Ağla sevgili yurdum ağla

Dünyanın her yerinde olan deprem Türkiye, İran ve doğa olaylarını “kader” olarak gören ülkelerde yıkıcı oluyor. Marmara depreminde hangi ihmaller sonucu binlerce insanımızı yitirdiysek Elazığ’da da aynı ihmal ve aynı yönetim anlayışının sonucunda insanlarımı enkazların altında ölüme gönderdik. Yeraltı sularının yoğun olduğu, aşınıma karşı dirençsiz, akarsu debilerine mahalleler kurduk. 1156 yılında yapılan ve yerli Pisa Kulesi sayılan Harput’taki Ulu Camii, yapım tarihi bilinmeyen Harput Kalesi ve Harput konakları tarihe meydan okurken beş-on yıl önce yapılan binalarımız insanlara mezar oluyor.

Yayınlanma: 29.01.2020 - 02:00
Ağla sevgili yurdum ağla
Abone Ol google-news

Elazığ, sevgili yurdum; doğup büyüdüğüm, hâlâ rüyalarımda gördüğüm şehrim günlerdir yitirdiklerine ağlıyor. On yıl önce de böyle bir vurgun yemiş ve yine 40 canımız enkaz altında can vermişti. O zaman suçlu, dönemin başbakanı Erdoğan tarafından can kaybının sorumluluğu “kerpiç evler”e yüklenmişti. On yıl sonra yine 40’ı aşkın cana mal olan çürük apartmanların “yap-satçı” müteahhitlerine yıkıldı tüm sorumluluk. Eski başbakanlarımızdan Binali Yıldırım, bir suçlu daha buldu: “Bu evleri yapan ve satın alan vatandaşlar.” Çünkü her şeyi devletten beklemişler, kendileri bu evleri yaparken ya da satın alırken kontrol etmemişlerdi.

YA DEVLET?

Devlet, deprem olduktan sonra olay mahalline hızla ulaşıyor, enkaz altında kalanları çıkarıyor, sıcak çorba ve battaniye veriyor, devlet erkânı ölenlerin cenaze namazlarına katılıyor ya, daha ne yapsın!

Bu acı üzerinden sadece günümüz iktidarına yüklenmek, tüm suçu ve sorumluluğu ona yıkmak elbette hakkaniyetli olmaz. Ama Elazığ’ın yetiştirdiği deprem uzmanı Prof. Dr. Naci Görür, aylardan beri Elazığ’da deprem beklendiğini söylemesine karşın hiçbir önlem alınmamasının aymazlığını da eski yönetimlere bağlamak haksızlık olur.

Cumhuriyetin ilk yıllarında çok planlı bir şehir olan ve ızgara sistemiyle kare şeklinde adalara bölünen Elazığ’ın zemininin yapılaşmaya uygun olmayan bölgesinde sanayi tesisleri kurmanın ve bu tesislerin çevresinde plansız yapılaşmalara göz yuman gelmiş geçmiş yönetimlerin tümü bu sorumluluğa ortaktır.

DERE YATAĞINA FABRİKA

1950’lerdeki liberalleşme politikasının sonucu olarak hesapsız, plansız bir büyüme Elazığ’ı da pas geçmedi. Yöre halkı tarafından “Altınova” diye isimlendirilen Elazığ’ın en verimli tarım arazilerinin bulunduğu Kesrik, Aksaray ve Sürsürü 1956 yılına kadar bir köy yerleşimi durumundaydı. Yeraltı suları olan, artezyen kuyuları bulunan ve başta lahana, şekerpancarı ve meyve üretimi yapılan bu alana DP iktidarı döneminde çimento ve şeker fabrikalarının kurulmasıyla birlikte hem bu tarım arazileri tehdit altında kalmış hem de bölgede plansız yapılaşmanın önü açılmıştır. Şehir merkezine sadece 2 km. uzaklıkta olan ve birkaç yıl sonra şehrin ortasında kalacağı belli olan bölgeye bu sanayi tesislerini kurmak akıl kârı değildir. Ama ortada bir kârın varlığı da şehir ahalisinin bildiği bir gerçektir. Bu tarihte mahalle ve mahalle çevresinde arazisi bulunan bazı eski milletvekilleri arazilerinin rant değerini yükseltmek amacıyla, yöredeki halkla da anlaşarak çimento fabrikasının Aksaray Mahallesi’nin kuzeydoğusunda kurulmasını sağlamıştır. Bunun sonucunda da bölgedeki yerleşim alanları köy vasfından çıkıp mahalle statüsüne geçmiştir. Çimento fabrikasının kurulmasıyla fabrikanın batısında 93 bin 500 m2’lik bir alan kentleşmeye bağlı olarak gelişmiştir.

Devlet Demiryolları ve çimento fabrikası dışında aynı aks üzerinde şeker ve iplik fabrikasının yapılması, tarımda plansız erken bir makineleşmeye geçilmesi ve bu bölgenin şehir merkezine 2 km. uzaklıkta bulunması kırsaldan bölgeye göçü tetiklemiştir. Mahalle için 1966 yılında imar planı yapılmasına karşın bu plana uyulmamış ve 1988 yılına kadar bölge göç almaya devam etmiştir.

1950-1960 döneminde şehir, kuzey ve güneyde olmak üzere iki alanda gelişme göstermiştir. Güneyde demiryolunun ve fabrikaların etkisiyle demiryoluna paralel doğu - batı aksında uzanan Kesrik ve Sürsürü köyleri şehre mahalle olarak katılırken kuzeyde ise İzzetpaşa ve Nailbey mahallelerinin batı kesimlerindeki gelişmeler devam etmiş ayrıca Kültür ve Yenimahalle’nin ilk temelleri oluşmaya başlamıştır.  

Bu sanayi tesislerinin yanında DSİ, YSE, Karayolları ve İller Bankası bölge müdürlükleri açılması, üniversitenin kurulması, Keban Barajı’nın yapımında yoğun işgücüne ihtiyacın ortaya çıkması hem köylerden hem de Tunceli ve Bingöl gibi sanayi yatırımlarından nasiplenmeyen illerden de Elazığ’a kitlesel göçü teşvik etmiştir. 1969’da Keban Barajı nedeniyle köyleri istimlak edilenlerin yarıdan fazlasının da yeni yerleşim alanı olarak seçtiği yer kent merkezidir. Şehrin dış mahallelerinde özellikle Fevzi Çakmak, Yıldızbağları, Yeni Mahalle ve Zarfan’da pıtırak gibi gecekondular yükselmiştir.

İmar planı ise çok arkadan gelmiştir her zaman olduğu gibi.

KEBAN’DAN BOŞALAN KÖYLER DE GELDİ

Bu kadar yoğun göç karşısında merkezi ve yerel idarenin aldığı önlemler ise Keban kamulaştırma paralarını sanayiye kanalize etmek için Keban Holding’i kurmak ve bugün Abdullahpaşa Mahallesi’ne ve kuzeydeki Zarfan bölgesine kooperatifler kurarak konut üretmekten ibarettir.

ESKİ ŞEHİRDEN YENİ ŞEHRE

Elazığ’ın bugünkü şehir merkezinin tarihi oldukça yenidir. Zira bu tarihten önce şehir merkezi olan Harput, yeni şehir kurulduktan sonra bile halkın uzun yıllar 

terketmediği ve yeni şehirle adeta rekabet eden merkez olma özelliğini korumuştur. 

Yeni şehir Elazığ’a tepeden adeta bir seyir terası gibi tepeden bakan antik Harput kenti, Ahmet Arif’in “Anadolu’yum Ben” şiirinin öznesi gibidir. Hurilerden Hittitlere, Urartulardan Romalılara, Selçuklulardan Moğollara, İlhanlılardan Arttukoğullarına, Dulkadiroğullarından Akkoyunlulara, Safevi hanedanından Osmanlı’ya nice kavimleri ağırlayan, hepsinden izler taşıyan bu kentte, yıllar yılı Türk, Kürt, Ermeni, Süryani hatta sayıca az olsa da Rumlar, Harput kültürü denen kültürün mayasını oluşturmuştur.

1906 nüfus sayımında Harput’un nüfusu 20 bin olarak ölçülmüştür. Ama bu sayıya o yıllarda anne ve baba tarafımdan iki dedem gibi Amerika’ya işçi olarak giden binlerce Harputlu elbetteki dahil edilmemiştir.

Yüksek kayalıklarda kurulan Harput’un arazi yapısının daha fazla genişlemeye elverişli olmaması, tarım alanı olarak kullanılan ve mezra denilen bugünkü Elazığ ovasına ulaşımın zorluğu gibi nedenlerin yanında 1834’te Reşit Mehmet Paşa ovada yer alan Agavat mezrasını merkez haline getirmesi ile bir süre sonra şehir merkezi Harput’tan buraya taşınmıştır. Günümüzde Aksaray Mahallesi ismini şu anda izleri bulunmayan “Aksaray” isimli bu konaktan almıştır. Eski adı Yığınki (Iğıki) olan Aksaray Mahallesi, 1834 yılına kadar Harput’a bağlı bir köydü. Yerleşmede bulunan bol su kaynakları (Şorşor Deresi, Dipsiz Göl, Kırk Gözeler, Çatal Çeşme, Yamağ Pınarı, Soğuk Su, Ağa Gölü gibi) verimli geniş tarım alanları Aksaray Mahallesi’ni önemli bir yerleşim merkezi durumuna getirmiştir. Elazığ’ın ilk idari merkezidir. Vali ve eşrafın, bu mamurlaştırma çalışmalarından dolayı ilin adı Sultan Abdülaziz’e izafeten “Mamuratü’l-Aziz” olarak kabul edilmiştir. Vilayet merkezi; kuzeydoğudan akan Kesrik suyu ile batıdan akan Sürsürü çayının, Hırhırik vadisinde birleştiği, karstik kaynaklara yakın ve debisi fazla olan akarsuyun civarına kurulmuştur. Yani aşınıma karşı dirençsiz, kolay eriyebilen kayalardan oluşan arazinin şehrin merkezi olarak seçilmesi gelecekteki felaketlerin de ilk adımıdır. 

O dönemde jeoloji biliminden habersiz, depremi de “Yaradanın gazabı” olarak gören anlayışın bu plansız seçimini eleştirmenin bir anlamı da yok. Ya aynı bölgede sanayi tesisleri kuran ve o tesislerin çevresini yapılaşmaya açan, göz yumanlara ne demeli?



Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon