Meydan okudum hayata

Okan Bayülgen, "Ne kimseye eyvallahım var ne kimseye kırgınlığım var. Hayat kırgınlıkla kızgınlıkla devam etmez, dolayısıyla yürüyeceksin. Bizim hayattaki derdimiz üretmek ve iyi üretimin insanlarda karşılığı olduğunda onun müthiş doyumunu yaşamak. Ben bunun için yaşıyorum. Bir de tabii itibarımız için yaşıyoruz" diyor.

Yayınlanma: 27.01.2020 - 13:01
Meydan okudum hayata
Abone Ol google-news

Okan Bayülgen, Amadeus ve Harem Kabare oyunlarıyla tiyatro sahnesinde. TV100’de yayımlanan programları Muhabbet Kralı ve Uykusuzlar Kulübü’yle izleyicileriyle buluşuyor. Oyun yazıyor, yönetiyor, seslendirme yapıyor, fotoğraf çekiyor. “Hobi olarak yaptığım hiçbir işim yok. Hepsinde yarıştayım” diyor. Bayülgen’le Mecidiyeköy’deki mekanı, tiyatrosu Dada Salon’da buluştuk. 

Türkiye’de kriz yönetimi bir gündür şu anda, yakında bir saate düşecek. Kendini bir odaya kapatsan zaten hakkındaki kriz bir saat sonra bitmiş oluyor. O kadar hızlı dönüyor ki dünya insanlar o kadar kısa sürelerde yok edilip tekrar geri getiriliyor ki saçmalık..."  Fotograflar: Vedat Arık

Nasılsınız? Yoğunsunuz elbette ...

Allah razı olsun, evet yoğunuz hepimiz, herkes yoğun... Yoğun olmayan insan göremiyorum ben. Bütün gösteri dünyası, medya dünyası... Herkesi çok çalışırken görüyorum. Eskisi gibi paranın aktığı bir iki musluk değil, damlıyor. Bilgisayar oyunları gibi herkes, birşeylere vuruyor, puan alıyor onlardan. Öyle oldu. Para endeksli olarak böyle. Fakat benim gibi yaşlı başlı adamlar, bir yandan ekonomiyi idare edeceğiz, bütçe denkleştireceğiz, bir yandan da gerçekleştirmek istediklerimizi gerçekleştireceğiz. Bu genelde yeni nesille anlaşamadığım bir konu. Para kazanıyor musun, kazanmıyor musun konusunu anlaşamıyorum. Paranın bir sonuç olduğu konusunda ikna edici olamıyorum galiba. Benim 55 yaşından sonra bir kariyere falan ihtiyacım yok. Dolayısıyla hem medya hem gösteri dünyasındaki işlerde tek kaygım rezil olmamak oluyor.

Sizde de var mı bu kaygı onca yıldan sonra?

Var, her zaman. 20’li yaşlarda sahneye adım atmış bir çocuk rüyalar görür, hayaller kurar, projeleri vardır. Benim yaşlarımda artık rezil olmamak bir numarada, iki arzuları gerçekleştirmek. 

O zamanki hayalleriniz şimdi nereye evrildi?

Hayatımın tiyatro tarafına bakarsam, Harem Kabare ve Amadeus... İkisi de çok iyi gidiyor. Amadeus çok iyi başladı. Kolay değildi. Çünkü dünyanın en yaşlı Mozart’ıyım. Prova sürecinde çok yoğun Harem Kabare turneleri yaptık. Memleketimizin mutfağı çok güzel ve o mutfaktan kendimi alıkoyamadım. Sofradan kalkmak da büyük ayıp olduğundan, her oyundan sonra altı yedi saat süren sofralarda birçok ilimizi yiyip bitirdim. Dolayısıyla ben hem yaşlı hem kilolu bir Mozart’ım. Ama hızla da kilo veriyorum. Önümüzdeki Amadeus ve Haram Kabare oyunlarında muhteşem fiziğimle sevenlerimle kavuşacağımı düşünüyorum.

Harem Kabare’yi yazdınız, yönettiniz ve oynuyorsunuz...

Bir kadın oyunu. Hem yazarken, hem sahnede kendimi çok sınırlı tuttum. Sonunda bir yardımcı oyuncu gibi selamımı verip ayrılıyorum, hanımlar zirveyi alkışı görüyorlar.

Harem Kabare’ye Okan Bayülgen izlemek için gelenler tabii biraz şaşırabiliyor tam da dediğiniz gibi, kadın oyuncular önde.

Oyun boyunca seyircilerin arasında oluyorum, onlarla beraberim. Anadolu turnelerimizde müthiş karşılık buluyoruz. Turnedeki, İstanbul’da oynadığımızdan farklı versiyon. Büyük salon versiyonu oynuyoruz, üç perdeden iki perdeye iniyor oyun, biraz süresi kısalıyor. Bir tek, oyun bittikten sonra, milyonlarca selfie konusunda çok verimli değilim. Selfiede zorlanıyorum, başarılı olacağımı düşünemiyorum.

Harem Kabare’yi size yazdıran neydi?

Benim hayatımla bir bağlantısı yok.

Onu sormak istememiştim...

Sadece evlilik sayısı benziyor. Dört evlilik var orada da. 

Ne anlatıyorsunuz tam olarak?

Perişan, kadınların maskarası olmuş ama o kadınlar hayatlarında aradıklarını bulamadıkları için mecburen yaşamlarında yanlarına katıp götürdükleri refakat ettikleri bir zavallı adamı oynuyorum. Kadınlar, ortak acılarda, duygularda birleşiyorlar, tek bir kadın gücü ortaya çıkıyor. Baştaki karikatürler gerçek kadınlara dönüşüyorla. Vodvil, kabare tarzı bir oyun. Şarkılarıyla, mesajını iletme şekliyle daha çok kabareye yakın bir tarz. Amaç tabii eğlendirmek, çok eğlendirmek... Oyun kimi sözlerinden dolayı ilham verici bir şey de yapıyorsa, yanımıza kardır efendim.

KADINLAR VE ERKEKLER

Kadınlar gerçekte de oyunda anlatığınız gibi.  Terk edilse de o terk eden erkekten kolay kolay kopamayan... Başkalarıyla birlikte olan adamı sevmekten vazgeçemeyen... Erkekler böyle bir şey yapmaz.

Yok, salaktırlar erkekler. Duygu mesafeleri derinlikleri çok azdır, sığdır. Erkeklerde elindekini koruma, sahip olma, vahşi bir şekilde sahip olmaya çalışma, hesap sorma, gelenekselle oluşturulmuş, dayatılmış bir hazır yaşam bilinci, hiçbir zaman gerçekten kendini tanıma ya da yaşamın tadına ulaşamama, kavrayamama hali söz konusu. Ben çok basit anlatırım bunları. Sadece aptal bir hayvanat belgeselinde ilmine varacağımız konular bunlar. İnsanlara geldiğimiz zaman büyük baskı yaratılmış. Toplum, tarih ve sosyal ilişkiler, inançlar, gelenekler hepsinin birleştiği büyük bir kitap yazılmış. Erkekler o kitabı bile okumaktan aciz.

Bayülgen’in yazıp yönettiği müzikli oyun Harem Kabare’de Özge Borak, Ezgi Çelik, Beste Tok ve Ödül Turan oynuyor. Bayülgen de dört evlilik yapmış Fu rolünde. Dört eski eş, Bu, Şu, Hu ve La, Fu beşinci kez evlenmeye kalkışanınca rekabeti bırakıp, birlikte hareket etmeye başlıyor. Çoğumuza tanıdık gelecek kadınların hikayesi, Sezen Aksu, Ajda Pekkan, Teoman gibi isimlerin dillere pelesenk olmuş aşk şarkılarıyla birlikte anlatılıyor.  Güldüren, zaman zaman da içimizi kıyan bir hikaye Harem Kabare.

Bu durumun derdini kadınlar çekiyor işte, yakın gelecekte düzeleceğine dair de ibare yok.

Anladıkları için ve birşey yapamadıkları için... Çünkü partnerleri onlar kadar zeki değil. Erkekler, kaç yaşında olursa olsun, kadınlar kadar zeki değiller. Ve düşün ki bu gerizekalılar sürekli partnerlerini yeteri kadar zeki olmamakla suçluyor. O da ayrı bir iç acıtan durumdur. Erkekler için de kolay değil. Ben şanslı bir erkeğim. Bir kızım, sevdiğim bir kadın ve annem var. Bu bir erkek için çözemeyeceği bir matematik problemidir. Kadınlar bunu çözseler de onların da yapabilecekleri bir şey yok.

Aşkla ilgili ‘gelir mahveder’ diyorsunuz... Aşık olmaktan vazgeçmiyorsunuz.

‘Niye bu batışı ve kederi ister ki insan’ diye bir şey söylemiş olabilirim. Neden ister çünkü hayat tatsız tuzsuz bir şeydir. Önüne doğru hedefler koyup yürümedikçe, doğru ilgi, zevk, muhabbet alanların olmadıkça her canı sıkılan adam bir aşk hikayesiyle kurtulabileceğini ve herşeyin düzelebileceğini, mutlu olacağını düşünür. Halbu ki tam tersidir. Hayatta ne kadar kendini boş, işe yaramaz, anlamsız, tatsız tutarsan ilişkilerinde de korkunç felaket senaryolarına hazır olmalısın.

Harem Kabare’de dikkatimi çeken bir şey, kadınlar çocukta buluşuyorlar. Kadınların arkasını dönemeyeceği şey çok.

Çocuk çon önemli hele hele çocuk yapmamış kadınlar için.

EVLADIM BUZDOLABI KAPAĞINI BİLE AÇAMIYORSUN

Geçenlerde, ‘cebe giren bilgisayarlardan’ yani akıllı telefonlardan çocukların uzak tutulması gerektiğini söylediniz, çok yankı buldu sözleriniz.

Onlardan çok korkuyorum. Gösteri dünyasında olan bir adam olarak sürekli gençleşen, gençlerle ilişki kurmak zorunda olan, kapıdan giren her genci bağrına basmak zorunda olan bir adamım. Buna da tarafım, gönlüm istiyor fakat her geçen gün biraz daha hayal krıklığına uğruyorum. Diyeceksin ki ‘yoksa sen mi bir huysuz ihtiyar oldun da bu çocukları beğenmiyorsun.’ Bu doğru değil. Bu çocuklar bırak işin yapmayı bir çay bardağı taşımaktan, yolda düz yürümekten aciz. Akılları, pantolon ceplerine kaydırıverdikleri kocaman kocaman akıllı şeylerde. İlk fırsatta onu kaşıyor, bakıyor, mutlaka işini yaparken onu tutuyor. Ben birlikte çalıştığım insanlara söylüyorum, ‘evladım ölürsün, yolda düz yürüyemiyorsun. Bir mekanik işi yapamıyorsun, buzdolabının kapısını açamıyorsun, çalıştığın aleti mikseri kullanamıyorsun.’ Gösteri dünyası uçak kaldırmak indirmek gibidir. Sistematiği vardır. Sürekli aklım bunlarda. Şimdi acaba nerde neyi birbirine karıştıracaklar diye. Çok zor. Bu terminal alzheimer. Azar işitiyorlar.

"Benim oyunumda (Harem Kabare) aşkla ilgili neredeyse hiçbir şey yok. Biz aşktan sonrasından bahsediyoruz. Aşkla ilgili bir şey yazmak, iki insanın birbirini sevmesini övmek, bu olaya güzel bir edebiyatla alkış tutmak benim yapabileceğim bir şey değil. Yazmak da oynamak da istemem. Bugün Türk dizilerinde gördüğüm şey, dizi başlıyor ya bir dakika içerisinde herkes birbirine deli gibi aşık oluyor ya  bir dakika içerisinde herkes birbirini öldürüyor. Dünyanın en aptal en basmakalıp senaryo formudur bunlar. Zaten en iyileri yeteri kadar yazılmıştır."

Sahi mi?

Başka çare yok. Bu gösteri dünyası. Tiyatroya asarım adamı hiç dinlemem. Bir şey yanlış çalışmayacak. Kimsenin elinden telefonunu alacak halim yok, diyorum ki evladım şunu koyun ceketinize, paltonuza. Orada dursun. Derdi de sevgilinin araması değil. Onun derdi instagramıma yeni bir like gelmiş mi. Hayati meselesi o.  Hayati meselen oysa git evinde otur. Benimle çalışanların hepsi aynı aptallığın esiri olunca ne yapacağım, kızmaktan başka çaren yok. Kovamazsın, dövemezsin...

TELEFONU OLMAZSA KALP KRİZİ GEÇİRECEK

Bırakıversinler canım çalışırken kenara...

Radyoda operasyonumu yapan çocuğun telefonunu küçük bir pencereden attım, çok da kilolu, telefonun peşinden atladı, geçemediği için sıkıştı kaldı. Delirmiş durumda herkes. Şöyle hissediyor, telefonu bir an yanında olmazsa elektro şoka ihtiyacı var, kalp krizi geçirdiğini sanıyor, büyük bir yoksunluk krizine giriyor, uyuşturucu, alkol gibi...

Eski tip hocalar vardır ya ‘eti senin kemiği benim der’ bırakırlar çocukları. O hocalık hali gelmiş size de...

Her zaman vardı o disiplin ama hocalık demeyelim. Çalışma arkadaşlığı diyelim. Ben ünvan sevmiyorum. Herkesi de ünvan sahibi yaparım ama. Kapıdan girer hemen kabareye müdür yaparım adamı çok şaşırır... Gösteri dünyasında hiyerarşik hesap sorma yoktur. Soruşturma yapamazsın, ifade alamazsın, iş olmuş bitmiş, sen rezil olmuşsun, olay batmış. Her türlü şey olabilir. Cezası yok ki, cezayı aile çekmiş. Kovsan da hiçbir faydası yok. Ama ben tatlı bir adamım o kadar acımasız olamıyorum. Karl Lagerfeld usta ölmeden önce yapılan söyleşilerden birinde diyor ki ‘gözünün yaşına bakmam en ufak bir hatanın. Bu benim bir çalışana olan acımasızlığım değil bütün Chanel ailesini bahtsızlıklardan koruma görevimdir.’

Birlikte çalışması hem zor hem kolay birisiniz, böyle anladım ben.

Sert oluyorum da ne oluyor o da ayrı mesele. Millet bana gülüyor ben bağırıp çağırınca, çok eğleniyorlar. 

OKUMAYA DÖNÜLEN BİR ÇAĞ

Gelecekte nasıl olur halimiz?

Kanlı Kabare diye bir oyun yazıyorum. Gelecekte, bütün dünyada ortak bir uygulamayla bütün görsel haberleşmenin, sinemadan, medyaya ve kişisel haberleşmeye kadar bilinçli olarak yok edildiği, gömüldüğü bir dünyadan söz ediyorum. Bir WhatsApp mesajı yüzünden ‘Nine Eleven’ vari çok büyük kazalar oluyor. Uçak kullanamıyorlar pilotlar. Bütün dünyada eğitimde, işitsel iletişime ve okuma meşgalesine dönülüyor.  İnstagramdan fotoğraf göndermek yerine, herkes birbirine sesle ya da yazıyla herşeyi tarif ediyor. Akşam yedikleri yemeği ya da giydikleri elbiseyi......Böyle böyle IQ’yu yükseltmeye çalışıyorlar. Edebiyatta Tolstoy, Dostoyevski, Balzac okunuyor... Çok uzun cümlelerle konuşuyor herkes, müthiş kelime dağarcığı, sadece resim sanat olarak serbest.

BÖYLE GİDERSE...

İlginçmiş, sizin bir özleminizden mi kaynaklanıyor bu hikayenin çıkışı?

Hayır, ben vizyonerim. Medyada yıllardır ne söylediysem hepsini yaşadık. Şu alet çıkacak, şöyle olacak diye habercilik yapmadım. Teknoloji yalakası da değilim. İnsanların izleme alışkanlıklarının nereye doğru evrileceğini görüyorum. Bu bir dilek değil wishful thinking (hüsnü kuruntu) mu deniyor ona. Öyle bir şey değil. Bu mutlaka olacak bir şey.

Bu kafayla gidilmez diyorsunuz.

Böyle giderse çarpışan arabalar, çarpışan insanlar, sürekli yol kazaları, ev kazaları... Ebeveynlerinin kucaklarından kafa üstü düşen bebekler, dünya kadar şey. İnsanların hayatları tehlikeye girecek. Programlarımızda da anlattık. 2020’lerde gelmiş geçmiş en az kültürlü, en az yaratıcı, IQ’su en düşük nesiller yetiştiriyoruz. Bütün dünya ölçeğinde çok büyük bir problem bu. Çinli firma katlanabilir ekran yaptı diye, bilim ve teknoloji iyi bir yerde değil.

İnsanı insan yapan şeyler de siliniyor, sohbet muhabbet gibi...

Bir arkadaşım vasıtasıyla tanıdığım bir hanım var. İkinci eşinden, adam sürekli onun elini tuttuğu ve onu çok sevdiği için ayrılıyor. Gözlerine hülyalı hülyalı bakıyormuş. Böyle bir adam bulsam ben evlenirim. (gülüyor)

AMADEUS'TA EN BÜYÜK KORKUM

Amadeus’u konuşalım mı biraz? 

Işıl (Kasapoğlu) hocayla çalışırken bana hep şunu söyledi. ‘Senin hakim bir ses tonun var. O güzel ses tonunu duymak istemiyorum...’ ‘Hocam bu ses?’ ‘Hocam bu ses?’ Her gün hocaya bunu soruyorum. Ne yapacağız? Herkes Okan’a o kadar aşina ki seslendirmelerden. Her türlü hayvanatı, her tok sesi, ıcır vıcır sesi çıkardım. En büyük korkum Okan’ın sesini duymalarıydı. Selçuk Yöntem büyük bir üstat, müthiş bir ses ama reklam ya da film seslendirmelerinden aşina olduğumuz bir ses değil. Çocuk yaşlardan itibaren devlet tiyatrolarına çok gittim. 70’li yıllarda televizyon da başlıyordu. Bir bakıyorsun Mrs Spak bir Osmanlı oyununda, Ceyar başka bir oyunda... Genç bir Mozart var. Çocuk Mozart. Bir yandan Saray mabeyninde dahi şakalarından vazgeçmeyen, protokol görgü tanımayan bir Mozart var. Hakim şakalar yapabilen Mozart var, dolayısıyla dalgalanan bir sesim var oyunda.

Amadeus, Çoplan İlhan&Sadri Alışık Tiyatrosu ve Piu Entertainment ortak yapımı. Okan Bayülgen, Selçuk Yöntem ve Özlem Öçalmaz baş rolde. 12 kişilik koro ve 10 kişilik canlı orkestrayla, 45 kişilik ekiple sahnelenen oyunu Işıl Kasapoğlu yönetiyor. Bayülgen, Mozart’ın dehasını, Selçuk Yöntem Salieri’deki hırsı müthiş bir oyunculukla sahneye taşıyor. Oyun, Mozart’ı, Mozart’ın yeteneği karşısında çaresiz kalan Salieri’nin Tanrıyla kavgasını ve Mozart’ı yok etmek için giriştiği nafile çabaları anlatıyor. 

Ya oyunculuk...

Büyük bir ustayla çalışıyorum. Selçuk Yöntem, büyük bir üstat. Ben konservatuvar sonrasında hiçbir dramatik oyunda oynamadım. Bu oyunda ilk defa oynuyorum. 30 küsür sene sonra ilk dramatik oyunum başrolum. İlk Mozart versiyonunda da varım birinci uşak olarak. Salieri’nin  uşağı olarak. Herhangi bir popçu çocuk ya da kişisel gelişimci buna karma filan diyebilir de. Bunun zaten teklif edilmesi özel bir olay.

Nasıl geldi o teklif?

Sadri (Alışık) geldi söyledi. Sadri ile toplantım herhalde on saniye sürmüştür. Beni Işıl Kasapoğlu ile Selçuk Yöntem'le kandırdı zaten. Gururla söylüyorum bir özel tiyatronun,  böyle bir prodüksiyonun altına girmesi... Gelmiş geçmiş en büyük prodüksiyon olarak söz ediliyor.

AŞKTA DA İŞTE DE BUNA İNANIRIM

Evet dedikten sonra ne ilk geçirdiniz aklınızdan?

Hissettiğim şey şuydu; bana bir görev verildi büyük bir lütufla gelindi... Ben aşkta da işte de buna inanırım. Birisi seni sevmiş, sakın canını çıkarmış, sakın onu üzme. Birisi seni bir şeye değer görmüş... Bir kadın bana aşkla geldiğinde, başkaları sevmezken o sevmiş diye düşünürüm. O saatten itibaren görevi layıkıyla yapmayı, karşı tarafın hayallerini daha da ileriye götürecek şekilde yapmaya odaklanırım. Provalarda kimse benden böyle bir performans beklemiyordu. Provalar sırasında turnedeydim, yoktum. Son günlerde Arap atı diyorlardı. Gurur duyuyorum kendimle. Ama ilk üç oyunda iyi oynarım, sonra kötü oynarım onu bilemem...

Sonra var mı kötü oynama riski?

Tiyatro oyuncusuna fiziksel bir şey de olur. Fotoğraf da çekiyorum seslendirme de yapıyorum. Bunların hepsi bir yarış. Fotoğrafçılarla yarışıyorum, sahneye çıkınca aktörlerle yarışıyorum, yönetmenlerle yarışıyorum. Hepsi ayrı sektör, canı kanı pahasına bir numara olmaya çalışan insanlar var. Benim hobi olarak yaptığım hiçbir işim yok. Hepsinde o yarıştayım.

KENDİ MEMLEKETİMDE ÖLECEĞİM GİDECEĞİM

İstanbul’u seviyor musunuz?

Kızımın ismi, annesi koydu ama. Ben İstanbul'dan başka yerde yaşayamam. Bugüne kadar hiç başka bir ülkeye göçmeyi düşünmedim. Buna imkanım var. Bilinen bir adamım. Fotoğrafçı olarak bile dünyada ismim geçti. Bir ay sonra bir manyağa dönüşüyorum başka bir ülkede kalırsam. Hayatı hem kendime hem başkalarına çekilmez hale getiriyorum. Memleketimi seve seve, hem ağlaya zırlaya kendi memleketimde öleceğim, gideceğim. 

Bu topraklarda yaşamanın bedeli var diyorsunuz bir yerde de...

Tabii tereyağından kıl çeker gibi bir kariyerin olamıyor. Başına benim başına gelen gibi bir şeyler geliyor. Bir ödül töreninde şaka bile yapmadım. Saçma sapan bir şey için kuliste o kadar sinirimi bozdular üzdüler ki beni... Beni Cumhurbaşkanı'na şikayet ettiler, Cumhurbaşkanı da ismimi ağzına alınca iki, iki buçuk sene vallahi çalışmadan durdum. Ne yaptım hemen yatırım kendi memleketime. Vergisi ödenmiş, yurtdışındaki paramı getirerek. Kendime tiyatrolar yaptım.

 Meydan okudunuz.

Meydan okudum, hayata, kimseye değil. Herkes yüzünden bu başına gelebilir. Bir kör kurşuna da kurban gidebilirsin, bir trafik kazasında da gidersin. Kafana saksı da düşebilir. Önemli değil. Ne kimseye eyvallahım var ne kimseye kırgınlığım var. Hayat kırgınlıkla kızgınlıkla devam etmez, dolayısıyla yürüyeceksin. Bizim hayattaki derdimiz üretmek ve iyi üretimin insanlarda karşılığı olduğunda onun müthiş doyumunu yaşamak. Ben bunun için yaşıyorum. Bir de tabii itibarımız için yaşıyoruz. Bir adamın itibarı varsa, çölde de olsa o itibar itibardır.

KRİZ YÖNETİMİ YAKINDA BİR SAATE DÜŞECEK

İtibarsızlar da var.

Bilemem itibarsızları. 

İtibarsızlar belki de itibarsız olduklarını bilmiyor.

Benim başıma bunlar geldi. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı’na bir itibar suikastı yapılıyordu, adamın haklı olması olmaması meselesini bıraktım, itibar suikastinin Cumhurbaşkanlığı katında iletişim başkanına bile yapılabildiğini bir televizyon programında söylediğim için yine linç edildim. O da başka türlü değerlendirildi. Sonuçta itibar suikasti artık bir gaddarlık, çocukların okullarında, iş hayatında, Twitter’da hatta İnstagram’da... Facebook mezarlığında bile itibar suikasti yapılıyor. Bu memlekette bunu yaşarsınız.

"Ben zaten muhalefet ediyorum yeteri kadar.  Benim işlerimi, oyunlarımı görüyor musun? Bir adamın işi olur, ondan sonra sosyal durumu olur. Bizim çocuklarda iş yok güç yok sosyal durumları var."

Memleketin bu hali üzerinizde bir baskı oluşturuyor mu?

Ben kriz yönetimi denen şeyi çok iyi bilen bir adamımdır. Bütün krizlerimi doğru yönetmişimdir. Bu o kadar gündelik bir olay ki bizim ülkemizde, şirketlere, siyasilere  bu tip danışmanları olan insanların hepsine söyleyeyim, hepsini kovun, lüzumsuz yere para ödüyorsunuz.Türkiye’de kriz yönetimi bir gündür şu anda, yakında bir saate düşecek. Kendini bir odaya kapatsan zaten hakkındaki kriz bir saat sonra bitmiş oluyor. O kadar hızlı dönüyor ki dünya insanlar o kadar kısa sürelerde yok edilip tekrar geri getiriliyor ki saçmalık...

Sizin en büyük kriziniz neydi? 

Elimde olmadan üzdüğüm insanlardan hep özür diledim. Ben eğlence programı yapıyorum. Amacı insanları eğlendirmek. Ne kimsenin moralini bozmak, mesleğine, itibarına bir şey yapmak değil. İnsanlarla dalga geçiyorsun derlerdi. İnancıyla, politik görüşüyle, ailesiyle dalga geçmiyorum. Varlık nedenleriyle dalga geçmiyorum, mesleğiyle. Diyor ki çok güzel şiir okurum, şair misin? Değilim. ‘Okuma istersen, fena yaparım’ diyorum. İlle de okuyacağım diyor. (gülüyor)

CAN YAMAN'LA DÜNYAYA AÇILDIK!

Yaşlıyım diyorsunuz sıkça, yaşlı mısınız gerçekten?

Bunu bana sevgilim de söylüyor. Arkadaşlarım da... Ben şu nedenle söylüyorum. Benim yaşımdakiler ölmediğine göre, onları da bir an önce öbür dünyaya postalamak niyetinde olmadığımıza göre hep beraber Allah hepimize ömür versin bu hayatı sürdüreceğiz. Tarkan gibi zıplasam, Mustafa Sandal gibi yağ oranımı düşürmekle iştigal etsem, çoğu popüler hanım gibi sabahtan akşama kadar kendimi estetik tezgahlarına bıraksam... Ben bütün bunları nafile görüyorum. Bu nafile çabalara gerek yok. Dolayısıyla ben hala çok seksiyim. Can Yaman kariyeri yapmak iddiasında da olmadığıma göre... Can Yaman benim favorim, ideal erkeğim. Dünyaya Tarkan’la açılamadık ama Can Yama’la açıldık hakikaten. (gülüyor) 

Yaptığı şey kötüydü... 

O yaştaki her çocuk böyle bir sarhoşluğa düşebilir ne var. Şöhret sarhoşluğunu kastettim. Justin Bieber seyircilerin üzerine kusarken bir şey demiyoruz da Can Yaman’a niye şey yapıyoruz. Söz konusu olan kadınlar olunca ben de ayıpladım kendisini.

Baba olmak herhangi bir korku yarattı mı sizde?

Her anne baba gibi... Onlar ne hissediyorsa ben de aynı şeyi hissediyorum. Korumacı bir babayım. Gizli de takip ederim açık da takip ederim. 10 senelik performansım fena değil bakalım bundan sonra ne olacak?

GEZİ'DE BİR DOLANDIM SONRA KÜSTÜM OLMAZ

Şu sıralar size en çok bunaltan şey ne. Her şey olabilir, ülke, gündem...

Çok yakınen izlemeye çalışıyorum. YouTube’da politik ne varsa yalayıp yutuyorum. Okuyabildiğim kadar köşe yazarı okuyorum. Haber seyrediyorum mutlaka. Böyle bir çağda ‘dünyadan haberim yok’ olmaz. Bütün dünyayı çok iyi bileceksin. İktisadı, sosyolojiyi bileceksin, siyasetten anlayacaksın. Bunlardan soyutlanmaya çalışmak ‘sadece kendi sanatımı yaparım, çıkarım bir Mozart oynarım görürsünüz ha’ falan olmaz. Böyle bir şey yok. Ben bunun içindeyim ve bu konuda gençleri de sorguluyorum.

Öyle ‘Gezi’de bir iki dolandım, dünyadan haberim oldu sonra küstüm geri çekildim’ olmaz, bu gence yakışmaz. ‘Deprem olunca tweet atabiliyorum ancak’ böyle bir şey olmaz. Gençlere bakıyorsun...

Nasıl görünüyor?

Çocuk daha yirmi yaşında, vegan olmuş. Başka? Meditasyon yapıyor. Başka? Doğaya açılmak istiyor, çocuk istemiyor. Dünya vatandaşı olacak ve bir sürü şey. Hay ben senin kafana. Sen neyin meditasyonunu yapıyorsun. İçine bakacakmış. Senin daha içinde boktan başka bir şey yok. Ne olacak senin içinde? Mastürbatif dönemden ya çıktın ya çıkmadın, zavallı ergen. Daha yirmi yaşında, bakıyorum kişisel gelişim okuyor. Bırak onlar yaşlı ve kilolu kadınlar için. Sen niye böyle yapıyorsun ya?

"Gençlere bunu söylemek isterim, bir sanatçının da işi, işimiz tweet atmak değil. ‘Dayanamadım tweet attım başıma bunlar geldi...’ Haklısın başına bunların gelmemesi gerekiyor. Ben de sana ‘sus’ demiyorum ama senin işin işin, neyse o iş. Asıl o orda üreteceksin. "

Kaçış arıyorlar demek ki...

Dünyada sanatın ve yaratının, en çok coştuğu dönemler, tarih boyunca bütün ülkelerde, baskı altında hisseden sanatcılar tarafından mümkün olmuştur. Bugünün Türkiye’sinde iktidar yanlısı bir sanatçıysan, ilişkilerin varsa ferah feza bir hayatın var demek ki, iktidara karşı bir sanatçıysan bunu deklare ediyorsan, yazıyorsan çiziyorsan demek ki başka bir hayatın var. Gençlere bunu söylemek isterim, bir sanatçının da işi, işimiz tweet atmak değil. ‘Dayanamadım tweet attım başıma bunlar geldi...’ Haklısın başına bunların gelmemesi gerekiyor. Ben de sana ‘sus’ demiyorum ama senin işin işin, neyse o iş. Asıl o orda üreteceksin. 

Size de böyle eleştiriler geliyor,  sosyal medyada tepki vermediğinize dair. Sizden daha yüksek sesle muhalefet etmenizi mi bekliyorlar?

Ben zaten muhalefet ediyorum yeteri kadar.  Benim işlerimi, oyunlarımı görüyor musun? Bir adamın işi olur, ondan sonra sosyal durumu olur. Bizim çocuklarda iş yok güç yok sosyal durumları var. Twitter, instagram takipçilerine karşı kendilerini borçlu hissediyorlar. Yarın o uygulama gözden düşer sen bir anda vine fenomene gibi ortada kalırsın dilenci olarak. Facebook şu anda mezarlık da para kazanan bir mezarlığa dönüşebilir. İnstagram kendi kendine tedbir alıyor. ‘Herkes kafayı oynatıyor, biz bu uygulamanın geleceği içi insanların sinirlerini bozmamalıyız’ diye. Twitter da büyük linçlere, cinayetlere, toplumsal komplolara neden olduktan sonra ya biter ya kendine çeki düzen verir. Ben sosyal iletişimin işe yaradığına eminim ama bunu da Godard’ın 21. yüzyılı çok güzel tanımlayan sözüyle ifade edeyim ‘iletişimin her türlüsü var kendisi yok.’

BENİM MOZART'IM DERİN BİR ADAM

Mozart'la bitirelim mi?

Ne varsa seyrettim, okudum, yedim. YouTube dehlizlerinde her şeyi bulabiliyoruz... Sadece kahkaha atan cıvır cıvır bir oğlan değil, benim Mazort’ım derin bir adam. Beklenenden farklı bir Mozart. Oynadığımız ilk üç günde insanlar etkilendiler. Yüksek bir iş oldu. Benim için en anlaşılmaz olanı 600 küsür eserdir bu kadar kısa süre içerisinde. Laf olsun diye üretim değil, bu anlaşılamayan üretim. Ve tabii ki final üretimi. Final üretimi, hepsini kendisi de yazamamıştır, ölüm döşeğindeyken devam ediyor, sonra tamamlanıyor. Requiem eseri, sizi bir yere gömer ve bir daha ortadan çıkamazsınız.




Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler