Trump, Kudüs, bizimkiler ve Reşat Ekrem Koçu

22 Mayıs 2018 Salı

1980’lerin başından beri “sürdürülebilir üstünlükler kuramı” üzerinde çalışıyorum. Uluslararası yayınlarda hatta Türkiye’deki gazete makalelerimde de defalarca işledim.
ABD gibi “güçlü” devletler küresel boyutta bu konumlarını sürdürebilmek için, çıtayı “sürekli olarak yükseltmek” durumundadırlar. Aksi halde üstünlüklerini ve tekelci küresel konumlarını koruyamazlar.
Eski Mısır’dan Roma İmparatorluğu’na, Japonların Pearl Limanı baskınından ABD’nin Hiroşima’ya atom bombası atışına, İngiliz Demir Lady’sinin Arjantin savaşından Trump’ın bugünkü İran ve Kudüs saldırganlıklarına kadar “kurallar” hiç değişmedi.
Küresel güçlü devletler dışında, azgelişmiş ülkelerin postallı ya da dinci diktatörleri de “iktidardan gitmemek için” çıtayı sürekli yükseltip, içerde daha saldırgan olmak durumundadırlar. Polisi, askeri ya da dini kullanarak çıtayı sürekli yükseltip saldırganlıklarını artırırlar.
Vefa Lisesi’nde öğrenci iken ara sıra tarih hocam Reşat Ekrem Koçu ile Çarşıkapı’daki öğretmenler lokalinde sohbet ederken İstanbul’un “kabadayılarını” birçok kez duymuştum. Galiba “sürdürülebilir üstünlükler kuramı” merakım, biraz da bundan kaynaklandı.(*)
Aynen “evrim teorisi”nde olduğu gibi: yılan çevre koşulları ağırlaşınca, “daha öldürücü zehir üretmeye başlıyor”, hatta daha belirgin, parlak renkleri binlerce yıl boyunca oluşuyor: düşmanlarına zehrinin gücünü göstermek gibi, uzak durun diyor, ABD’nin Kudüs’te bayrak göstermesi misali.

Uygarlık ve ölüm birbirini besliyor
İnsanoğlunun en büyük “çelişkisi” uygarlık ve felaketin birbirini beslemesi: “Mısır uygarlığı”nın simgesi olarak algılanan dev piramitleri üretmek için kaç bin insanın öldüğü, sakat kaldığı, hatta öldürüldüğünü kimse ne anımsamak, ne de duymak ister. “Uygar insanı”! ilgilendiren, sadece piramitlerin mükemmelliğidir.
Aynı şekilde Fransız ya da İngiliz “uygarlığının” ortaya çıkabilmesi için Fransa ve İngiltere’de hem “içerde”, hem de küresel boyutta dışarıda, kaç milyon insanın öldürüldüğü ve büyük ıstıraplar içinde kıvrandırıldığı, bugün sadece küçük bir azınlığın dikkatini çeker.
Uygarlıkların ve felaketlerin “birbirini besleyerek” meydana gelmeleri insanoğlunun en büyük çelişkisidir. Aslanın karacayı yemesinin, “doğal ve olması gereken bir durum olarak kabullenilmesi gibi”.

Oysa ortak çıkarlarımız çok fazla
- Mahalleli aralarında iyi geçinirse, “mahallenin huzuru ve mutluluğu artar”.
- Trafikte herkes kurallara uyarsa, yaya da, sürücü de, yolcu da bundan “yararlanmış olur”, herkesin çıkarı büyür.
- Bireyin çıkarı ile kamunun çıkarı “karşılıklı olarak dengelendiğinde” bireysel ve kamusal yarar birlikte gelişirler.
- Piyasada “haksız rekabet olmaz ise” bundan bütün firmalar yarar sağlar.
- Ülkeler arasındaki dış ticarette, “karşılıklı çıkarları gözeten ve tek yanlı olmayan” ilişkiler kurulduğunda her iki ülkenin de yararı yükselir.
- Bir ülkede hukukun üstünlüğü ve demokrasi varsa bireyin, sosyal sınıfların ve kamunun yararları hem içerde, hem de dışarıda artmış ve dengeli hale gelmiş olur.
Bütün bunlar bilindiği halde hem ulusal düzeyde, hem de uluslararası ilişkilerde uygulanamadığı için bir tarafın yararı (ve çıkarı) diğerleri için zarar ve felaket haline dönüşebiliyor.
Gelişmiş demokratik ülkeler bu kuralları ancak, kendi aralarındaki ilişkilerde kullanabiliyorlar. Dolayısıyla çözüm, demokratik sistemden geçiyor. Şu veya bu biçimde “tek kişi ve otoriteye bağlanmış rejimler” topluma mutluluk ve refah getiremiyor.
24 Haziran seçimlerinde ülke, demokrasi mi yoksa her şeyin bir kişiye bağlandığı otoriter bir rejim mi, bunun kararını verecek.
(*) Doç. Dr. Arzu Azer, Anılarda Saklı Kalan Bir Aydının Portresi, Der Yay., 2017, syf 163.

***

Vefa Lisesi’nden vefalı bir dostu, Nejat Basmacı’yı da kaybettik.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları