Cansu Dere: Sosyal fobim var

Cansu Dere diyor ki, "Oyuncunun iyisi kötüsü yok mu? Magazincinin de vardır elbette. Ben bir erkek kameraman ve bir kadın muhabir görünce aranızda bir şey var mı diye sormuyorum." Soğuk görüntüsünün altında belli ki bu düşünceler var Dere'nin. Magazin basınından yana çok dertli. "Karşı cins ile sevişmeden de ilişki kurabilirim" demesi de bu yüzden.

Yayınlanma: 19.12.2009 - 08:32
Abone Ol google-news

Cansu Dere, eski Türkiye güzellerinden... Dünün revaçta mankeni, bugünün aranılan bir oyuncusuna dönüştü... O, hem “Ezel” gibi hayranları katlanarak çoğalan bir dizide, hem de “Seni yakacaklar” diye bas bas bağıran arabesk kara mizah denemesi “Acı Aşk”ın başrolünü üstleniyor. Özellikle Acı Aşk’taki körken aydınlığa kavuşan, saf kadından intikam meleğine dönüşen Cansu’yu sevdim. Üstelik dizilere inat, komik, muzip ve cana yakın bir karakter bu... Söyleşi sürerken kaşla göz arası Cansu’ya soruyorum, “Boy, pos ve endam, hepsi bende var. Benden manken olur mu?”... Ustalıkla ve tatlı dille savuşturuyor, “Olmasına olur ancak unutma ki; herkes bildiği işte daha iyidir”.

• Ne yalan söyleyeyim, egosu yüksek, mesafeli ve kibirli bir buzdağı beklerken, tam terse yatıp, şaşırıyorum. Cansu Dere, tek derdi sinema olan, son derece sıcakkanlı bir kadın. İçi dışı bir... Hemen koyu bir sohbete daldık, söyleşiyi unutup birbirimize film önermeye başladık. Ancak bir şey gözümden kaçmıyor, film ve dizilerden konuşurkenki rahatlığı, “yalan haber” mevzularına gelince ortadan kalkıyor ve bacaklarını oynatacak denli sinirlenip, sesi değişiyor. Bu tür haberlerin bir çok ismi asosyalleştirip, sokağa çıkaramaz hale getirdiği gerçeği önümüzde dururken, tepkisine hak vermemek elde değil.

- Acı Aşk, arabesk soslu ve doğuya özgü bir tür “Vicky Cristina Barcelona”... Absürt, tuhaf ve leziz... Bir erkek ve üç kadına dair bu çetrefilli aşk örgüsü, elbette kara mizah ile demleniyor. Katılır mısınız?

Katılıyorum ve söylendiğinde çok sıradan gibi görünen bir durum, bu anlatım şekliyle farklı bir hale dönüşüyor. Bambaşka bir tat oluşuyor. Haziran 2009’da geldi senaryo. Yönetmen Taner Elhan ve senarist Onur Ünlü ile uzun uzun konuştuk, performans beklenilen bir roldü. Deneme çekimi yapıldı ve ben bu rolü, almış gibi oldum. Sonra okuma üzerine çalıştık ve ardından da iki aylık çekim süreci başladı. İlk filmini çeken Taner, konuşurken insanı rahatlatan bir yönetmen... Filmde doğaçlamaya ihtiyaç duymadı, çünkü senaryo dört dörtlüktü.

Rolüm için araştırma yaptım

- Canlandırdığınız Oya karakterinin başına gelenler, Yeşilçam klişelerine göndermelerde bulunuyor. Görme engelli rolüne nasıl hazırlandınız?


Ceyda Düvenci’nin annesi Zümrüt Düvenci görme engelli, onunla hayli vakit geçirdik. Ardından internetten araştırma yaptım, Altı Nokta Körler Derneği’ne gittim. Doğuştan ve sonradan görme engelli insanlarla tanıştım. 20 yaşındaki genç bir kadının dünyası, göz tansiyonu nedeniyle bir anda kararabiliyor. Ancak daha da acısı, beş, altı yaşında kör olan insanlar... Düşünün çocuk kafasıyla kalan bir dünya.

- Fotoğrafçı Oya’nın sevdası hayli gözü kara... Sahiden bir kadın, aşk uğruna her şeyi göze alabilir mi?

Herkesin ‘her şey’i farklı gibi geliyor bana... Kadınların da öyle... Neredeyse bütün kadınlar hayatlarında en az bir kere her şeyi göze aldım demiştir. Kimi Oya gibi cinayeti hak görmüştür kimi de çok basit bir şeyi... Ama her şeyi göze almıştır.

Bana güzel kız rolü verilmesin

- Sizi daha çok dram ağırlıklı dizilerden tanıyoruz. Komedide de rol almak ister misiniz?


Tabii ki komedi filminde oynamak isterim. Komedinin çok zor olduğunu düşünüyorum ve iyi komedi yapanlara sonsuz saygı duyuyorum.

- Oya’nın sergisinde, Cansu Dere’nin çektiği fotoğrafları görürüz. Bu hissin tarifi nedir?

Garip bir his bu... Seyrederken o sahneyi, Oya’nın dışına çıktım. Her bir karenin ayrı bir hikâyesi var. O kareler artık hem benim hem de Oya’nın. Oya’ya hikâyeler yazdım. O kareyi nerde, nasıl ve ne hissederek çekmiştir acaba diyerek...

- Fotoğrafçılık sevdasına nasıl kapıldınız?


Sıla dizisi çekimi sırasında Mardin’de kalıyorduk. Menderes ağabeyle (Samancılar) ile birlikte yol, iz bilmeden dolaşıp fotoğraf çekmeye başladık. Hatta arabaya atlayıp Siirt’e, Dargeçit’e, Hasankeyf’e gittik. Oranın öykülerini ve o anı yakalayabilmek turistlere göre değil, kalabilmek ve yaşayabilmek gerekiyor. Bu sonra bende bir tutkuya dönüştü. Çocuk fotoğraflarını çekmeyi seviyorum. Çocuk adamlar diyorum ben onlara. Ama sergi açmayı düşünmüyorum, bu yüzden Acı Aşk’ın önemi benim açımdan büyük.

- Sizin için dizi ve film arasında fark var mı?

Kesinlikle var. Ancak bu benim işim, her ikisini de saygı ve itinayla yapıyorum. Ve daha çok filmde oynamak istiyorum, güzelliğimle ön plana çıkmadan. Mümkünse bana güzel kız rolü verilmesin.


Sosyal fobim var

- İstisnasız hemen her gün gazete ve televizyon kanallarında oyunculuk dışında adınızın geçtiği haberleri okumak ve izlemek sizi kızdırmıyor mu?


Ben bir asosyalim ve normal bir hayatım var. Sosyal fobiye sahip bir insanım, geceleri evden çıkmak beni rahatsız eder. Pijamalarımla evimde otururken en ufak bir alakamın dahi olmadığı yalan haberleri izlemek ve dedikodu için avukatım aracılığıyla yazı göndermek zorunda mıyım? Artık gazetelerde sadece köşe yazarlarını okuyorum. Ciddi gazeteler dışındaki yayın organlarına bakmıyorum bile... Yanımda kimi görseler adımı onunla anacaklar, bir gün olsun karşılarına geçip bir açıklama yaptım mı? Ben konuşmuyorsam, onlar ne hakla benim olmayan cümleleri kurabiliyorlar. Sonuçta yaşım 30’a geldi. Ben bir yetişkinim. Karşı cins ile sevişmeden de ilişki kurabilirim. Bela geleceğine eve kapanırım. Yalnızca işimi yapmalıyım ve saygımı kaybetmemeliyim. Oyuncunun kötüsü yok mu, magazincinin de iyisi vardır elbette. Ama ben, kültür ve sanat haberleri dururken magazin ile anılmak istemiyorum. Bir erkek kameraman ve bir kadın muhabir... Aranızda bir şeyler var mı diye onlara her hangi bir ithamda bulunmuyorum. Yalan ve ahlaksızlık, asla kabul edemeyeceğim şeyler.

Ezel’de özellikle Tuncel Kurtiz’in canlandırdığı “Ramiz Dayı” fenomene dönüşmüş durumda...

Ezel, gerçekten çıtayı yükselten bir dizi... Yönetmenimiz Uluç Bayraktar, senaristlerimiz Kerem Deren ve Pınar Bulut, daha iyiye gidebilmek ve sinema havası yaratabilmek için sürekli çalışıyorlar. Dizide Hasan Sabbah’tan Oscar Wilde’e dek her şey var. İzleyiciyi hem keyif alsın hem de bilgilensin diye... Tuncel Kurtiz, hepimiz için bir şans. Uğur Yücel’in Alacakaranlık dizisinde Tuncel ağabey, babamı canlandırmıştı. Bana öyle bir bağırmıştı ki, resmen gözlerim dolmuştu. Asla unutamam. O bir tarih. Tuncel Kurtiz yanınızdayken kendinizi bir hiç gibi hissediyorsunuz.

- Sıla’dan Ezel’e oyunculuk adına neler değişti?

Sıla’dayken sesimle ilgili problemler yaşıyordum. Daha da aşağı alıyordum sesimi... Sıla’dan sonra uzun bir süre çalışmadım. Çağan Irmak’ın Kâbuslar Evi: Takip’inde ve Son Osmanlı Yandım Ali’de rol aldım. Ezel’deki Eyşan ise apayrı bir karakter. Bir kadının kötü yanlarını da ortaya koyabiliyor.

- Eski Türkiye güzellerindensiniz ve oyuncu olmadan önce mankenlik yaptınız.

Türkiye 3. güzeli olmamın üzerinden neredeyse 10 yıl geçmiş. Yaş almak acayip bir şey. Bugüne dek asla pişman olmadım ama şimdi geçmişe dön deseler asla dönmezdim. Yurtdışında top modeller dışında kalan mankenleri kim tanır ki... Orada önemli olan taşıdığınız kıyafet ve ünlü moda evlerinin defileleridir. Örneğin Charlize Theron da mankenlik kökenli... Mankenlik bazen basamak görevi görüyor. Mankenlik adına başka şeylerle uğraşanlar ile işini layıkıyla kotaranlar vardır. Tam sınırdasınızdır ve kimin ne olduğu aslında bellidir.

- Kenan İmırzalıoğlu da eski bir manken...

İktisat okuyan, zeki, duyarlı ve oyunculuk yeteneğiyle öne çıkmayı başarabilmiş bir isim Kenan İmirzalıoğlu. Zaten kötü bir oyuncu olsanız devamı gelmez ki...


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler