Türkiye Montrö Sözleşmesi'ni nasıl uygulamalı

Son 10 yıldan bu yana NATO vasıtasıyla ABD'nin Karadeniz ve Kafkaslar'daki etkinlik alanını genişletmesi, Karadeniz'in önemini yeniden öne çıkardı. Soğuk Savaş'ın kilit ülkesi Türkiye'nin kontrol ettiği Boğazlar, bu defa kuzey-güney yerine güney-kuzey istikametindeki askeri gücün kontrolü kapsamında Montrö Sözleşmesi'ni tartışmaya açtı.

Yayınlanma: 22.09.2008 - 14:20
Abone Ol google-news

Son 10 yıldan bu yana NATO vasıtasıyla ABD’nin Karadeniz ve Kafkaslar’daki etkinlik alanını genişletmesi, Karadeniz’in önemini yeniden öne çıkarmıştır. Soğuk Savaş’ın kilit ülkesi Türkiye’nin kontrol ettiği Boğazlar, bu defa kuzey –güney yerine güney-kuzey istikametindeki askeri gücün kontrolu kapsamında Montrö Sözleşmesi’ni (MS) tartışmaya açmıştır. Yetmiş iki yıllık anlaşmanın;

İlk 6 yılı İkinci Dünya Savaşı,

45 yılı Soğuk Savaş,

Sonraki 11 yılı tek kutuplu barış dönemini,

2001 Eylül ayında başlayan son 7 yılı ise ABD’nin terörle mücadele kapsamında işgal ettiği Irak ve Afganistan savaşları ile devam etmektedir.

Gürcü-Rus çatışması Karadeniz’deki güç mücadelesine yeni bir boyut kazandırmıştır. Bu bağlamda, geçmişte Sovyetlerin yaptığı gibi, ABD’nin, Montrö Anlaşması’na uygunluk sağlamak maksadıyla blok deklareler (ön bildirim) ile Karadeniz’de Rus deniz gücüne üstünlük sağlayacak caydırıcı bir askeri gücü konuşlandırması beklenmektedir. Buna karşıt olarak Rusya’nın da Baltık ve Kuzey Denizi’nden Karadeniz’e takviye deniz gücü göndermesi gündemdedir. Bu durumda, Montrö Sözleşmesi’nin uygulanmasından birinci derece sorumlu ülke olan Türkiye, hem Rusya’nın hem de ABD’nin politik, ekonomik ve hatta tehdide varan askeri baskılarıyla karşılaşabilir.Niteki Rusya’nın Karadeniz’e çıkan ABD gemileri ile ilgili olarak Türkiye’ye gözdağı verici gayrıresmi açıklamaları olmuştur. Türkiye’nin MS’ni, uluslararası hukuk, geçmiş tecrübeler ve MS’nin amaç ve felsefesine, yani ruhuna uygun bir şekilde uygulamasından başka seçeneği bulunmamaktadır.Bu nedenle önce MS’ni hazırlayan şartlara bir göz atmak gereklidir.

 

Montrö'yü hazırlayan sebepler

Lozan Barış Antlaşması’na ek Boğazlar Sözleşmesi üç ilkeye dayanıyordu. Önce Boğazlar askersiz hale getiriliyordu. Ayrıca, Boğazlarda geçişi kontrol etmek ve Milletler Cemiyeti’ne geçişle ilgili bilgiler vermekle yetkili bir Boğazlar Komisyonu kuruluyordu. Bunun dışında, askeri bakımdan Türkiye için tehlike teşkil edecek bir duruma engel olmak üzere, Milletler Cemiyeti’nin, özellikle Büyük Britanya, Fransa, İtalya ve Japonya’nın garantisi sağlanıyordu. Boğazlar konusunda Lozan’ın arz ettiği en büyük sakınca, Türkiye’nin Boğazlar üzerinde tam denetiminin sağlanamamış olması idi. Türkiye, uluslararası barış ve güvenliğin korunması yolundaki güçlüğü belirterek ve 23 Mayıs 1933 Londra Silahsızlanma Konferansı’ndan itibaren, girişimlere başlayarak, Boğazların statüsünün yeniden düzenlenmesini istedi. Çünkü garantör ülkelerden, Japonya 1930 yılında Çin’e, 1933 yılında Mançurya’ya, İtalya 1935 yılında Habeşistan’a saldırmıştı. Bu istek üzerine 22 Haziran 1936’da Montreux’de bir konferans toplandı.. 20 Temmuz 1936’da imzalanan Montreux Boğazlar Sözleşmesi, Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin yerini aldı. Montreux ile, Boğazlar Komisyonu, askersiz bölge üzerindeki sınırlamalar kaldırılarak bu bölgelerin de askerli hale getirilmesi kabul edildi. Milletler Cemiyeti’nin yetersiz garantisi yerine, Türkiye, kendi gücüne dayanabilme ve Boğazlar üzerinde de savunmasını yapabilmek imkanına kavuştu. Ayrıca, Boğazlardan geçiş ve ulaşım, hem Türkiye’nin hem de Karadeniz devletlerinin Karadeniz’deki güvenliğini koruyacak biçimde düzenlendi. 72 yıldan bu yana yürürlükte olan, Montrö Sözleşmesi, zamanlama ve sonuçları açısından, tamamen, Atatürk’ün stratejik zekasının ve ileri görüşlüğünün ürünüdür.

Montrö olmasaydı, Türkiye İkinci Dünya Savaşı’na girmeye mecbur kalacaktı. Çünkü;

Savaşan tarafların Boğazlardan geçecek savaş ve ticaret gemileri engellenemeyecekti,

Ayrıca, askerden arındırılmış statüdeki Boğazların her iki yakasındaki Türk toprakları, güvenlik açısından çok hassas bir konuma geleceğinden, Türkiye’yi savaşa sokmak için altı yıl süren İkinci Dünya Savaşı’nın son dört yılında, sürekli baskı uygulayan İngiltere ve müttefikleri, Türkiye’ye karşı kolaylıkla ajitasyon, provokasyon ve tahrik faaliyetlerinde bulunma imkanına sahip olacaklardı.

Montrö Sözleşmesi, zamanlama açısından, Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki mutlak hakimiyeti nedeniyle, hem, İkinci Dünya Savaşı öncesi siyasi bloklaşmayı etkilemiş, hem de Birinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi Rusya’ya yapılan yardımların sadece Kuzey Denizi ve Basra Körfezi gibi uzun ve daha tehlikeli rotalara kaydırılmasını zorunlu kılarak, savaşın 2-3 yıl daha uzamasına neden olmuştur. Tarihin tekerrür ettiği bu savaşta, ne garip tesadüftür ki, her iki savaşın planlanandan daha uzun sürmesine Atatürk neden olmuştur. Bunu, bir Alman tarihçisine (E. Jöckh) söylediği, “ Boğazları ve Çanakkale’yi tıkamakla Rusları Karadeniz’e kapatmış oldum ve eninde sonunda çökmeye mahkum ettim. ..” sözleriyle anlatmaktadır. Aynı etkiyi, barış içindeki stratejik dehası ve karizmatik ikna gücüyle yirmi bir yıl sonra Montrö Sözleşmesi ile gerçekleştirmiştir. Atatürk’ün, ölümünden iki yıl önce Türkiye’ye kazandırdığı Montrö Sözleşmesi, 13 yaşındaki genç Türkiye Cumhuriyetini, daha gelişmesinin en başında olduğu bir dönemde, büyük bir savaşa bulaşmaktan korumuştur.

 

Türkiye'nin sözleşmeyi uygulama kriterleri 

Yukarıdaki tarihe sürece ve Türkiye’nin politik girişimlerine bakıldığında, Sözleşmenin felsefesi, yani ruhu iki noktada düğümlenmektedir. Bu bağlamda Türkiye’nin sorumluluğu;

Uluslararası barış ve güvenliğin korunması,

Kendisinin ve de Karadeniz devletlerinin güvenliğinin korunmasını kapsamaktadır.

Bu sorumluluklara Soğuk Savaş döneminde dolaylı olarak sağlanan Akdeniz’in güvenliğinin korunması da eklenebilir. Osmanlı’nın 300 yıllık kapalı denizi Karadeniz’e, yabancı yani, sahildar olmayan ülkelerin girmesi her zaman istikrarsızlık getirmiştir. 1853 Kırım Savaşı, 1914 Alman gemilerinin Osmanlı sancağı ile Karadeniz’e çıkması bunlara örnek verilebilir. Türk Boğazları vasıtasıyla Karadeniz’deki bir gücün Karadeniz’den-Akdeniz’e geçmesi Akdeniz harekat alanının genişliği yanında Cebelitarık Boğazı ve Süveyş Kanalı gibi Okyanuslara açılan iki çıkışa da sahip olması nedeniyle, anılan gücün kontrol ve takibini kolaylaştırıcı bir faktördür. Aksine Akdeniz’den-Karadeniz’e geçen bir güç kapalı bir denizde sınırlı operasyonel ve lojistik imkanlarla kısıtlanacaktır. Bu nedenle ABD, Karadeniz’de kalış süresi içinde, bölgede en iyi liman alt yapısına sahip olan Türkiye’den kendi savaş gemileri için lojistik destek ve limanda barınma talebinde bulunabilir.

 

Savaş gemisi ile insani yardım

Rus-Gürcü çatışmasından sonra “insani yardım” gerekçesi ile Karadeniz’e çıkan ABD gemileri uluslararası barış ve güvenliğin korunmasına katkı mı sağlamışlardır, yoksa istikrarsızlık nedeni mi olmuşlardır. Sözleşmenin uygulanmasında şekil ve zaman şartlarına uyulmuş mudur? Örneğin, ABD gemileri ne kadar zaman önceden ön bildirimde bulunmuşlardır? Gürcistan’dan sonra Sivastopol limanını ziyaret eden ABD Sahil Güvenlik gemisi için verilen ön bildirimde Sivastopol’un ziyaret edileceği belirtilmiş midir? İnsani yardım gerekçesi ile vurucu gücü çok yüksek olan ABD 6. Filo sancak gemisi Mount Whitney’in Karadeniz’e çıkması bölgenin güvenlik ve istikrarını artırmış mıdır, riske mi sokmuştur ? Türkiye, zamanında kararlı bir şekilde hareket etmediği taktirde, ileride hem Rusya’dan hem de ABD’den Montrö konusunda daha fazla taviz talebiyle karşı karşıya kalacaktır. Özellikle aynı anda Karadeniz’de bulunacak yabancı gemilerin tonajlarının hesaplanması, ön bildirim zamanlarının kısaltılması, gemi adlarının, gidilecek limanların belirtilmemesi gibi değişik talepler olabilir. Karadeniz’deki bir kriz ve istikrarsızlık, doğrudan Türkiye’nin güvenliğini tehdit eder bir seviyeye gelebilir. Türkiye, Sözleşme’nin 21. maddesine dayanarak geçişleri sınırlalama veya tamamen kaldırma yetkisine sahiptir. Bu bağlamda Türkiye, Montrö Sözleşmesi’ni hazırlayan uluslararası barış ve istikrar kriterlerini esas alan, hukuki, geçerli, kabul edilebilir, mantıklı ve uygulanabilir olmayan geçiş taleplerini geri çevirmekte asla tereddüt etmemelidir. Son derece modern nükleer veya konvansiyonel füze taşıyan askeri gemilerin Karadeniz’e çıkması, potansiyel bir çatışma riskini de beraberinde getirmektedir. Sözleşme, Türkiye’nin hangi siyasi ve askeri blokta olursa olsun kendisi bizzat bir çatışmaya girmedikçe, tam bir tarafsızlık içinde hareket etmesini gerektirmektedir. Bunun, özellikle NATO ittifakı içindeki müttefiklere açık bir şeklide anlatılması zorunludur. Türk Boğazları, 93 yıl sonra yeniden bölge ve hatta dünya jeopolitiğini etkileyecek stratejik bir uygulamaya konu olmaktadır. Türkiye, elindeki anahtarı doğru kullanmadığı taktirde, çıkarları etkilenen ülkelerin kapının kilidini değiştirmeye çalışacaklarını unutmamalıdır.

 

Türkiye Montrö’ye nasıl geldi?

Türk Boğazları, 18. yüzyılın ortalarından itibaren her zaman Batılı devletlerin en büyük ilgi odağı oldu. 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması ve yaklaşık 16 yıllık bir ardından ardından 20 Temmuz 1936’da imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesiyle ise bu durum büyük oranda Türkiye Cumhuriyeti’nin lehine şekillendi.

Lozan’daki görüşmelerde Boğazlar konusunda İngiltere ve Sovyetler Birliği karşı karşıya gelmiş, İngilizler Boğazlar’ın hem ticaret ve hem de harp gemilerine açık olması gerektiğini savunmuş ve bunun da uluslararası bir komisyonun tarafından kontrol etmesini benimsemişti. Sovyet Rusya ise, Boğazların ticaret gemilerine açık, harp gemilerine kapalı tutulmasından ve Türkiye’nin kontrolünde kalmasından yana görüş bildirdi. Türkiye, bu iki görüşe karşı, uzlaştırıcı bir orta yol önerdi. Türkiye’nin önerilerine göre, ticaret gemileri, barış zamanında Boğazlardan serbestçe geçebilecekler; harp zamanında, eğer Türkiye savaşa katılmışsa, tarafsız gemiler serbestçe geçişlerini sürdürecekti. Savaş gemileri ise, barış zamanında geçiş serbestisine sahip olacak, ancak Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin herhangi birinin donanmasından daha güçlü olamayacaktı. Ayrıca sahili olmayan ülkeler, Karadeniz’e her biri 10 bin Tonu geçmeyen üç gemiden fazla filo da gönderemeyecekti. Denizaltıların ise, su üzerinden geçmesi benimsenmişti.

Bunun kontrolünü ise, Türk temsilcinin başkanlığında; antlaşmayı imzalayan ülkelerin görevlilerinden oluşan bir Boğazlar Komisyonu kontrol edecekti.

Ancak 30’lu yıllarda Avrupa’da faşist ideolojinin egemenleşmesi sonunda, çatışmalar çıkmaya başladı. İşgaller de beraberinde gelince, Türkiye Lozan’da imzalanan Boğazlar Sözleşmesinin değiştirilmesini istedi. Ve konu ile ilgili olarak taraf devletlere 10 Mart 1936’da bir nota vererek tarafları görüşmeye çağırdı. 22 Haziran 1936’da başlayan görüşmelerde, Türkiye, ticaret gemilerinin geçişinin serbest olmasını, savaş gemilerinin geçişi için ise, Türk askerinin bölgede bulunmasını, Karadeniz’de kıyısı olmayan ülkelerin gemilerinin geçiş ve kalış süresinin kısıtlanmasını istedi. Bu görüşlerin benimsenmesinin ardından imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi 20 Temmuz 1936 günü imzalandı ve 9 Kasım 1936’da yürürlüğe girdi. yürürlüğe girdi. İtalya’da sözleşmeyi 2 Mayıs 1938’de tanıdı.

Montrö’nün temel şartları ise şöyle belirlendi:

- Ticaret Gemilerinin geçişi kısıtlamaya tabi tutulmadı. Savaş durumunda ise, sadece gündüz geçişe izin verildi.

- Hafif su üstü gemileri, yardımcı gemiler ve küçük savaş gemilerinin geçiş serbestisinden yararlanması ancak, gündüz geçiş yapması öngörüldü.

- Karadeniz’de kıyısı olan devletlerin savaş gemilerinin ise Boğazlardan tek tek ve en fazla 2 torpido bulundurarak geçmesine izin verildi. Denizatlıların da gündüz ve birer birer su üstünden geçmesi öngörüldü.

- Kıyısı olmayan devletlere, savaş gemilerinin geçişi için Türkiye’ye haber verme zorunluluğu getirildi. Ve bu gemilerin toplam tonajının 30 bin tonu aşmayacak olması benimsendi. Bunun yanı sıra, gemi sayısının da 9’un üzerine çıkmaması kararı alındı.

- Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkelerin savaş gemilerinin de Karadeniz’de 21 günden fazla kalması yasaklandı.

 

[email protected]


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler