuz ekonomik durumun, nedenleri arasında baş sırada iktidarın siyasi tavrı, yargının durumu, yitirilen güven yer almamaktadır.
Durmadan yüksek faizden yakınan Tayyip Bey’in artık bizatihi kendi tutumu, faiz yükselişinin baş nedeni haline gelmiştir.
Başka bir deyişle ekonomik durum bozuk olduğu için siyaset bozulmakta değil, ama siyasal durum bozuk olduğundan ekonomi yürümemektedir.
AKP’nin atadığı ilk Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz son söyleşisinde bu gerçeği vurgulamıştır.
Artık baskıcı AKP iktidarı, bu niteliği dolayısıyla, ekonominin düzelmesinin önündeki en büyük engeldir.
Artık, demokrasi savaşı ile ekmek kavgası bir hale gelen Türk halkı için “Özgürlük mü ekmek mi” sorusunun anlamı kalmamıştır.
Muhalefet, seçimlerde bu gerçeği topluma anlatabildiği ölçüde başarılı olacaktır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları