Sözcükler ve İnsanlar...

Sinan Selimiye’yi, Süleymaniye’yi tasarlayıp yaparken, besbelli ki, hem uhrevi, hem de manevi bir esin kaynağına sahipti. Ama mimarlık ve yapı tekniği kurallarında da çağının en ilerisiydi. Bugün bile İstanbul’a siluetini veren Sinan’ın yapıtlarından daha güzelini 500 yıldır yapamadık. Galiba bunun en başta gelen nedeni, düşünce sisteminin donup kalıplaşması, eğitim ve üretim düzeninin çağın gereklerine ayak uyduramamasıdır.

Yayınlanma: 24.09.2008 - 11:46
Abone Ol google-news

Ağzımızdan hangi söz, hangi kavram çıkıyorsa, hepsi insan aklının, insanın hayal gücünün birer ürünü... Kutsal bir varlığın değil... Tanrının, peygamberlerin tarihini inceleyecek olursak, bunun böyle olduğunu görürüz.

Yunus Emrenin Yaradanı severiz yaratılandan ötürü özlü sözü demagogların, halk avcılarının dilinden düşmüyor. Ne ki bütün kutsal sözcüklerin, kavramların zaman içinde insanlar tarafından üretildiği unutuluyor. Oysa yaratan bir insan... Yaratılan ise onun ürünü, onun yapıtı...

Din temeline dayalı devlette fizik ötesini esas alan ruhban kafalılar egemendir. Laik devlette ise eğitimin temeli bilimdir. Dinin siyasal yaşama abandığı, toplumsal yaşamı kuşattığı yerde demokrasi yaşamaz. Onun için laiklik demokrasinin alfabesidir.

Önce eski Yunanda Zeusla başlayan çoktanrılı dinler doğdu. Derken çok değil, üç bin yıl önce, Musa ile tektanrılı dinler dönemi geldi. Peygamberlerin hepsi de, her nedense, birer erkekti. Hikmetinden sual olunmaz, yüce Tanrı kız çocuklarını baştan lanetlemişti anlaşılan...

Erkek de olsalar, peygamberlerin hepsi zamanında birer Filistinli gözüpek devrimciydi. Başlarına az şey gelmedi.

Peygamberler, hiç kuşku yok, yaşadıkları dönemlerde çığır açan insanlardı... Uyuşukluk içinde yaşayan kavimlerini silkip, silkeleyip ileriye götürdüler. Bunun için az çile çekmediler...

Ama üzerinde bir bez parçasıyla çarmıha gerilen İsa, bugünkü Katolik kilisesinin şatafatını ve ritüellerini görse herhalde mezarında ters dönerdi.

Muhammet ile birlikte Arap toplumu insanlık âleminde yeni bir dönemi başlattı. 8. yüzyılda Abbasi halifesi Harun Reşit zamanında bugün harabe halindeki Bağdat dünyanın en uygar kentiydi. Endülüs Emevileri döneminde özellikle tıp, matematik ve doğa bilimlerinde büyük ilerleme oldu. İspanyadaki Gırnata Sarayı, Kurtuba Camii büyük mimari yapıtlardır. Yedi dil bilen 21 yaşındaki İkinci Mehmet İstanbulu alıp yeni bir çağı başlattı.

Sinan Selimiyeyi, Süleymaniyeyi tasarlayıp yaparken, besbelli ki, hem uhrevi, hem de ma-nevi bir esin kaynağına sahipti. Ama mimarlık ve yapı tekniği kurallarında da çağının en ilerisiydi.

Bugün bile İstanbula siluetini veren Sinanın yapıtlarından daha güzelini 500 yıldır yapamadık.

Galiba bunun en başta gelen nedeni, düşünce sisteminin donup kalıplaşması, eğitim ve üretim düzeninin çağın gereklerine ayak uyduramamasıdır. İlk çıktığında ilerici bir işlev gören dinler zamanla kaskatı birer dogmaya, donmuş kalıplara dönüştü. Kaskatı kalıplar da batıl, kör inançlara ve hurafeye... Her şeyin nedeni ve amacı fizikötesi sanal bir varlık olunca, akıl çarpıldı...

Müneccimbaşılar, falcılar, kâhinler, bölmeli kafalar devlete, topluma egemen oldu. Bilimde, teknikte, sanatta, üretimde kadının adı bile yoktu.

İnsanın böyle sapkınlıkları var / Putunu kendi yapar, kendi tapar diyordu Tevfik Fikret.

Lütfen sorun tarihçilere, dilbilimcilere, etimologlara... Bütün sözleri, bütün kavramları zaman içinde insanın yarattığını söylerler size. Sözcüklerin, kavramların tarihini inceleyin. Tanrısözcüğü beş bin yıl önce yoktu. Allahdiye bir sözcük iki bin yıl önce söz konusu bile değildi. İnsan zaman içinde yeni sözcükler, yeni kavramlar türetti. Tanrı, melek, şeytan, cennet, cehennem, huri, gılman, ahiret, sırat köprüsü gibi insan hayalinin uydurduğu kavramlar zamanla insan aklını kıskıvrak bağlar oldu.

Kozmoloji evrenin tarihini, evrimini, yapısını inceler. Astronomi ve astrofizik gökcisimlerinin oluşumunu, fiziksel yapısını ele alır. Arkeoloji toprağı kazıp insanın tarihöncesinden başlayan gömülü evrimini araştırır.

Antropoloji insanın kökenini, evrimini, biyolojik özelliklerini, toplumsal ve kültürel yönlerini inceleyen bilim dalıdır. Paleontoloji ise fosilleri veri olarak kullanarak dünyada yaşamın tarihini araştırır.

Etnoloji antropolojinin bir dalıdır. Değişik kültürlerden insanların etnik kökenlerini, dünya ölçüsünde dağılımını, teknolojisini, dilini, dinini karşılaştırmalı olarak inceler. Etimolog sözün, paleograf yazının kökenini, tarihini araştırır.

Kısacası, her sözcüğün, insanın yarattığı her kavram, deyim ve terimin bir çıkışı, bir tarihi vardır. Etimoloji sözlüklerini incelerseniz, her sözcüğün çıkış tarihini görürsünüz.

Demek ki insan zihninin yarattığı Allah kavramının bir tarihçesi var. Peki, bizde ilahiyat fakültelerinde Allahın tarihi doğru dürüst okutuluyor mu?

Acaba bizde etimologlara başvurulup başta Allah, din, peygamber olmak üzere sözcüklerin kökeni soruluyor mu?

İnsanoğlu değişik dillerde bu sözcükleri ne zaman kullanmaya başladı? Sözcükler, kavramlar zamanla nasıl bir evrim geçirdi?

Niye medyada fizikçi, arkeolog, antropolog, paleontolog ve etimologlarımıza yeterince yer verilmiyor?


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler