Darbe bile yakınlaştıramadı

12 Eylül darbesinden sonra Demirel ve Ecevit çiftleri birlikte Hamzakoy’daki askeri tesislerde zorunlu alıkonuldular ve bir süre birlikte kaldılar. Ancak bu zorunlu birliktelik bile aralarındaki buzları çözemedi

Yayınlanma: 20.06.2015 - 05:37
Abone Ol google-news

‘Sadece ikimiz de aynı denize bakıyorduk’

70’li yıllar boyunca cenazede bile el sıkışmayan Ecevit ve eşi ile yolu Hamzakoy’a sürgün edilirken bekleme salonunda kesişti. Konuşmadılar. Darbecilerin propaganda amaçlı çekimlerinde mutsuz ve mağrur iki lider vardı. Ortaoyununa dönüşecek o çekimlere ikisi de izin vermedi. Hamzakoy’daki askeri kampın iki odasına yerleştiler. Darbe onları yine de yakınlaştıramamıştı. Acaba Ecevit ile bir şeyler paylaşmış mıydı? Demirel bu soruya “Sadece ikimiz de aynı denize bakıyorduk” yanıtını verecekti.

Demirel 12 Mart döneminde süngülerin gölgesinde siyaset yapıyordu. Nihat Erim başkanlığında kurulan hükümete CHP ve AP bakan vermişti. Yani hem iktidarda değillerdi hem de askeri cuntanın fiili tasarrufları bu bakanlar üzerinden uygulanıyordu. CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit “bu darbe bana karşı yapıldı” diyerek görevinden istifa etmiş, saygı uyandırmıştı.

Deniz’lerin idamı

Demirel yeni hükümete 5 bakan vermişti. Başbakan Nihat Erim de Demirel’e yakın çalışacağını ilan etmişti. Teknokrat Hükümeti’nde 15 tane de Meclis dışı bakan vardı. Kurulan 2. Erim hükümetine ise Demirel açıktan destek verdi. Askerler ise hükümet üzerindeki nüfuzlarını sertlik politikasıyla sürdürüyordu. Evler basılıyor, işkencehanelerde çalışıyor, sokaklarda infazlar yaşanıyordu. Bu döneme damgasını vuran ve Süleyman Demirel’in kişisel tarihinde bir utanç vesikasına dönüşen gelişme Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam kararının Meclis’e gelmesiydi.

Mendereslerin idamının karşılığının alınacağı gibi rövanşist duruş sergiliyorlardı. AP Grubu adına söz alan Seyfi Öztürk, “vicdanımız kabul etmez” diye aleyhte konuşan Bülent Ecevit’i eleştiriyor ve “ne vicdanı” diye soruyordu. Oylamada Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamına evet diyen eller arasında Süleyman Demirel de vardı.

Ortalık yangın yeri

Askeri cunta ülkeyi yangın yerine çevirmişti. Bu dönemde CHP’de tarihi bir değişim yaşanmış ve 12 Mart’a direnen Bülent Ecevit, İsmet İnönü’den genel başkanlık koltuğunu almıştı. Siyasetin yeniden hâkimiyet kuracağı fırsat 5. Cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşandı. Meclis’i tasfiye etmeyen ama Meclis koridorlarında güç gösterisinden kaçınmayan askerler 12 Mart cuntasının kudretli generali Kara Kuvvetleri Komutanı Faik Gürler’i aday gösterdi. Demirel bir gecede kontenjan senatörü olup gözünü Çankaya’ya diken komutana “Demokratik yollardan gelse idi mesele yok ama askeri vasıta ile gelip, parlamentoya ters kapıdan girmiştir” diyerek resti çekti. Ecevit ise Cumhurbaşkanlığı için dayatmalara direnecekti.

Havanın Gürler aleyhine döneceğini öngören askerler Ankara’nın merkezi noktalarına tankları yığmış, Meclis üzerinden askeri jetleri uçuruyordu. Nihayetinde Demirel’in ünlü deyişi gerçek oldu: “Demokrasi uzlaşma sanatıydı.” Ecevit CHP’si ile yapılan işbirliği ile askerlerin iktidar hevesi püskürtüldü. Fahri Korütürk yeni cumhurbaşkanıydı.

İlk büyük yenilgi

Siyaset yeniden doğal mecrasında akmaya başladığında sandık bir kez daha kuruldu. 14 Ekim 1973’teki seçimlerde Demirel 9 yıllık genel başkanlık tecrübesinin ilk büyük yenilgisi ile tanıştı. Seçmen 12 Mart döneminde yaşanan ekonomik kriz ve Erim hükümetindeki AP etkisini cezalandırmış ve “Karaoğlan”ı yani CHP lideri Ecevit’i birinci parti yapmıştı. Türkiye tüm 70’li yıllar boyunca yaşayacağı koalisyon krizleriyle tanışıyordu.

Meclis’e 149 vekil sokabilen AP’nin lideri sonucu, “Millet AP’ye muhalefet görevi vermiştir” diyerek özetleyecekti.

Rakipleri çoğaldı

Ecevit’in koalisyon teklifini geri çevirdi. 1970’lerdeki Demirel 60’lardaki başarısının verdiği özgüvenden uzaktı. Sağ kulvarda rakipleri giderek çeşitlenmişti. Eski AP’lilerin kurduğu Demokrat Parti, MHP, MSP ve CGP türü partilerle giriştiği rekabet ile sağcılığın bayraktarlığını ya da sağ görüşün tahkim edilmesini sağlayan militan bir dile doğru evriliyordu. Solun kitleselleşmesi ve meydanlardaki nüfuzuna karşı milliyetçi, İslamcı, anti-komünist söylemleri daha sık kullanır olmuştu. Artık Tanıl Bora’nın deyişiyle 60’lardaki gibi mühendis-teknokrat liberal yaklaşımının yerini, “Milliyetçi Türkiye”, “Güçlü Devlet” sloganlarında cisimleşen bir ruh hali almıştı.

Üç kırılma noktası

Ecevit’in MSP ile kurduğu koalisyon hükümetinin üç önemli kırılma noktası vardı. Haşhaş ekim yasağının kaldırılması, Kıbrıs Harekâtı ve genel af tartışmalarında sağ partilerle hareket etti.

Milliyetçi Cephe dönemi

Ecevit’in MSP ile koalisyonu bitirmesi sonrasında Demirel’in iktidar koltuğuna oturması için bir kez daha tarihi bir şans vardı. Demirel sağ partileri büyüyen komünizm tehlikesi karşısında birlikte hareket etmek yönünde ikna ederek Birinci Milliyetçi Cephe hükümetinin kurulmasına önderlik etti. Artık Demirel milletten devletin bekasına evrilen yeni bir çizgi tutturmuştu. Aradan geçen 4 yıldan sonra şapkasıyla yeniden başbakanlık koltuğuna dönüyordu. Milliyetçi Cephe hükümeti sağcı kadrolaşma, ülkede çatışmaların alevlenmesi, ülkücü ve İslamcı dünya görüşlerinin giderek daha meşru ve muhafazakâr tabanda etkili olması gibi yapısal sonuçlar doğurdu. 1975 yılında Kerim Yaman’ın öldürülmesiyle Türkiye yeniden çatışmaların başladığı bir döneme giriyordu. Demirel işte o koalisyondan hemen sonra hiç unutulmayacak tarihi açıklamalarından birini yaptı. “Bana milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz” diyordu.

Saldırıya uğradı

İlginçtir silahlı çatışmalarla gelişen bu şiddet sarmalının mağdurları arasına Demirel de katılıyordu. Milliyetçi Cephe’nin kuruluşunun hemen ardından Bakanlar Kurulu toplantısı sonrasında basının karşısına çıkan Demirel, Vural Önsel’in yumruklu saldırısına uğradı. Saldırgan muşta kullanmış ve Demirel’in burnu kırılmıştı. Önsel kendisini, hükümetin görevden almaya hazırlandığı TRT Genel Müdürü İsmail Cem’in azmettirdiğini açıklayarak kutuplaşmaya tuz biber ekti. CHP ise Önsel’in aşırı sağcı Sancak Gazetesi’nin yazıişleri müdürlüğünü yaptığını iddia ediyordu. Zaman içinde olay unutulmaya yüz tuttu. Ancak 1980 yılında başka bir operasyon sırasında Önsel’in polis ajanı olduğuna ilişkin iddialar gündeme geldi. Sır perdesi yine de aralanamadı.

Başı hep belada

Demirel başbakandı ama başı beladan bir türlü kurtulamıyordu. 1975 yılında yeğeni Yahya Demirel’e hayali ihracat için ödeme yapıldığının ortaya çıkması ve mobilya yolsuzluğu dosyasındaki ortağının Mıgırdıç Şellefyan olması ile bir kez daha güç durumda kaldı. Ecevit fırsatı kaçırmamış ve devletin yeğen Yahya’ya yaptığı ödemenin Bingöl’e yaptığı ödemeden fazla olduğunu iddia etmişti.

İkinci MC

1977 seçimlerine kadar devam eden bu koalisyonu Ecevit’in seçimlerdeki büyük zaferi bozdu. Demirel ikinci bozgununu yaşıyordu. CHP kıl payı tek başına iktidar şansını yitirmişti. Demirel yine bir milliyetçi cephe koalisyonuna güveniyordu.

CHP azınlık hükümetinin Meclis’te güvenoyu alamaması ile 2. Milliyetçi Cephe hükümeti kuruldu. Ancak inisiyatif hükümet programında değil, sokak çatışmaları ve ekonomik krizdeydi. Demirel yine hafızalardan hiç silenmeyecek bir açıklama ile ekonomi yönetiminin aczini itiraf ediyordu. “Türkiye 70 sent’e muhtaçtı.” 2. MC hükümetinin ilk beş ayında tam 155 kişi öldürülmüştü ve ölenlerden 65’i sol, 37’si sağ görüşe mensuptu. Partizan bir kadrolaşma süreci ile palazlanan sağ iktidar döneminde çatışmalar giderek çığrından çıkıyordu.

MC döneminin sonu

Ancak siyasi tarihte Ecevit’in kamburu olarak anılacak Güneş Otel’de AP’den ayrılan 11 vekilin bakanlıkla ikna edilmesiyle kurulan ittifak 2. MC döneminin sonu oldu. İlk kez Demirel’e ahlaki ve moral üstünlük kazandırdı. Demirel, Ecevit hükümetini “Çankaya Hükümeti”, Ecevit’i de “hükümetin başı” diye anıyordu. Bu dönemde artık çatışmalar Malatya ve sonrasında Sivas, Çorum ve Maraş’ta olduğu gibi kitle katliamlarına dönüşecekti.

Ecevit’in 3. iktidar denemesinin sonunu hazırlayan ekonomik krizdi. Yağdan benzine, sigaradan tüpe kadar pek çok temel ihtiyaç maddesi bulunamıyordu. Demirel yaptığı konuşmalarda hükümetin iflas ettiği temasını işliyordu.

24 Ocak Kararları

1979 yılındaki ara seçimlerde krizin faturası bu defa Ecevit’e pahalıya patladı. Yapılan seçimlerde 5 milletvekilini de AP kazanıyor ve 25 Kasım 1979’da Demirel bir kez daha iktidar koltuğuna oturuyordu. MHP ve MSP dışarıdan destek verecekti. Bu dönemde (1980) Demirel Türk iktisat tarihinin en önemli kırılma noktalarından biri olan 24 Ocak Kararları’nı açıkladı. Türkiye serbest piyasa ekonomisi, liberal politikalar gibi dünya ekonomisi ile uyumlu bir iktisadi yapıya kavuşacaktı.

Mektubun muhatabı kim?

1980 yılının hemen başında Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk Demirel’i köşke çağırdı. Bir mektubu vardı. Mektup Türk silahlı Kuvvetleri tarafından yazılmış bir muhtıraydı. Tıpkı 12 Mart’ta olduğu gibi anarşi, terör ve ekonomik krizin çözülmemesi halinde “bir gece ansızın” gelebileceklerini ima ediyordu. İktidarının üzerinden henüz bir ay geçmişti. Demirel mektupta sıralanan sıkıntıların kaynağının kendisi olamayacağı görüşündeydi. Zira daha yeni iktidara geldiğine göre mektup Ecevit’e yazılmış olsa gerekti. Ecevit de mektubun muhatabının kendisi olmadığını söyleyince mektup ortada kaldı. Oysa mektubun muhatabı demokrasinin ta kendisiydi ve siyasi çekişmelerle gözleri kararan liderler bu gerçeği göremiyordu.

Demirel’in gözü 11 Eylül 1980’de fısıltılarla gelen darbe iddialarıyla açıldı. Gece yarısına doğru telefon hattı kesildi. 04’te kapıyı çalan bakan arkadaşı Nahit Menteşe idi. Ordu devlete el koymuştu ve eşi ile birlikte Hamzakoy’a gitmesi gerekiyordu. Demirel, 27 Mayıs tecrübesinden hareketle “Eşim gelmesin, darbe zamanı kargaşadır. Karısının önünde birtakım şeyler yapılması insanlar için haysiyet kırıcı olabilir” diyerek itiraz etti. Ancak kapıda bekleyen amiral eşini de götüreceklerini söyledi.

Ecevit ve eşi ile yolu Hamzakoy’a sürgün edilirken bekleme salonunda kesişti. Darbe onları yine de yakınlaştıramamıştı.

Nasılsa şapka döner

Demirel bir aylık zorunlu sürgünden sonra Güniz Sokak’taki evine geri döndü. Evi dolup taşıyordu. Ziyaretçileri Demirel’i yalnız bırakmıyordu. Güniz Sokak’taki bu hareketlilik askerlerin de dikkatini çekmişti. Demirel Sıkıyönetim Komutanı Recep Ergun tarafından garnizona davet edildi: “Size gidip gelenler var, rahatsız oluyorlar” dedi. Demirel “Ben o odaya sığmam, Türkiye bizi taşıyamamıştır” yanıtını verdi.

Ancak bu yanıt askerleri tatmin etmemişti. Yeni sürgün yeri beraberinde çok sayıda eski siyasetçi ve CHP’li ile birlikte Zincirbozan yani Çanakkale’ydi. Demirel sürgün mekânını öğrendiğinde uzun bir araba yolculuğu dışında seçenek olmadığını hesaplamış ve “Gelecek iktidarımızda Çanakkale’ye bir havaalanı yapalım” demişti. Nasılsa şapka yine geri dönerdi.

YARIN: CUMHURBAŞKANLIĞI’NDAN SON YOLCULUĞUNA


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler