'Artık söyleyemediği' o şarkının adı gibi: Sonsuza kadar genç

Hâlâ çok güzel. Hâlâ çok “genç”. Hâlâ çok güçlü. Hâlâ tüm haksızlıklara isyan halinde... 77 yaşında. Ve hâlâ barışın, isyanın, vicdanın sesi ... Joan Baez veda turnesi için İstanbul’da.

Yayınlanma: 20.07.2018 - 22:36
Abone Ol google-news

 

Hâlâ çok güzel. Hâlâ çok “genç”. Hâlâ çok güçlü. Hâlâ tüm haksızlıklara isyan halinde... 77 yaşında. Ve hâlâ barışın, direnişin, vicdanın sesi... Joan Baez veda turnesi için İstanbul’da Önceki akşam uçaktan indi. Buluştuk. “Sende büyücülük var. Türkiye’ye ayak bastın ve bugün ülkede iki yıldır süregelen OHAL kalktı” dedim. “Aynen öyle” dedi, çok güldük... Sadece adının kalktığını söylemedim.)

Eylem arkadaşlığı

Joan Baez ile 80’li yıllardan bu yana süregelen bir dostluğumuz var. Yıllar içinde dünyanın bir çok yerinde buluştuk. Kâh hapishaneler önünde direndik, kâh diskoteklerde dans ettik. Birlikte güldük, birlikte ağladık, birlikte öfkelendik, birlikte umutlandık. On yıl aradan sonra yayımladığı “Wistle Down The Wind” adlı yeni plağının, son albümü olacağını ve bu albümün tanıtımı için çıkacağı turnenin son turne olacağını açıkladığında herkes gibi ben de çok şaşırdım. Geçen mart ayında “Veda Turnesini” başlattı... Avrupa ülkeleri, ABD eyaletleri, haziranda Paris’in ünlü Olympia salonunda 10 konser derken, bir de baktık turne talepleri 2019’a da sarktı ve taleplerin sonu gelmiyor...

Söylenemeyen o iki şarkı

-Bu veda nasıl, nereden çıktı? Sahneleri bırakma kararı zor muydu??

Hayır, zor değildi. Ne zamandır içimde bir duygu olarak gelişiyordu. Çok yıllar önce bir hocama sormuştum. O da hiç merak etme, bırakma zamanını nasılsa sesin sana söyler demişti. Artık sesim bırak demeye başladı. Sahnede olmayı çok seviyorum, şimdiye dek sahnede olmak beni ödüllendirdi, mutlu etti, ama bunca efor, güç sarf etmeye değer mi diye sormaya başladım. Çünkü sahneye çıktığım sürece her gün, evet her gün çalışmam gerek, bir gün aksatırsam devam edemem... Her gittiğim ülkede o ülkenin dilinde şarkılar öğrenmek... O heyecan , o stress... Beden de bu sürekli çalışmayı kaldıramıyor... Ama yine de eğer ilginç davetler alırsam belki arada çıkarım sahneye..

-17 yaşından beri, o berrak soprano sesinle 60 yıldır sahnedesin...

Vay vay vay (Gülüyor). Aynen öyle. Ama sesimi istediğim gibi kullanamazsam niye sürdüreyim ki... (Dışa vurmadım ama o an içimden geçen: İstediğim gibi yazamazsam niye yazayım ki.. O sürdürdü.) Eskiden çıkabildiğim o çok tiz seslere, o yüksekliğe artık çıkamam. Bu yüzden konser repertuvarımdan 2 şarkıyı çıkarmak zorunda kaldım. Örneğin “Forever Young” ve “The President Sang in Amazing Grace”...

Sözün burasında, onun artık söylemediği “Forever Young” şarkısını 14 yaşındaki torunu Yasemin’in nasıl güzel söylediğini anlatıyor. “Piyano ve gitar çalıyor ama asıl önemlisi, muhteşem bir sesi var!” Torundan her laf açıldığında gözleri ışıl ışıl.

Kendime zaman ayıramadım

-Pişmanlıklar var mı?

Meslek yaşamımda hayır... Ama genel olarak, her anne gibi, oğluma daha çok vakit ayırabilmek, daha çok ilgilenmek isterdim... (Oğlu Gabriel Harris perküsyon sanatçısı). Ama daha en baştan müzik kadar, belki müzikten daha da çok, kurduğum şiddet karşıtı insan hakları vakfı “Hümanitas”la ilgilendim ve onu sürdürdüm. Kendi özel yaşamım da pek zaman ayıramadım!

-1968’in 50 yıldönümündeyiz. ‘68’de çoktan ünlenmiştin... Ve anımsarsan, dünyayı değiştirecektik... Düşlerimize ne oldu?

(“Rüzgâr önüne kattı yok etti” demedi, şöyle dedi:)

Benim düşlerim, beklentilerim o kadar yüksek değildi. Adım adım ilerlemekten yanaydım ve ilerledik. Çok şey başardık. İnsan hakları, vatandaşlık hakları açısından... Vietnam Savaşı’nı kim bitirdi sanıyorsun? Politikacılar mı! Hayır, sivil toplum kuruluşları bitirdi... Bugün de göçmenler için çalışıyorum; ayrı düşmüş aileleri birleştirme çabasındayım... Bu çalışmaları sürdürmezsem, insan hakları açısından elde edebileceklerimi istemezsem başımı dik tutamam. Bu bende doğal bir tutum.

İçindeki sönmeyen ateş

-Günümüzün en büyük tehlikesi ne?

Küresel ısınma....

(Anlaşıldı, sahneleri bıraksa bile, politik eylemciliği bırakmayacak...)

Hayatta en nefret ettiğin duygu?

Kötülük karşısındaki aczimiz! Günümüzün “yeni normları” sayılan, kötülükleri geri püskürtecek etkili yollar, çareler bulamamak beni kahrediyor. Nedir bu kötülükler- Ayırımcılık, ırkçılık, yalancılık, ikiyüzlülük, taciz, zulüm, tehdit, baskı... Düşünce ve ifade özgürlüğünün olmaması... Benim ülkemde Cumhuriyetçiler ve onların akıl hocaları, ilerici düşünceleri etkisiz hale getirdiler. Bunun sonuncunda kendimizi ışık hızıyla kanuna dönüşen kararlarla, yıpratıcı, kahredici emirlerin, uygulamaların peşine takılmış kör topal sürüklenirken buluyoruz.

-İnsanlık için umut?

Çok şey beklememek...

Önceki akşam Çiçek Pasajı’ndaydık. İnsanlar gelip gelip boynuna sarılıyor; “Türkiye ikinci vatanım” demişsiniz doğru mu diye soruyordu. O da ‘evet’ diye onaylıyordu. Nitekim bu turne sırasında en uzun kalıp tatil geçirdiği yer İstanbul.

‘O koca nehir hep akacak’

-İstanbul’da en sevdiğin ne?

Görkemli güzelliği. Tarihsel birikimi, her köşesi, özgünlüğü... Parklardan mezarlıklara yeşilliği, günbatımları, sokak kedileri , çinileri.. İstanbul dışında ise en sevdiğim Antik Efes... Ama en çok, en çok, arkadaşım dediğim insanları...

-Ya sevmediklerin?

Zevksizlik örneği modern yapılar... Özgün ve güzel olanın yıkılıp yerine konan betonarme gökdelenler... Biliyorsunuz değil mi, gökdelenler oldukları yerde sonsuza dek kalmaz, ama şu akıp giden Boğaz, o koca nehir hep kalacak...

22 Temmuz’da Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda konser... Hem yeni plağından hem de yıllara meydan okuyan unutulmaz şarkılarından bir repertuvar... kaçırmayın derim. Joan Baez’le arkadaşlığım, hayatın bana armağanlarından biri... O nedenle bir kez daha “Gracias a la Vida!” Teşekkürler hayat!

Baez, ikinci vatanım dediği Türkiye’ye geldiğinde hiçbir zaman sahnelerden de uzak durmadı. Fotoğrafta Zülfü Livaneli ve Genco Erkal ile

Dünden bugün Joan Baez

60’lı yıllar: Onun şarkılarıyla yeryüzü güzelliklerine gönül veriyor; yeryüzündeki yalanlara, kötülüklere, çirkinliklere kahroluyor; onun şarkılarıyla umutlanıyor ya da yumruklarımız havada savaşlara, ölümlere, haksızlıklara, eşitsizliğe ve sömürüye direniyorduk...

Bu pırıl pırıl, ışıklı, soprano sesli genç kız, ne opera sanatçılarına ne de pop konserlerin starlarına benziyordu. O herkese, 60’lı yılların gençlerine benziyordu. Meksikalı babasından aldığı koyu teni, İskoçyalı anasından aldığı açık renk gözleri, simsiyah uzun saçları, boynundaki boncukları, yalınayakları ve yanından hiç ayırmadığı gitarıyla göçmen misali, neyi yaşıyor, neyi hissediyorsa onu söylüyordu.

Türkiye’de hayata soldan bakan birçok daveti de Baez tarafından geri çevrilmedi. Fotoğrafta Savaş Ay ile müzik yaparken.

Biraz Harry Belafonte, biraz folk kraliçesi Odetta tarzında şarkılar... 1959’da: Newport Folk Festivali’nde tanındı. Bir yıl sonra ilk solo konseri ve ilk plağı...Bu çıplak ayaklı, gitarlı, Çingene görünümlü kızı, “Time” dergisi kapak yaptığında yıl 1962’ydi. O, 20 yaşındaydı. Büyük aşkı Bob Dylan’ı kucağında büyüttü. 1963’te Martin Luther King’in yanı başında; sonraki yıllarda savaşa, ırkçılığa, ayrımcılığa ve şiddete karşı sayısız eylem... O günden beri sayısız albüm , sayısız ödül... O günden bugüne, Hanoi’de, bedeninin Amerikan bombalarına siper etmesi... Şili’de, Arjantin’de, Polonya’da, Moskova’da, Nikaragua’da diktatörlere karşı duruş... Arjantin’de Plaza de Mayo Annelerinin yanında ...

Güney Afrika Cumhuriyeti’nde Apartheid’a savaş... Bosna’da, Afganistan’da, Irak’ta, dünyanın her yerinde şiddete karşı duruş...

80’lerin başında tanıştığım Joan Baez ile kâh hapishaneler önünde direndik, kâh diskoteklerde saatlerce dans ettik.

 

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler