Ergenekon'la Coşar, Deniz Feneri'nde Şaşar!

Yayınlanma: 16.09.2008 - 14:25
Abone Ol google-news

Yasallıkla (legalite) ahlaklılık(moralite) arasındaki ince çizgiyi gösteren bu saptama, ancak “ahlaki tavır”la uygulandığı zaman “adalet” olan “yasa”yı ahlaki içeriğinden arındırıp bir “formül” ve “formalite” düzenbazlığına indirgeyen takıyyecinin, hilei şeriyyecinin, milli irade softasının elinde hukukun ne hale geleceğini de gösteren özlü bir saptamadır. Bu hukuk ve adalet anlayışı ile ne Ergenekon’dan çıkılabilir, ne de Deniz Feneri’ne girilebilir.

Yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesi (teminatı), hâkimlerin dokunulmaz olduklarını göstermez. Bu teminatlar hâkim ve savcılar için değil, yargı hizmetlerinden yararlanan yüce ulusumuzun güvencesi olarak tanınmıştır.” Bu tespit, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna aittir. Kurulun 6.6.2005 tarihinde yayımladığı ve hükümetin yargıyı siyasallaştırma girişimlerine karşı çıkıldığı bildirisinde yer almıştır. (Cumhuriyet gazetesi,7.6.2005).

Yargıç dokunulmazlığını bir tür ayrıcalık(imtiyaz) olarak gören sığ siyaset anlayışına özlü bir yanıt niteliğindeki bu kavramsal analiz, yalnız siyasiler için değil, hâkim ve savcı dokunulmazlığınıkeyfilik, hukukun üstünlüğünü hukukçunun üstünlüğü olarak algılayan adalet mensupları için de yol gösterici bir uyarı niteliğindedir. Yargıya güvenmek için soruşturan savcı ve karar veren yargıcın güven sarsıcı her türlü etkiye karşı korunmuş, güvence altına alınmış olması gerekir ki, işte hâkim ve savcı güvencesinin özü budur.

Ülkemizde yargının bağımsızlığını ve yargıç güvencesini tam olarak sağlayabilmenin önündeki en büyük engel, milli iradeyi amentü bellemiş bir milli irade softalığıdır. Madem ki çoğunluk oyu ile geldim, o halde her şeyi yapabilirim diyen ve bugünkü iktidarın elinde had safhaya ulaşan bu softalık, 1950lerden bu yana yargının bağımsızlığını ve yargıcın dokunulmazlığıyasama ve yürütmenin sınırları dışında tutmak için yoğun çaba harcamış, bu yöndeki niyetler meşruiyetşalına sarılarak maskelenmeye çalışılmıştır. Bu maskeleme o kadar başarılı yapılmıştır ki, milli irade softasına göre de yargı bağımsız, yargıç dokunulmazdır. Hatta softa usta bir demagog olduğu için, inanmadığı halde inanıyormuş gibi görünerek, herkesten fazla bu prensiplerin bekçiliğine soyunmuş görünür.

Fakat bu prensip bekçiliğinin sınırları, kendi şahısları ya da kendi iktidarlarına kadardır. Yargı kendileri ile ya da iktidarları ile ilgili sahaya girmişse, prensip bekçiliğine soyunmuşmilli irade softasının maskesi düşer, o ana kadar sadakatle savunuyor göründüğü yargının bağımsızlığı ve yargıcın dokunulmazlığı ilkelerini tepelemeye, yargıya ve yargıca hakaret etmeye başlar. Yargı kimseden emir almaz diye bas bas bağıran milli irade softalarının kendileriyle ya da partileriyle ilgili yargı kararları karşısında sergilediği tutumla sarf ettiği sözler, ulusumuzun ibret belleğine kazınmıştır.Bu nedenle ülkemizde adalet”, “meşruiyet ile milli irade softasının niyeti arasında sıkışıp kalmıştır. Şu mantığa bakınız ki, milli irade Ergenekonda savcı, Deniz Fenerinde avukat” (şüphelinin avukatı). Ergenekonda yandaş basına bilgi sızdırmada kusursuz, Deniz Fenerinde basını tehditte fütursuz. Ergenekonda saldırgan, Deniz Fenerinde kaçan.

Ergenekonda gemi azıya almış dörtnala gidiyor, Deniz Fenerinde eyer vurmuş, yarasından gocunuyor. Böylesine bir milli irade softalığının başında ekşidiği adalet, hangi bağımsız yargı ve hangi bağımsız yargıcın ellerinde yükselecektir? Nitekim Cumhuriyetin bir tek savcısı, ayyuka çıkmış kimi dişli yolsuzluklarla ilgili soruşturma açmaya cesaret edememekte, açılmış kimi soruşturmalarda da zanlı”, “sanık”, “tanık ayrımı yapılırken iktidara (o meşhur milli iradeye) yakınlık veya uzaklığın ölçü alındığı gözlenmektedir. Somut örnek, Ergenekon soruşturmasıdır. Elbette suç soruşturulacak, suçlu cezalandırılacaktır.

Ancak, soruşturmada izlenen yöntem, hukuk ihlallerini o boyutlara vardırmıştır ki, ülkenin gündemine birdenbire yargıya güven sorunu gelip oturmuştur. Bu soruşturmada kim şüpheli, kim sanık birbirine karışmış, iletişim kayıtlarından şüpheli yaratmayı zorlayan bir hukuk mantığıyla, laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu mahkeme kararıyla sabit olan bir iktidara telefonla olsun yazıyla olsun karşı çıkmak anayasal bir hak ve görev olmak gerekirken, suç sayılmıştır. Oysa Yargıtay Başkanlar Kurulunun 29.6.2004 tarihli bir kararı, teknik takiple (telefon dinleme ile) suç kanıtına ulaşmada bir sınır getirmiştir.

O tarihte Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı, Sosyal Sigortalar Kurumundaki soygun iddiasıyla ilgili bir soruşturma kapsamında usulüne uygun (hâkim kararı ile) bazı telefonları dinletirken, Yargıtay mensubu bazı yargıçların soygun çetesi ile yaptığı telefon görüşmelerine rastlamış, ancak, Telefon dinleme kararı dinlenen kişiler hakkında alınıp konuşan yargıçlar hakkında alınmamış olduğu için, onların yaptığı konuşma suç kanıtı sayılamazşeklinde karar almıştır. Kararı beğenmeyebilirsiniz, eleştirebilirsiniz, fakat yok sayamazsınız. Çünkü bir Yargıtay kararı niteliğindedir. İçeriği suç kanıtı oluştursa bile hakkında dinleme kararı olmadığı için bu konuşma Yargıtayca suç kanıtı sayılmazken, hakkında dinleme kararı olmayan insanların dinlenenlerle yaptığı normal konuşmalardan şüpheli yaratmaya çalışmak, hukuk ihlali değil midir?

Yöntemi toplumu tedirgin etmiş bir soruşturmada ülkenin Başbakanı’nın kendisini savcı ilan etmesi yargıya güveni sarsmamış mıdır? İnsan meşru olmaya (yasalara uygun davranmaya) zorlanabilir, fakat ahlaklı olmaya zorlanamaz, çünkü niyetler zorlanamaz der, Kant.

Yasallıkla (legalite) ahlaklılık(moralite) arasındaki ince çizgiyi gösteren bu saptama, ancak ahlaki tavırla uygulandığı zaman adalet olan yasayı ahlaki içeriğinden arındırıp bir formül ve formalite düzenbazlığına indirgeyen takıyyecinin, hilei şeriyyecinin, milli irade softasının elinde hukukun ne hale geleceğini de gösteren özlü bir saptamadır. Bu hukuk ve adalet anlayışı ile ne Ergenekondan çıkılabilir, ne de Deniz Fenerine girilebilir.

İbrahim Türkeş - Felsefeci Hukukçu


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler