Yeşille maviye doymak!

Karadeniz, yaylalar, beyaz bulutlar, mor çiçekler, temiz hava demek! Karadeniz bölgesinin şehirleri kötü mimari örnekleriyle ne kadar doluysa, yaylaları da o kadar güzel. En bilinen ve çarpık yapılaşmadan nasibini alan Ayder’den bahsetmiyorum, ayak basılmamış ormanlar, dereler, göller diyorum...

Yayınlanma: 19.08.2019 - 11:48
Abone Ol google-news

Uzunca bir süredir yaz tatili deyince aklıma ille de deniz güneş kum gelmiyor, o keyfi çoktan sonbahara kaydırdım, çok sıcakta denize bile giremiyorum! Yazın ne yapmalı? Ülkemiz öylesine çeşitli güzellikler sunuyor ki keşfetmeli, tadını çıkarmalı. Karadeniz yaylaları bunun için ideal. Karadeniz bölgesinin şehirleri kötü mimari örnekleriyle ne kadar doluysa, yaylaları da o kadar güzel. En bilinen ve çarpık yapılaşmadan nasibini alan Ayder’den bahsetmiyorum, ayak basılmamış ormanlar, dereler, göller diyorum!

Zirvede huzur

Doğu Karadeniz bu açıdan bir cennet. İki bin metre yüksekliğe kadar çam, selvi, iğne yapraklı ağaçların her türü, yeşilin her tonu Kaçkar Dağları’nı süslüyor. İkibin metrenin üstü ise dağ çiçeklerinin moru, fuşyası, eflatunu ile şenleniyor. Yemyeşil çayırların arasında otlayan besili ineklerin başlarını oynattıklarında duyulan çan sesinden başka gürültü yok, hızla hareket eden ve adeta koşturan beyaz bulutlar, aniden iniveren ve üstünüze gelen sis dışında kıpırtı da yok. Mutlak dinginlik, mutlak huzur. Tabii konformist olmayacaksınız. Birinci sıkıntı yollar, dağlara tırmana tırmana daracık yollardan çıkılıyor, benim gibi kara yolundan korkuyorsanız, ölüp ölüp diriliyorsunuz, ama zirveye ulaştığınızda kavuştuğunuz güzellik nefesinizi kestiği için korkular dağılıp gidiyor, ertesi gün nereye iniyoruz, nereye çıkıyoruz telaşı başlıyor. Yaylalarda küçük ev pansiyonlarında konaklıyor, her koşula razı oluyorsunuz. Zaten yataklar tertemiz, çarşaflar bembeyaz, yün yorganlar sıcacık. Sıcak su ve banyo konusunda çok meraklı iseniz, biraz sıkıntı var. Ama rehberimiz en güzel gülümsemesiyle buraların klasik deyişini ağzından düşürmüyor: “Sikinti yok!” Bekir, “I”ların üstüne hep nokta koyduğu için ilkokulda çok dayak yemiş bütün Laz çocukları gibi, “Şimdi hoşunuza gidiyor” diye takılıyor.

Şarap keyfi 

Sabah kahvaltı ve akşam yemekleri kaldığınız pansiyonda yeniyor. Böyle güzel kahvaltıyı 7 yıldızlı otele değişmem. Böğürtlen, ahudu reçeli ve bal, karşıki dağlardan. Kaymak, tereyağ ev yapımı. Bir gün patatesli omlet, bir gün akıtma adı altında krep, bir gün muhlama! Sıcacık mısır ekmeği. Zeytin, domates, salatalık. Akşam yemeklerinde şahane ev çorbaları, güveçte türlü, pilav tabii ki kuru fasulye. Evin hanımı tatlı da yapmışsa daha ne olsun? Zirvede yürüyüşteysek açık havada peynir ekmek, zeytin. Kasabada isek, esnaf lokantası. İçki içmek Karadeniz’de “Sikinti!” Alkollü içecek satın almak için tekel bayiine gidip sigara alıyor gibi yapıp, usulca şarap isteniyor. Türk şarabı bir tek “Cumartesi” var niyeyse? Tezgah altından 1.5 litrelik Gürcü şarabı çıkınca “danaya giriliyor”. Akşam yemekleri sonrası en büyük keyif, şarap içip çekirdek çıtlatarak fıkra anlatmak, oyun oynamak! Çoğu zaman iyi ki internet yok, şebeke yok diyoruz, insan ilişkisi var, dostluk var!

Borçka’da yayla görmüş şehirli sevinci.

Nerelere gittik?

Uçaktan indiğimiz Batum’dan Hopa’ya geçerek başladığımız turumuzda rotamız üzerinde ilk durağımız Pokut Yaylası ve Hazindak’da geceleme. Pokut Yaylası ve vadiye uçan salıncağı pek güzel ama Hazindak’daki konaklama olmasa da olur, hele yolu vahim! Yöreye alışık olmadığımız ilk gece için korku filmi gibi. Bu yaz bölgeye çok da yağmur yağmış, orman içindeki patika yollar da çok çamurlu, iyice korkutuyor. Neyseki ikinci gün Fındıklı’ya ve Çervatoğullarının işlettiği Bageni Pansiyon’a geçiyoruz. Bageni, masallardaki gibi kırmızı pancurlu bir ahşap ev, hem de gustosu yüksek. Yemek yenilen yer için yeşillikler içinde biraz tırmanıyor ve şahane bir bahçeye geliyorsunuz. Küçük havuzu, okuma ve dinlenme köşeleri, denize kadar uzanan geniş ufku ve çeşit çeşit Karadeniz yemeklerinin ev sahibesi tarafından pişirildiği yemek salonu sadece pansiyon misafirleri için. Neyseki burada iki gece konaklıyoruz. Aşağıdaki küçük dere, seyahat boyunca suya girdiğimiz tek yer. Karadenizliler zaten denize girmeyi sevmiyor. Tatlı ve serin su için, dere, göl, şelaleyi tercih ediyor. Biz Egeliler, Akdenizliler, ılık tuzlu suya girer, uzun uzun yüzer, enginlere açılmanın keyfini çıkarırız. Karadenizliler tam anlamıyla çimiyor! Aşağı mahalledeki Konaklar taş mimarisiyle ilgi çekici. Zil Kale, çok kalabalık, gitmeye değmez. Bageni’de geceler hareketli. Yerel sanatçıların çaldığı Karadeniz havalarını dinlemek ve tulumla horon tepmek, tam Karadeniz işi. Giderek daha yükseklere Fındıklı ve Bageni’yi, yemyeşil çay bahçelerini gözü yaşlı terkedip yine yükseklere bu kez Lekoben Yaylası’na tırmanıyoruz. Tırmanmak demek, aynı zamanda giyinmek demek. Ne kadar yüksek o kadar soğuk. Lekoben Yaylası’nda kaldığımız pansiyon, Amerikan filmlerindeki kovboy kasabaları gibi. Tek katlı ve tek göz odalar. Her odanın banyosu olması gibi bir lüksü var ama sıcak suyu yok! Derdimiz o olsun, sabah seri bir tırmanışla Şavşat’ta krater gölü Naçadirev’e ulaşıyoruz. Dağda hala buzullar var. Küçük, gri bir göl. Karnımızı doyurup inişe geçtikten sonra yağmur başlıyor. Gittikçe artan yağmur altında araçlara ulaşmak için hızlı yürümekten başka çare yok. Ama nereden baksan en az bir buçuk saat yürüyoruz! Yürümeye doymayan bir grup olduğumuz için “sikinti yok”!

Tibeti Kilisesi'nin hali... 

Gezinin benim için olmasa da oluru şehirler. Yaylalar macera dolu, insan yok, doğayla içiçesin. Artvin bu bölgenin güzel şehirlerindendi. Çoruh Nehri üzerine yapılan baraj nehri mahvetmiş. Şehirde zaten kımıldayacak yer yok. Tepenin üzerindeki dünyanın en büyük Atatürk heykelini ise uzaktan görmeyi tercih ederim. Artvin’den kaçar gibi uzaklaşıyoruz. Bu kadar çok dere, göl, şelale olunca balık çiftlikleri de bol. Balıklı Göl’ün balıkları Urfa’yı aratmıyor. Avlanması yasak olduğu için balıklar çok iri, su duru, cam gibi, balıklar görünüyor. Civardaki 800’lü yıllardan kalma tarihi Ermeni kilisesi, Tibeti’yi ise içimiz kanayarak, utanarak geziyoruz. 1950’li yıllarda bir kaymakam, bu kiliseyi 16 yerinden dinamitleyerek yıkmaya çalışmış. Ayakta sadece bazı duvarları kalmış. Ayakta olsaydı, bugün etrafı ziyaretçi ile dolar taşardı. Bu arada evlerdeki bayrakların da anlamını çözüyorum. Bölgede, Laz, Gürcü ve Türk nüfus yaşıyor. Eskiden Ermeni ve Rumlar da varmış. Pek çok ailenin yaşlıları arasında hala olduğu gibi. Ama o kadar çok baskı yaşamışlar ki herkes “Vallahi ben Türküm” demek, olmasalar bile korunma amaçlı Türk bayrakları asıyor evine, iş yerine. Karadenizli, iyi hoş da pek muhafazakar, pek milliyetçi. Kendi müziğinden başkasını dinlemiyor, kendi yemeğinden başkasını yemiyor, kendi fikrinden başkasını beğenmiyor, kendi lafını seviyor, şehvetle konuşuyor! Bu kadar balık lafı ettikten sonra su kenarında Poma Balık Evi’nde balık yiyoruz, ama köftesi de çok güzel, yemekleri de. Kafa da bizim kafa, üstelik bira bile var, tavsiye ederim! Maral Şelalesi, bu gezide bizi uçuran görüntülerden biri, 60 metrenin üzerinden dökülüyor. İnişi de var, çıkışı da, hatta suyun döküldüğü yerde yüzeni de. O kadarına cesaret edemedim, çok kalabalıktı, ama Türkiye’de gördüğüm en yüksek şelaleyi görmek çok hoşuma gitti. Civardaki Karagöl ise başka bir güzellik, küçücük bir göl ama ona bakan zirve tepede, Gomvan Yaylası’nda bir güzel insan kendi başına, küçücük bir baraka yapmış, çay veriyor. Aşağıya bir wc yapmış, suyu bile var, biraz ilerde sabunuyla el yıkama yeri. Yaylada bundan büyük lüks olamaz, temiz wc ve güzel bir çay, tşkler güzel insan Selim Berk!

Maral Şelalesi

Götür beni Borçka’ya

Borçka Karagöl’ün fotoğraflarına hayran olmuş, Karadenizli arkadaşım Aysun Çervatoğlu’na “Götür beni oralara” demiştim. Götürdü eksik olmasın. Aile işletmesi Bageni de onların, Yaşar Dayı’nın. Sohbetlerinin ise tadına doyamadık. Borçka Karagöl’e ise gidişimiz pazara rastladı, sabah erkenden gittik ve kaçtık. İnsan yaylalarda dolaşmaya alışınca biraz yabani oluyor, insan görmek istemiyor. Borçka güzel bir göl, ama bakımsız. Milli Parklar’a aitmiş, belediye kiralamış, ama pek bir şey yaptırmıyorlar. Bölgenin Gürcistan sınırı Maçahel Köyü ise TEMA Vakfı ve Nihat Gökyiğit sayesinde çoktan meşhur olmuş. Bu köyde kraliçe arı yetiştiriliyor, dağıtılıyor. Köyde arıcıların kurduğu kooperatife de uğradık, kilosu 250 tl olan “deli bal” tıpta kullanılıyormuş. Ama zaten kalmamış! Ajan romanı yazsam kullanırım, bir kaşık yiyenin soluğu, nabzı gidiyor, öldü sanıyorlarmış. Oysa bir süre sonra kendine geliyormuş! Normal balın da kilosu 200 tl. Ucuz sanmayın, hakiki bal pahalı oluyor. Dönüş yolumuz THY’nin pazar akşamki uçuşu kaldırıvermesi yüzünden Hopa’dan dönemedik, Trabzon’a gittik, fazladan 150 km yol yaptık. Aklınızda olsun, aslında Hopa’da havaalanı yok. Gürcistan’la yapılan anlaşma ile Batum Havaalanı’na iniliyor ama biletiniz Hopa olduğu için, çıkış yapmıyor, bir otobüsle, gümrüklerden transit geçerek doğrudan Hopa’ya geliyorsunuz. Yani bir tür Kıbrıs giriş çıkışı gibi, dış hatlardan biniyor ama iç hat yolcusu oluyorsunuz. Yine de biletinize, valizinize dikkat edin, bizim gibi saatlerce uğraşmayın. THY de bir tek pardon deyip kapatıyor konuyu.

Dikkat edilmesi gereken noktalar...

Mutlaka yöreyi bilen bir lokal rehber ve turizmciyle anlaşın. Dağ yollarında onlar bile şaşırabiliyor. Kendi başınıza dolaşmayın. Şöförümüz Cumali ve rehberimiz Bekir Görmüş şahaneydi. “Sikinti yok”! Kıyafetlerinizi özenle hazırlayın. Yaylalar serin ve hatta soğuk, aşağı inildikçe sıcak oluyor. Kat kat giyinmekte ama az eşya taşımakta yarar var. Çok yürüyeceğinizi unutmayın, mutlaka bileğinizi saran iyi bir yürüyüş ayakkabısı kullanın. Yanınızda yağmur için panço tipi yağmurluk ve hatta şemsiye olabilir. Tabii kolay kuruyan pantolon da. Bazı yerlerde tepe lambası, bere, atkı bile gerekebilir. Sinek ısırıklarına karşı bir merhem ve güneş kremini de unutmayın. Geceler serin, polar tipi pijama iyi oluyor. Bol oksijenli temiz ve serin havadan sonra sıcak ve yapış yapış nemli, kalabalık şehir ise hiç çekilmiyor! Fotoğraf çekmeye doyamayacaksınız, şarjınız bitecek, power bank bulundurun. Hatta mümkünse profesyonel bir makine kullanın. Bulut denizlerini, yayla çiçeklerini çekmeyi unutmayın!


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler