Adnan Binyazar'ın denemeleri

Adnan Binyazar’ın “Ozanlar, Yazarlar, Kitaplar” adlı kitabının yeni baskısı, “Aklın İç Kalesi”nin ise ilk baskısı okura ulaştı. Öykü ve romanlarıyla geniş kesimlere ulaşan Binyazar anlatım ve kurgudaki ustalığını denemelerinde de gösteriyor.

Yayınlanma: 20.10.2017 - 16:08
Abone Ol google-news

‘Montaigne denemenin şafak yıldızıdır'

- Öncelikle denemenin dünya edebiyatına girişiyle başlayalım. Nasıl bir süreç sonunda deneme edebiyatın önemli bir parçası oldu?

- İlkçağ felsefesinin öğretici kitapları, diyalogları, hatta tiyatro eserleri deneme kalıbı içinde sunulmuştur. Homeros’un Iliada, Odisseus destanlarının her satırı deneme yüklüdür. Sokrates, Plato, Epiktetos denemenin ilk usta yazarlarıdır. Diyaloglardan birinde geçen “Konuş, sözün mirasçısı!” sözü, “Düşün, ey insan!” söylemine çağrıdır.

Düşünsel yeniden doğuş olan Rönesans’ın temel taşını eski Yunan felsefesi koymuştur. Aydınlanma çağı, karanlık bir ortaçağ döneminden sonra başlamıştır. Destan, şiir, tiyatro, roman; türü ne olursa olsun, aydınlanma döneminin klasikleri, varlığını deneme anlatımına borçludur. Montaigne ise, deneme türünün şafak yıldızıdır.   

- Ülkemiz edebiyatında gelişimi nasıl oldu?

Bizim edebiyatımızda düşünsel gelişim deneme ile başlamıştır. Namık Kemal, Ziya Paşa gibi aydınlıkçılar deneme anlatımının geniş olanaklarından yararlanarak yaydılar düşüncelerini. O nedenle başlarına ne geldiyse düşüncelerinden dolayı gelmiştir. Damarda aydınlanmanın kanı dolaşmaya görsün, gelişimin önü alınamaz. Ahmet Haşim, Falih Rıfkı Atay, Nurullah Ataç, Orhan Burian, Melih Cevdet Anday, Sabahattin Eyuboğlu, Nermi Uygur, Vedat Günyol, İlhan Selçuk deneme türünün saygın adıdır.   

“HERKESİN BİR DÜŞÜNSEL EVRENİ VAR”

- Her ne kadar son yıllarda öykü ve romanlarınızla öne çıkmış olsanız da yazın yaşamınıza deneme ile adım attınız… Sizde deneme yazma süreci nasıl başladı ve ne gibi değişimler gösterdi?

- Köy Enstitüsü’nde de Gazi Eğitim Enstitüsü’nde de kompozisyondan iyi notlar alıyordum. Öğrenciliğimde Varlık, Türk Dili gibi o günlerin en düzeyli dergilerine aboneydim. Öğretmenliğimde bu dergilerde iyi yazıları öğrencilerime de okuyordum. At sırtında teftişe giderken Zap suyunda boğulan Selahattin Şimşek’in ölümünü gazetelerde okudum. Şimşek’in ölümü içimi yaktı.“Şimşek’ten Anılar” diye bir yazı yazıp Varlık dergisine gönderdim. Yazım on beş gün sonra yayımlandı. Onunla da kalmadı, bir hafta sonra, o zamanın tek medya kurumu olan Ankara Radyosu’nun iki ünlü spikeri Jülide Gülizar ile Rıdvan Çongur tarafından okundu. Çorum’da öğretmendim. Birden ünlendim. Yolda karşılaştığım herkes beni kutluyordu. Onun üzerine, “Demek bir şeyler yazabiliyorum,” diye geçirdim içimden. O sıralar André Gide’in denemelerini okuyordum. Yazarın günlüklerinde geçen “Mutluluk anlardadır” sözü beni çok etkilemişti. O başlıkla yazdığım bir deneme de kısa sürede yayımlandı Varlık’ta. Yazılarımı derginin ön sayfalarında gördükçe yazarlığa biraz daha yaklaşıyordum.   

 - Sunu’da yer verdiğiniz “Özgür yaratma aşaması” ne demektir? Kitabınızdaki konuları seçerken hangi düşünceler belirleyici oldu?

- Akımlar bende hep biçimsel bir toplaşma duygusu yaratır. Realist diye tanıtılan Madame Bovary’de öyle romantik olaylarla karşılaşıyordum ki onu realistler arasında sayanlara içten içe kızıyordum. Nâzım’ı alalım, onu hangi akıma sokabiliriz? Cervantes’in Don Quijote’sinde de, aranırsa, her akıma özgü nitelikler bulunabilir. Çağımızda şuraya buraya bağlanmadan yazılıyor sanat eserleri. “Özgür yaratma” dediğim budur.  Sorunuzun devamına geleyim; konularım genellikle güzel duyusallık, gerçeklik odağında kümelenir.

  - Nurullah Ataç’ı anlattığınız yazıda, Montaigne’in “Ah keşke Paris’in sebze pazarında kullanılan sözcüklerle konuşabilsem...”  tümcesi dikkat çekiyor. Montaigne’in bu isteğini nasıl yorumluyorsunuz?  

- Deneme, düşünsel yoğunluğu en belirgin bir yazın türüdür. Hangi düzeyde olursa olsun, herkesin bir düşünsel evreni vardır. Deneme başlangıçta düşünce etkileşimini sağlayan bir anlatı olarak işlevini yerine getirmiştir. O nedenle düşünceler halkın anlayabileceği bir dille yazılmıştır. Montaigne bununla da yetinmiyor, halka inmek için en alt düzeyde bir konuşma diliyle yazmanın özlemini duyuyor.

 

“HER ZAMAN İYİ DE OLACAK KÖTÜ DE”

- “Düşük düzeyli (kitsch) sanat ürünlerine olan ilginin önceden beri var olduğunu, bunun giderek de arttığı bir gerçektir” tespitinde bulunuyorsunuz... Bu tespitinizle ilgili önereceğiniz neler var? Yazara, yayıncıya, okura...

- İyinin imreneni, kötünün alıcısı çok olurmuş. İyi okurun, bestseller damgalı kitaplardan tat almayacağı kesin. Ona dadananlar reklamın aldatıcı rengine kapılanlardır. Shakespeare, Cervantes, Dostoyevski yüzyıllardır var, daha nice bestsellerin ise dünden bugüne külü göğe savruldu... Bir öneride bulunmama gerek yok; her zaman iyi de olacak kötü de. Nitekim bir yandan yayınevleri çok değerli kitaplar basarken, kimileri de kazanç sağlayıcı kitapların ardına düşüyor.  

- Sıklıkla şahit olduğum bir olay olduğu için sormak istiyorum: Yayınlanmış kitabı olan bazı isimler, etkilenmemek için kitap okumadıklarını söylüyorlar. Şaşırmaktan öte şeyler düşündürüyor bu açıklamalar bana. Siz bu konuyla ilgili neler düşünüyorsunuz?

- Beyni beslenmeyenden verim mi beklenir? Bu, nasılsa yazıya bulaşmış,  yeteneksiz, okuma kültüründen yoksun kişilerin mantıkdışı bahanesidir. Oysa bir takım eserlerden kopya etmek, ya da olduğu gibi aktarmak bu kanıda olanların işidir.

- Yakın dönemde, gençlik yıllarından beri yakın dostunuz olan Muzaffer İzgü ve Emin Özdemir’i kaybettik. Bu değerli isimler hakkında neler söylemek istersiniz?

- İzgü 1953’lerden bu yana arkadaşımdı. Kendi emeğiyle var ettiği direngenliğine hayranlık duyardım. Halkın dilini başarıyla kullanarak bir düzey tutturmuştu. Çocuk edebiyatına büyük katkıları olmuştur.

Emin Özdemir bir dilbilimci, denemeci, eleştirmen, kitap yazarı eğitimde üstün yeri olan bir yazardır. Biz, bütüncül bir kültür, dil, edebiyat dünyası kurmak için birbirimize çok emek verdik. Her alanda benim öğretmenim, acı ve sevinç ortağım, emek yoldaşım olmuştur. Her an böyle bir dostlukla ördük hayat duvarını.

Ölümünden dört ay önce katıldığı bir açıkoturumda, “Konuşmaları izliyorum, ne zaman Adnan Binyazar adı geçse hemen arkasından benim adım geliyor. Biz ikimiz tıpkı bir kâğıdın iki yüzü gibiyiz, birbirimizden ayrılmayız. 62-63 yıl oldu, bu böyle sürüp gidiyor.” diyerek erdemli dostluğumuzun tanımını yaparak ayrıldı aramızdan. Emin’i yitirdikten sonra, bir yüzünü yitirmiş kâğıt ne ise ben oyum...

Ozanlar, Yazarlar, Kitaplar / Adnan Binyazar / Can Yayınları / 384 s.

Aklın İç Kalesi / Adnan Binyazar / Eksik Parça Yayınları / 240 s.

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler