1.5 derece tüm kararlarda belirleyici olmalı

Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi İklim Çalışmaları Koordinatörü Ümit Şahin: 1.5 derece tüm kararlarda belirleyici olmalı.

Yayınlanma: 09.11.2018 - 21:44
Abone Ol google-news

İklim mevsim normallerinin üzerinde seyrediyor, barajlarda su seviyesi alarm verici şekilde azalmış durumda. Türkiye, geçtiğimiz haftalarda açıklanan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) son raporunda da anılan 1.5 derece ile 2 derece arasındaki farktan hayli etkilenecek ülkeler arasında. Önlem alınmazsa nelerle karşılaşacağımızı Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi İklim Çalışmaları Koordinatörü Ümit Şahin’le konuştuk.

Aşırı sıcaklar, bu sıcaklıklara bağlı sağlık etkileri, orman yangınları, yine sıcak dalgalarına bağlı olarak tarımsal ürün kayıpları, tarım ve su kaynaklarının ciddi biçimde etkilenmesi, doğrudan etkiler olarak göze çarpıyor. Bir de doğrudan olmayan etkiler var. Mesela Türkiye’ye ilk kez bir kasırga geliyordu, son anda yönünü değiştirdi. Bu tür fırtına, sel ve dolu olaylarını da kapsayan aşırı iklim olaylarının artacağı bir döneme giriyor Türkiye. Şu an Türkiye 1.5 derece ısınmışken bu etkileri ciddi biçimde görmeye başladık. Bir yandan yağışlar azalırken bir yandan da bütün sene yağmayan yağışın 1-2 günde hızlı bir şekilde düştüğü bir dengesizlikle karşı karşıyayız.

Denizi doldururken dikkat

Küresel ısınmayla birlikte eriyen buzulların deniz seviyesinde yükselmeye neden olacağı biliniyor. Türkiye bu riskin neresinde?

IPCC’nin son raporunda; deniz seviyelerinin yükselmesi açısından 1.5 derece ile 2 derece arasında 10 cm’lik bir fark olduğundan bahsediliyor. Bu az bir fark değil. 10 cm’lik bir fark, belki 1 kilometreyi kapsayan kıyı alanlarının erozyona uğraması anlamına gelebilir. Dolayısıyla deniz doldurularak yapılan otoyollar, parklar vs iklim değişikliği dikkate alınmadan verilen kararlar. Bundan sonra “yanlış adaptasyon” adı verilen işler yapmak yerine, kararları 1.5 derecenin çok yakın olduğunu görerek vermek gerekiyor.

Yenilenebilir enerji

Türkiye yenilenebilir enerji konusunda potansiyelini neden kullanamıyor?

Türkiye, yenilenebilir enerji kaynakları açısından zengin bir ülke. Potansiyel sorunu yok. Maliyet sorunu da yok, çünkü güneş ve rüzgâr enerjisini kullanmak artık çok ucuzladı. Rüzgâr enerjisi (teknolojisi) kömürden ucuz, güneş enerjisi (teknolojisi) de ucuzluk açısından ona yaklaşıyor. Dolayısıyla ne maliyet ne de potansiyel açısından Türkiye’nin hiçbir sorunu yok. Ama iki noktada sorun var. Birincisi, siyasi irade eksikliği. Yenilenebilir enerji, fosil yakıtların yerini alacak değil, onun yanında yer alacak yakıtlar olarak görülüyor. Büyümenin bir parçası olarak görülüyor.

Türkiye’nin enerji dönüşümüne ihtiyacı var. Yani fosil yakıtların yerine yenilenebilir enerjiyi geçirecek, karbonsuzlaşmaya yönelik bir enerji dönüşümü ihtiyacı var. İkincisi, teknoloji sorunu; bu da Türkiye’nin yenilenebilir enerji teknolojilerini kendisinin üretmemesinden kaynaklanıyor. Mesela güneş paneli ve rüzgâr türbininin kanadı gibi unsurlar Türkiye’de üretilmiş olmadığı için teknolojiyi satın almanız, ithal etmeniz gerekiyor. Bu da tıpkı petrol ve doğalgaz alımı gibi cari açığı artıran bir durum. Bu sebeple hükümet, yenilenebilir enerjiye sınır getirmeye çalışıyor; Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanları (YEKA) yaratarak çok büyük alanları 1 gigawattlık dev güneş panelleri ve rüzgâr santralleri için şirketlere ihale edip oralarda üretim yapılmasını, böylece panel üretiminin Türkiye’ye taşınmasını sağlamaya çalışıyorlar.

Bilime teşvik

O halde ne yapmalı?
Yapılması gereken, üniversiteleri, bilimi ve teknoloji üretimini özgür kılarak ve bunu teşvik ederek bu teknolojilerin Türkiye’de üretilmesini sağlamak. Türkiye’nin bilim ve teknoloji üretmesini sağlarsanız işte o zaman her şeyiyle yerli bir yenilenebilir enerji teknolojisi kurarsınız. Bu sorunların hepsi, ancak ve ancak siyasi kararlarla çözülebilecek sorunlar.

Türkiye’nin iklim değişikliğini umursadığını söyleyebilir miyiz?
Türkiye emisyon azaltımı yapmayı hedeflemeyen bir ülke. Hiçbir zaman hedeflemedi. Şu anda da Paris Anlaşması’na taraf olmayarak yükümlülük almayı mümkün olduğu kadar ötelemeye çalışıyor. 
Hâlâ 1970’lerdeki “sorumlu olan ülke biz değiliz, gelişmiş ülkeler sorumlu, onlar yapsın, onlar çözsün” görüşünü devam ettiriyor. Bu da açık bir şekilde suça ortak olmaktır. 

Peki, kendini iklim değişikliğinden korumak için bir şey yapıyor mu?
Çok az yapıyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Tarım-Orman Bakanlığı, bu meseleyi en azından gündemlerine almış durumdalar. Yıllardır eylem planları hazırlanıyor. Çalışmalar yapılıyor. Raporlar yazılıyor vs. Fakat uygulamaya geldiğinde bütün büyük kararların iklim değişikliği yokmuş gibi alındığını görüyoruz. 
Kentleşme, ulaşım ve diğer büyük ekonomi politikası kararları, iklim değişikliği Türkiye’yi etkilemeyecekmiş gibi veriliyor. Mesela bütün kıyılar dolduruluyor. İstanbul’da doldurulmadık tek bir kıyı kalmadı. İklim değişikliğinin deniz seviyelerini birkaç metre yükselteceği bilinirken kıyı doldurarak yol, park, inşaat vs yapmak akıl alır bir durum değil. Bilakis, sizin kıyılardaki inşaatları engellemeniz, dolgu alanlarında hiçbir şey yapılmasına izin vermemeniz, bu alanları doğal haline döndürmeye çalışmanız gerekir.

 

 

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler