Korku imparatorluğu

Saadet Partisi (SP) Genel Başkanı Numan Kurtulmuş, telefon dinlemeleriyle ilgili olarak son dönemde yaşanan gelişmelerin bütün toplumu tedirgin ettiğini vurguladı.

Yayınlanma: 12.12.2009 - 14:09
Abone Ol google-news

Kimin, kimi niçin dinlediğinin belli olmadığı, dinlemelerin yasal ve hukuki zeminden yoksun bir şekilde yapıldığı bir süreç yaşandığını belirten Kurtulmuş, “Eğer gereken önlemler alınmaz, bu noktada ciddi ve caydırıcı tedbirler ortaya konmazsa toplumdaki tedirginlik, daha da artacaktır. Devletin kurum ve kuruluşlarına olan güven sarsılacak, bir baskı rejimi, dikta rejimi görüntüsü ortaya çıkacaktır” dedi.

SP Genel Başkanı Kurtulmuş, telefon dinlemeleri konusunda son dönemde yaşanan gelişmelerle ilgili olarak şu değerlendirmeyi yaptı:

“Haberleşme hürriyeti özel hayatın gizliliğinin en önemli unsurlarından biridir. Anayasa ile güvence altına alınmıştır. Bu nedenle keyfi ya da kanun dışı yapılmış bir dinleme ne ahlaki ne de hukukidir. Demokratik sistemlerde hukuk dışı hiçbir girişim meşru görülemez. Her şey ama her şey yasalara ve hukuka uygun olmak zorundadır. Bu nedenle özellikle son dönemde ortaya çıkan gelişmeler gerçekten hepimizi, bütün toplumu tedirgin etmektedir. Kimin, kimi, niçin dinlediğinin belli olmadığı, dinlemelerin yasal ve hukuki zeminden yoksun bir şekilde yapıldığı bir süreç ortaya çıkmıştır. Eğer gereken önlemler alınmaz, bu noktada ciddi ve caydırıcı tedbirler ortaya konmazsa toplumdaki tedirginlik, daha da artacaktır. Devletin kurum ve kuruluşlarına olan güven sarsılacak, bir baskı rejimi, dikta rejimi görüntüsü ortaya çıkacaktır. Nitekim gelinen nokta bundan farklı değildir. Bu durumda kaybedenin ülkemiz olacağı, demokrasimiz olacağı açıktır.
Hiç mi dinleme olmayacak, elbette yasal olarak dinleme yapılır. Ancak ısrarla vurguladığımız gibi bunun sınırları, çerçevesi, anayasanın ve yasaların çizdiği sınırlar içinde olmalıdır. Keyfi ve hukuksuz dinlemeler kesinlikle bir anayasal suçtur. Bu kimden gelirse gelsin, hangi amaçla yapılırsa yapılsın suçtur ve ciddi cezai müeyyideler gerektirir. Özellikle bu dinlemeleri kişisel çıkarları ya da başka niyet ve hesaplar için yapanlar kanun ve millet önünde sorumludur. Saadet Partisi olarak çağrımız, Türkiye’nin gerçek anlamda şeffaflaşmasını sağlayacak, bu tür hukuk dışı niyet ve amaçları boşa çıkaracak kapsamlı bir reform sürecine girmesidir.”




‘Korku ve çifte standart yönetim’

Erdoğan’ın ‘Beni de dinliyorlar’ açıklamasının yasadışı dinlemeyi hiçbir şekilde meşrulaştıramayacağını söyleyen Altan Öymen: Kimse Başbakan’ın dinlenmesiyle ilgili yorum yapamıyor, çünkü haklarında yasal işlem yapılıyor.

CHP’nin önceki dönem genel başkanlarından gazeteci-yazar Altan Öymen, Türkiye’nin korku ve çifte standartlaşma üzerinden yönetilmeye başlandığını, bu durumun son yapılan anketlere de yansıdığı üzere AKP’nin oylarını düşürmeye başladığını söyledi. Öymen, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Beni de dinliyorlar” şeklindeki açıklamasının, yasadışı dinleme olaylarını hiçbir şekilde meşrulaştıramayacağını ifade ederek “Evet, belki Başbakan da dinleniyor ama kimse, hiçbir gazeteci dinlemelere takılan konuşmalar hakkında yazamıyor, yorum yapamıyor. Çünkü olayı haberleştirilen gazeteciler hakkında yasal işlem yapılıyor” diye konuştu.

 

‘Eleştiriye tahammülü yok’

Altan Öymen, dinleme olaylarının enflasyona uğradığını ve bu dinlemelerin büyük bir kısmının yasalara tamamen aykırı biçimde yürütüldüğünü anımsattı. “Dinlemelerin Yargıtay savcılarına, Yargıtay santralına ve İstanbul Başsavcısı’na kadar uzanmasının tam bir skandal olduğu” değerlendirmesini yapan Öymen, “Bugünkü iktidar, toplumun belirli kurumlarını ve kişilerini baskı altına almak için metotlardan biri olarak dinleme yolunu seçmiştir. Yargıtay ve savcılara yönelik dinleme operasyonlarının bir kısmı Adalet Bakanlığı’na bağlı müfettişlerin eliyle, yani Adalet Bakanlığı’nın inisiyatifiyle yapılıyor. Bakanlık burada yasadışı dinleme operasyonuna imza atmış oluyor. Bunun izah edilir bir tarafı yok” diye konuştu.

AKP iktidarının, toplumu pasifize etmek adına başta dinleme olmak üzere toplum üzerinde çeşitli baskı mekanizmaları oluşturduğuna dikkat çeken Öymen, şöyle devam etti: “İktidarın kullandığı, başta telefon dinlemeleri olmak üzere, çeşitli baskı araçları var. Amaç, tamamen kendine itaat eden bir toplum kurmak. Ancak tüm bu uygulamaların temelinde eleştiriye olan tahammülsüzlük var. Demokrasilerde insanlar protesto haklarını kullanabilirler ancak Başbakan Erdoğan, yurttaşın protesto etmesini dahi engelliyor. Geçtiğimiz günlerde yapılan özürlüler toplantısında, özürlü bir yurttaşın kaba kuvvet yoluyla uzaklaştırılması bu durumun en çarpıcı ve trajik örneklerinden bir tanesiydi.”

Türkiye’nin, son dönelerde “korku ve çifte standartlaşma” üzerinden yönetildiğini kaydeden Öymen, “Türkiye’deki çifte standart uygulamalar haddini aşmış vaziyette. Sıradan yurttaş ya da çok değerli bir akademisyenden elde edilen yasal olmayan dinlemeler, basına olduğu gibi servis edilirken Başbakan’ın Remzi Gür’le yaptığı telefon görüşmesini yayımlayan gazeteciler hakkında işlem yapılıyor. Başbakan ‘Ben de dinleniyorum’ diyerek durumu normalleştirmeye çalışıyor. Evet, Başbakan da dinleniyor belki ama gazeteciler bu konuda kendilerine otosansür uyguluyor, birkaç istisna dışında kimse konuyla ilgili yayın yapılamıyor.”



‘Cemaatler toplumu terbiye etmeye çalışıyor’


İstanbul Haber Servisi - Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Başkanı Erkan Baş, yargı mensuplarına toplumu giderek çıldırma noktasına getirmekte olan “kolektif hafiyecilik ve röntgencilik” hastalığına karşı koyma çağrısında bulunarak, “Cemaat örgütlenmeleri yüksek teknoloji marifetiyle bütün toplumu korkutarak terbiye etmeye çalışıyor” dedi.

Hâkim ve savcıların telefonlarının yaygın biçimde dinlendiğinin ortaya çıkmasının beklenen bir gelişme olduğunu söyleyen Baş, bu hukuksuz uygulamanın yaygınlaşmasında yargının rolünün büyük olduğu eleştirisinde bulundu. Baş, “Dinlemeler ne yazık ki adalet sistemimizin en kritik halkalarından birisi haline gelmiştir. Yargı mensupları bu ortamda yalnız kendi mağduriyetlerine karşı değil, tüm toplumu sindirme amacını taşıyan teknik takip çılgınlığına karşı seslerini yükseltmelidirler. Öbür türlü inandırıcı olmayacaklardır” dedi.

Telefon görüşmeleri, internet yazışmaları, mektuplaşmaların iki kişi arasında yapılan özel görüşmeler olduğunun altını çizen Baş, hâkim ve savcıların bir bölümünün, dinleme kararlarının alınması, telefon görüşme ve internet yazışmalarının delil olarak kullanılması için inisiyatif kullanıp yasadışı uygulamalara yasal kılıf uydurulmasına yardımcı oldukları eleştirisinde bulundu. Baş, şöyle konuştu: “Bütün yargı mensuplarını toplumu giderek çıldırma noktasına getirmekte olan bu kolektif hafiyecilik ve röntgencilik hastalığına karşı radikal bir karşı koyuşa çağırıyoruz. Yargı, yalnızca kendi haklarını korumaya kalkarak üzerindeki kuşatmayı yaramaz. Cemaat örgütlenmelerinin yüksek teknoloji marifetiyle bütün toplumu korkutarak terbiye etmeye çalıştığı bir ülkede yargı mensuplarının kendilerini dokunulmaz sanmaları anlaşılmaz bir tutum olmuştur. Konuyla ilgili koordinasyonu yürütecek devlet biriminin başkanının bu kepazeliği ‘Başbakan da dinlendi’ diyerek geçiştirmeye kalkması, Türkiye’nin nasıl bir zihniyetin elinde olduğunu göstermesi bakımından önemsenmelidir. 70 milyon dinleniyorsa, Başbakan da dinlenir.”


Adalet Bakanı’ndan büyük özeleştiri


ADALET Bakanı Sadullah Ergin, özel konuşmaların iddianamelerde yer almasına ilişkin soruya aynen şu yanıtı veriyor: “Bunların elbette önlenmesi lazım, tedbirinin alınması lazım. Ben de rahatsızım bu konuda.”

Ergenekon davasında hazırlanan üç iddianamede toplam sanık sayısı 202’ye çıkmış bulunuyor. Bu sanıkların çok önemli bir bölümünün telefon konuşmaları ayıklanmadan iddianameye konulduğu için özel hayatlarının mahremiyeti de ciddi bir şekilde ihlal edilmiştir.

Adalet Bakanı’nın açıklamasından yola çıkarak, Türkiye’de vatandaşların AİHS ve Anayasa ile güvence altına alınmış olan özel hayatın dokunulmazlığı ve haberleşme özgürlüklerinin ihlal edildiği sonucuna varabiliriz.

Bu durumda soruyoruz: Madem ihlal söz konusu, insanların rencide edilen onurları, yerle bir edilen itibarları nasıl tamir edilecektir? Ayrıca, bu tür hasarlar tamir edilebilir mi ki?

Bugün yapılanın yanlış olduğunu teslim eden Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümeti, geçen iki yıl içinde bu hukuksuzluğun göz göre göre icra edilmesine niçin seyirci kalmıştır?

Sedat Ergin

21 Kasım 2009/HÜRRİYET



Baro da “darbeci”ymiş, n’olcak şimdi?

TAKSİM’de İstanbul Barosu’nun, bugüne kadar süregelen hukuksuzlukların üstüne tüy dikecek şekilde “Ergenekon savcılarının da amiri durumundaki İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin” ve Yargıtay’ın da dinlendiğinin ortaya çıkması üzerine 46 baronun desteği ve yüzlerce avukatın katılımıyla yaptığı yürüyüşte meydanda bir binaya “Darbeci Baro Taksim’e hoşgeldin” pankartı asılmış.

“Genç Siviller
” isimli grubun astığını öğrendik ki bu genç sivillerle, yaşını başını almış ve demokratlığı da artık “iktidara yağcılık” olarak gören bir grup yazar/akademisyen arasında müthiş bir görüş birliği olduğu artık iyice su yüzüne çıktı. Düşünün Türkiye’nin baroları ve yüzlerce hukukçusu, benzer bir durumda her demokratik ülkede yapılacak haklı bir eylemi gerçekleştiriyor ve daha onlar gelmeden meydana bu pankart asılıyor.

Bir ülkedeki antidemokratik baskıları protesto eden herkes “darbeci” mi olacak?

Milyonlarca vatandaşın yürüdüğü Cumhuriyet Mitingleri’ne bile “darbe mitingi” denebildiğine, iddianamelere “suç” olarak yazılabildiğine göre bundan sonra böyle demek ki...

Ruhat Mengi


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler