"TSK'den elinizi çekin"

CHP lideri Deniz Baykal "Askerin siyasete müdehalesinin önündeki en büyük engel Cumhuriyet Halk Partisidir. TSK'ye karşı bütün tertiplerin karşısında da yine CHP vardır" dedi.

Yayınlanma: 16.03.2010 - 12:35
Abone Ol google-news

Partisinin Meclis grup toplantısında konuşan Deniz Baykal, 12 Eylül'de de CHP'nin askeri müdahaleye karşı tavır aldığını, askeri müdahalenin bütün acılarını yaşadığını ifade ederek "İnsanlarımızın haksız yere, ciddi bir karar olmadan tutuklandığı, gözaltına alındığı, aylarca yıllarca bu tutuklukların sürdürüldüğü, acıların yaşandığı bir dönemin içinden geçtik, sürgünlere gönderildik. Ve 1 gün bile ne silahlı kuvvetlere karşı, ne de demokrasiye olan inancımıza yönelik bir tereddüt içine girmedik. Ve şimdi Türkiye'de demokratik rejim işliyor. Böyle fiili müdahalelerin içinden çıkıp gelmiş bir siyasi parti ve siyasi kadro olarak açıkça ifade ediyorum ki askerin siyasete müdahalesinin karşısındaki en büyük güvence CHP'dir. Gene bu askeri müdahalelerin içinden başı dik, alnı ak, onuruyla çıkmış bir siyasi kadro olarak açıkça ifade ediyorum ki TSK'ya karşı yapılacak bütün tertiplerin karşısında da gene CHP vardır" diye konuştu.


"Siz önce 28 Şubat'ta hangi ilişkiler içine girdiğinizi açıklayın"

Kimsenin bu askeri müdahaleleri kendi özel hesapları için kullanmaya kalkmaması gerektiğini dile getiren Baykal, şunları söyledi:
"Kimse kendi hesabını görmeye, intikamını almaya, kendi amaçlarına ulaşmaya yönelik bir arayış içinde bu yaşadığımız tarihi kullanmaya kalkmasın. Herkesin hesabı ortada. 28 Şubat, 28 Şubat diyorlar. 28 Şubat'tan sonra 'İyi ki yapıldı, Türkiye rahatladı, Türkiye'nin önü açıldı' deyip kendi siyasetlerinin önünün açıldığını gören insanlar şimdi bu olayların en büyük ıstırabını yaşamış olanlara demokrasi dersi vermeye kalkıyorlar. Siz önce o 28 Şubat süreci içinde hangi ilişkiler içine girdiğinizi, bu 28 Şubat'ın sizin siyasi istikbalinize hangi katkıları yaptığını bir açıkça gündeme getirin, bir değerlendirelim. Niçin acaba herkese bir kulp takıyorsunuz da 7 yıl önce, 10 yıl önce yapıldığını söylediğiniz olayların hesabını soruyorsunuz da daha dün 28 Şubat olaylarının hesabını sorma gereğini niye duymuyorsunuz? Birilerinin 10 yıl önce, 7 yıl önce aklından darbe yapmayı geçirmiş olabileceği iddiasıyla en büyük suçlamaları yapıyorsunuz da resmen darbeyi yapmış, suçsuz insanları asmış, binlerce insana ıstırap çektirmiş olanlardan niye hesap sormuyorsun?"


"Masum insanlara haksız suçlamalar yapan anlayışı reddediyoruz"


Baykal, hiçbir siyasetçinin, yaşanılan olayları şimdi kendi siyasetinin dayanağı haline dönüştüremeyeceğini ifade ederek,

"Hepimiz bu ülkede demokrasi istiyoruz. Hepimiz bu ülkede silahlı kuvvetler, saygın, bütünleşmiş, görevini yapan, güçlü bir kurum olarak varlığını sürdürsün istiyoruz. Ama kenarından köşesinden müdahale edip oraya buraya çekmeye çalışan, masum insanlara haksız suçlamalar yapan, büyük acılar yaşatan, insanların intiharlarını kaçınılmaz kılan, haksız yere aylarca insanları gözaltına alıp tutuklayan 3 yıldır süren bir davanın içinde hala bir türlü doğrudürüst bir sonuç alamamış olan bir zihniyeti, bir anlayışı da reddediyoruz. Silahlı kuvvet ilişkisi önemli, elinizi çekiniz silahlı kuvvetlerden, uydurma gerekçelerle, yapay bahanelerle Türkiye'nin kurumlarını tehlikeli, sıkıntılı bir sürecin içine sokmayınız"

diye konuştu.

 

"Cari işlemler açığı 6 kat arttı"

Cari işlemler açığının dikkatle izlenmesi gereken bir düzeyde artmaya başladığını belirten Baykal, cari işlemler açığının Ocak ayında geçen yılın aynı dönemine göre 6 kat arttığını kaydetti. 2009 Ocak ayında 500 milyon dolara yakın açık olduğunu, bu yılın Ocak ayında ise yaklaşık 3 milyar dolar açık verildiğini ifade eden Baykal, bunun altında dış ticaret açığının kaygı verici biçimde yükselmiş olmasının yattığını bildirdi. Ocak ayında ihracatın artmadığını ancak ithalatın yüzde 25 arttığını, Türkiye'nin tekrar krize sürüklendiği dönemdeki gibi cari açıklar vermeye başladığını dile getirdi. Bu tablo sebebiyle Türkiye'de Ocak ayında resmi rezervlerde yaklaşık 750 milyon dolarlık azalma yaşandığına dikkat çeken Baykal, "Bu bir bozulmayı ortaya koyuyor. Dengelerde bir bozulmanın ilk işaretleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu açıkların finansmanında da giderek kaynağı belirlenemeyen fon girişlerine ve rezerv çözülmelerine tanık olunmaktadır" dedi.
 

"Hükümet açığı elektirik santrallerini satarak kapatacak"

Bu ekonomik manzara karşısında Hükümet'in yapıcı bir politika arayışı yerine Türk ekonomisinin temel ekonomik dayanaklarının satılması yoluyla bir kaynak sağlayarak geçici bir çözüm üretmeyi amaçladığına dikkat çeken Baykal,
"Türkiye'de elektrik enerjisinin kurulu gücünün yaklaşık üçte birinin EÜAŞ aracılığıyla 45 adet termik ve hidroelektrik santralinin satılması hazırlığına başlandığını görüyoruz. Türkiye'de tarihimiz boyunca gerçekleştirilmiş bir elektrik enerjisi üretim tesislerinin.üçte birine yakın bir kurulu gücün sadece kaynak tedariki ihtiyacıyla, açık kapatmak anlayışı içinde, ithalatı, cari açığı finanse etmek için elden çıkarılma noktasına gelindiğini görüyoruz. Bu iyi bir gidiş değildir" dedi.

Elektrik santrallerinin zarar değil kar ettiğini, bu santrallerin ekonominin "şah damarı" olduğunu vurgulayan Baykal, "Hem bunu yapacaksın, hem de Cumhuriyet tarihi boyunca alın teriyle, emekle üretilmiş o tesisleri gerçekleştiren insanlara 'taş taş üstüne koymadılar' diye hakaret edeceksin, ondan sonra da onların eserleriyle açık kapatacaksın" sözleriyle Hükümet'e tepki gösterdi.

"Bu talandır" diyen Baykal, "Bu, günü kurtarmak için yapılan bir işlemdir. Kalıcı bir çözüm değildir. Politika yanlıştır. Kendi sorunlarına çözüm üreten bir politika değildir" diye konuştu. Baykal, önümüzdeki dönemdeki "mirasyedi anlayışı içinde her türlü hovardalık yaparcasına her türlü açığı verip sonra da elde avuçta ne varsa onları satarak bunları kapatma politikasının yanlışlığını" bütün güçleriyle anlatacaklarını bildirdi.
 

"İktidar emeklilerden hak ettiği silleyi yiyecek"

Baykal, enflasyondaki yükselişin de kaygı verici boyutlara ulaştığını belirterek bu yılın ilk iki ayında toplam yüzde 3.32 enflasyon artışı yaşandığını, memurlara verilen yıllık yüzde 3.78'lik maaş zammının yılın ilk iki ayında eridiğini söyledi. Emeklilere verilen yüzde 1.83'lük zammın Ocak ayında eridiğini dile getiren Baykal, emeklilere KEY alacaklarının verilmediğini, büyümeden pay da verilmediğini ifade ederek "Öyle zannediyorum ki önümüzdeki seçimde bu iktidar o emeklilerden hak ettiği silleyi yiyecektir, bütün bu gerçekler ortadadır" dedi.
 

"Sınav varsa herkes girsin"

Baykal, konuşmasında öğretmenlerin sorunlarına da değindi. Öğretmenlerin feryadına herkesi kulak vermeye çağıran Baykal, Türkiye'de yaşanan öğretmen ihtiyacına karışın görev yapamayan öğretmen birikiminin çarpık bir tablo oluşturduğuna dikkat çekti. Milli Eğitim Bakanlığı rakamlarına göre 133 bin öğretmen açığı olduğunu, 120 binin üzerinde sözleşmeli ve ders ücreti karşılığı çalışan öğretmenler de hesaba katıldığında öğretmen açığının çok daha fazla olduğunu belirten Baykal, bu sorunun bir an önce çözülmesi gerektiğini ifade etti.

Üniversiteye giriş sisteminin haksız, adaletsiz olduğunu belirttiklerini, CHP iktidarında üniversiteye giriş sistemini köklü bir şekilde değiştireceklerini bildiren Baykal, YÖK'ün 18 Şubat'ta aldığı yurt dışındaki liselerden mezun olan Türk vatandaşlarının üniversiteye sınavsız olarak girmesine imkan veren kararına tepki gösterdi. "Bunlar hafif alıştırma, zemin oluşturma girişimleri. Milletimizin haberi olsun" diyen Baykal, "Herkes sınava girecek sınav olacaksa. Ya da CHP'nin düşündüğü ve söylediği gibi sınav olmayacaksa o zaman herkese sınav olmayacak" dedi.

Öğrencilerin yeteneklerine ve eğilimlerine göre ortaöğretimden itibaren yönlendirilmesi gerektiğini kaydeden Baykal, şöyle konuştu:
"Öyle gözüküyor ki yurtdışından imtiyazlı bazı kesimlerin eğitim engeliyle karşılaşmadan üniversitelerde yer tutması ihtiyacı ortaya çıkmış, bunun gerekleri yerine getirilmeye başlanmış, Türkiye'de bir puan tartışması kıyameti koparıyor, öte yandan siz açmışsınız kapıları birilerine, öbürlerine de bir elek koymuşsunuz, geç geçebilirsen. O eleğin içinden Türkiye'de okumak zorunda olan bu memleketin evlatları bu memleketin okullarında okumuş olan evlatları giremeyecek, yurtdışındaki okullardan süzülüp gelenler bütün üniversitelere istediği gibi girecek."
 

"Kırılganlara yol açacak gelişmeler umarım yaşanmaz"

Geçtiğimiz hafta Diyarbakırspor-Bursaspor maçının yarım kalmasının ardından bu hafta yine İstanbul Büyükşehir Belediyespor-Diyarbakırspor maçının tatil edilmesine de değinen Baykal, "Türkiyemiz'de de geçmişte de spor temasları bir gerginliğe zaman zaman vesile olur, çatışmalar ortaya çıkar, bunları hep yaşamışızdır. Ama şimdi olayın Türkiye'de sıradan bir yöresel çatışma olmanın ötesine geçme tehlikesiyle bizi karşı karşıya getirmekte olduğunu görüyorum. Uzun süreden beri bu gelişmelerin işaretlerini görüyoruz, biz çok özenle bu konuya yaklaşıyoruz. Türkiye'de yaşanan maçların bir etnik çatışma izlenimi vermemesini sağlamak hepimizin ortak görevidir, sorumluluğudur. Herkesin kendi etnik kimliği vardır, herkesin kendi etnik kimliği onun onurudur. Ama futbol maçlarını bir etnik husumet, karalama, düşmanlık vesilesi haline dönüştürmemek hepimizin temel görevidir, sorumluluğudur" diye konuştu. Bir süre önce Anlatya'da Diyarbakırspor-Antalyaspor maçına gittiğini ve kulüplerin yöneticilerinin yapıcı yaklaşımlarıyla kardeşçe bir maç yaşadıklarını anımsatan Baykal, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Ama maalesef bunu sürdüremediğimizi görüyorum. Bundan da büyük üzüntü duyuyorum. Bu geldiğimiz aşamada bu konuya özel bir duyarlılıkla herkesin yaklaşmak temel görevidir. Tuzağa düşmemeliyiz, milletçe de tuzağa düşmemeliyiz, stadyumdaki seyirciler, Futbol Federasyonu, hakemler, sporcular, hiçbirimiz düşmemeliyiz. Ve Türkiye'de hepimizin özlediği güzel spor yarışma ortamını kendi kuralları içinde mutlaka çalıştırabilmeliyiz, ayakta tutabilmeliyiz. Bu konuda önümüzdeki günlerde umarım hepimizi rahatsız edecek, üzecek gelişmeler ortaya çıkmaz. Bu lig barış içinde tamamlanır. Elbette yanlış yapanlar hakkında ne gerekiyorsa gereken kararlar alınır. Ama bir tasfiye sonucu ortaya koyacak üzüntü verici kırılganlıklara yol açacak gelişmeler umarım ortaya çıkmaz, bunun önlemini, çaresini hep beraber ararız, buluruz. Bu konuda Diyarbakırspor yöneticilerine de çok büyük görev düştüğü kanısındayım. Onların da bu konuda gereken anlayışı ve duyarlılığı sergilemelerini bekliyorum. Türkiye olarak bir an önce kendi aramızda futbol maçı yapamaz hale düşmemeliyiz, bizi buraya düşürmek isteyenlerin oyununu hep beraber bozmalıyız."

Baykal, 50 yıldan beri görev yapan Diyarbakır Göğüs Hastalıkları Hastanesi'nin kapatılması kararının alındığını, bu konuda kendilerini ve iktidarı Diyarbakırlılar'ın göreve çağırdığını belirterek Hükümet'i, hastaneyi kapatmamaya çağırdı.
 

"Bu iktidar Deniz Feneri ve Habur'la hatırlanacak"

Baykal, Meclis'te bekleyen dokunulmazlık dosyaları konusunu da değerlendirirken, Meclis'te daha önce belirttiği gibi 608 değil, 664 adet dokunulmazlık dosyasının beklediğini belirtti.

Deniz Feneri konusunun, bu iktidarın simgesi haline geldiğini söyleyen Baykal, "Ben zaman zaman kendime soruyorum: Bu iktidar çekip gidecek inşallah kısa zamanda. Bu çekip gittikten sonra acaba bu AKP dönemini neyle hatırlayacağız diye kendi kendime soruyorum. Bunun iki tane cevabını buldum. Sizler de katkı yapabilirsiniz. Bir Deniz Feneri'yle hatırlayacak AKP'yi, bir de Habur kapısındaki o skandalle. O hukuka yapılan tecavüz olayıyla, o büyük hukuki ve siyasi skandalle ve Deniz Feneri'yle bu iktidarı hatırlayacak" dedi.

Almanya'nın talebiyle 2009 Ekim'inde Türkiye'de ifadeleri alınan 4 sanıktan sadece 1'ine mahkeme ilamının ulaştırıldığını, diğerlerine ise ulaştırılmadığını bildiren Baykal, şunları söyledi:
"Şimdi Almanya'da 2. dalga Deniz Feneri soruşturması... 'Şu kişilerle ilgili mahkeme ilanını tebliğ et' diyor, 'Ben yargılayacağım' diyor Almanya. 'Benim yapacağım yargılama için senin memleketinde yaşıyor bunlar, onlara tebliğ et kardeşim, ben yargılayacağım adama tebligat yapmadan yargılayamıyorum, Almanya'da olsa ben onları bulur tebliğ ederim. Şimdi sende, sen bunu tebliğ et' diyor. Kim bunlar, tebligat için adresi bulunamayan insanlar? Kanal 7 Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Karaman, Reklam ve Pazarlama Müdürü İsmail Karahan, RTÜK üyesi Zahit Aykut Akman ile Deniz Feneri eski yöneticisi ve eski Kanal 7 Muhasebe Müdürü Harun Kapıyoldaş aleyhine hazırlanan iddianame 2009 Ağustos'unda Frankfurt 29. Ceza Dairesi'nde dava açılması talebini içermektedir. Bunları buna tebliğ edin diyor. Bu tebligat yapılamadı. Bir tanesine yapıldı. Gerisine yapılamadı. Biz kendimiz gereken şekilde yargılamıyoruz, adamların yapacakları yargılama için tebligatı da yapmıyoruz. Niçin acaba? Bunların imtiyazı nedir? Bunlar niçin himaye altındadır? Bunlar kimin himayesi altındadır? O her gün sağa sola caka satan hangi Hükümet'in, o Hükümet'in hangi mensubunun, Başbakan'ın mı, yardımcısının mı, kimin himayesi altındadır? Adalet Bakanı'nın mı himayesi altındadır? Türkiye'yi bir sanığa tebligat yapmaktan aciz bir ülke konumuna düşürmenin sorumluluğunu bunlar nasıl taşıyorlar?"
 


"Sen de soruşturul, ben de soruşturulayım"

Başbakan'ın uyuşturucu kaçakçılığı suçlamasıyla gözaltına alınan yeğeniyle ilgili "Gereğini yapın" dediğini anımsatan Baykal, "Burada da desene kardeşim, niye diyemiyorsun burada? Ayrım yapmak çok mu zor, çok mu iç içe geçmiş? Birisini verirsek gerisi gelir gibi bir durum mu var? Gerçekten vahim bir manzara" dedi. Deniz Feneri davasının sürecini anımsatan Baykal, Almanya'da sanıkların yargılanıp cezalandırıldığını, yargılama devam ederken Alman Polis şefinin Adalet Bakanı tarafından gizlice Türkiye'ye davet edildiğini, mahkemenin "Asıl suçlular Türkiye'de" demesine karşın dosyanın uzun bir süre istenmediğini, istendikten çok uzun bir süre sonra geldiğini, geldikten sonra tercümesinin geciktirildiğini anlatan Baykal, "Savcılık Zahit Akman için soruşturma izni istedi. Bu soruşturma gidiyor şimdi, hala iddianameyi görmedik. Başbakan soruşturma izni vermedi. Başbakan, RTÜK eski başkanı hakkında Türkiye Cumhuriyeti Savcılığı 'Bu Deniz Feneri yolsuzluğuyla ilgili olarak işin içinde, müsaade edin, soruşturalım bu kişiyi' dediği halde izin vermedi. Bugün öğreniyoruz, Başbakan 'Adana Belediye Başkanı soruşturulsun' diyormuş. Adana Belediye Başkanı da soruşturulsun, Zahit Akman da soruşturulsun, sen de soruşturul, ben de soruşturulayım. Hep soruşturulalım. Niye sadece Adana Belediye Başkanı soruşturulsun, sen Zahit Akman'ı niye saklıyorsun, niye koruyorsun Sayın Başbakan, nedir gerekçen, bir çık söyleyiver. Bunu yazanı ezerim diye korkutuyorsun. Gazetelerine ceza üzerine ceza yazıyorsun, milyarlarca dolarlık ceza yazıyorsun, onları sindiriyorsun, sonra da bu soruları kimse sormayacak zannediyorsun. Sorarlar, kimse sormazsa CHP sorar, Deniz Baykal sorar" diye konuştu. Baykal, tüm bu olanlara rağmen Deniz Feneri Derneği'nin 'topluma yararlı dernek' statüsünün devam ettiğine dikkat çekti.


"Din ile siyasetin karıştırılması daima büyük sıkıntı yarattı"

Siyaset ve dinin karıştırılmaması gerektiğini vurgulayan Baykal, şöyle konuştu:
"Bunun karıştırılması bütün toplumları tarih içinde daima çok büyük sıkıntılar yaratmıştır. Biz bu dersi devletimizin kuruluş dönemlerinden itibaren çok doğru bir şekilde aldık, siyaseti dinin ötesinde kendi alanında tutmayı önemli saydık. Dine saygı her şeyin ötesinde ama siyaset de kendi kurallarıyla işleyecek. Laiklik dediğimiz bu, dine saygı, dinin gereğinin dini alanda etkili olması ama siyasetin, hukukun, eğitimin dini dayatmalarla yönlendirilmemesi, ilahiyat olarak, inanç olarak, iman olarak dinin herkesin ruhunu aydınlatması, ışıtması, herkesin onu en güzel şekilde yaşaması, paylaşması, gereğini yerine getirmesi... Ama siyaseti oradan yönlendirmeye kalktığın zaman olmaz. Bütün bunlar hep yaşandı. Ne görüyoruz, bu temel ilke, kutsal bir anlayış bu. Bu anlayış son zamanlarda ihlal edildi. Ben bunu bir siyasetçi olarak söylemiyorum. Anayasa Mahkemesi bir karar verdi. Dedi ki 'Sen laikliğe karşı eylemlerin odak noktasındasın.' Bu bir hüküm. Bu benim siyasi suçlamam değil, yargının, mahkemenin hükmü. 'Sen bu ayrımı gözetemedin' arkadaş demiş. Birinci noktada bir zafiyet var, bu zafiyeti biliyoruz. Bu zafiyete sürüklenmesin istedik, Türkiye bu zafiyete, partiler, iktidar sürüklenmezse güçlenir, önü açılır. Buraya partiler sürüklenir, hele iktidar sürüklenirse o ülke karmakarışık olmaya başlar. İşte başımıza gelen bu. Oralardan başladı. Birinci ilkede böyle bir şaibe duruyor."


"Siyasete göre ordu yapmaya kalkarsak sıkıntı doğar"

Baykal, konuşmasında ordu-siyaset ilişkisini de değerlendirirken, "Siyasete göre ordu yapmaya kalkarsak, siyasete göre silahlı kuvvetler yapmaya kalkarsak, siyasi partiye göre silahlı kuvvetleri yönlendirme arayışı içine girersek buradan çok büyük sıkıntılar çıkar. Tarihimiz bunun pek çok örneğiyle doludur. Bu da uzak durulması gereken bir olaydır. Mesafeli, Anayasa'ya, hukuka, sivil yönetime elbette saygı anlayışı içinde ama mesafeli bir ilişki bu alanda mutlak ihtiyaçtır" dedi.

Ordu-siyaset ilişkilerinin hukuka, yasalara uygun bir biçimde çalışır hale getirmesi gerektiğini belirten Baykal, "Bu konuda son zamanlarda maalesef sıkıntılı günler yaşıyoruz. Bakınız elbette Türkiye'de siyasetle ordu ilişkisinin engebeli bir geçmişi var. Askeri müdahaleler yaşandı. Buradan kaynaklanan korkuların, tedirginliklerin, sıkıntıların kendisini sürdürüyor olması doğal. Ama bu korkuların, kaygıların Türkiye'yi bu açıdan yeni sorunlarla karşı karşıya bırakmaması en temel ihtiyaçtır" diye konuştu.


"Bütün askeri müdahalelere karşı somut tavır takındık"

12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980'de Hükümet'e ve parlamentoya yönelik etkin sonuçları olan askeri müdahaleler olduğunu söyleyen Baykal, şöyle devam etti:
"Bu olaylar şunu hep birlikte kabul etmeliyiz ki Türkiye için çok ciddi dersler çıkarılması gereken bir laboratuar konumunda olmuştur. Ve biz CHP olarak 12 Mart'a da, 12 Eylül'e de bütün askeri müdahalelere de lafta değil, çok net, çok somut bir biçimde karşı tavır takınmışızdır. Bizim askere saygımız vardır. Türkiye'de silahlı kuvvetlerin büyük önem taşıdığına inanıyoruz. Silahlı kuvvetlerin sakınılması, korunması gerektiğine, Türkiye'nin silahlı kuvvetlerini güçlü tutmaya çok büyük ihtiyacı olduğunu en iyi biz biliyoruz ama gene biz diyoruz ki herkes kendi işini yapacaktır. Asker askerliğini yapacaktır, siyasetçi siyasetçiliğini yapacaktır. Bu ilke etrafında daima tavır takındık. 12 Mart'a da net bir şekilde bizim siyasete alet edilmemize, silahlı kuvvetlerin gölgesinde siyaset yapma anlayışına girmemizi kimse sağlayamadı. Türkiye'nin o dönemi mutlaka en kısa zamanda mutlaka aşması gerektiğine hep beraber inandık bütün CHP'liler ve o doğrultuda büyük bir mücadele verdik ve çizgimizi o netlikte oturttuk."


"Askerin siyasete müdahalesinin karşısındaki en büyük güvence CHP'dir"


Baykal, 12 Eylül'de de CHP'nin askeri müdahaleye karşı tavır aldığını, askeri müdahalenin bütün acılarını yaşadığını ifade ederek "İnsanlarımızın haksız yere, ciddi bir karar olmadan tutuklandığı, gözaltına alındığı, aylarca yıllarca bu tutuklukların sürdürüldüğü, acıların yaşandığı bir dönemin içinden geçtik, sürgünlere gönderildik. Ve 1 gün bile ne silahlı kuvvetlere karşı, ne de demokrasiye olan inancımıza yönelik bir tereddüt içine girmedik. Ve şimdi Türkiye'de demokratik rejim işliyor. Böyle fiili müdahalelerin içinden çıkıp gelmiş bir siyasi parti ve siyasi kadro olarak açıkça ifade ediyorum ki askerin siyasete müdahalesinin karşısındaki en büyük güvence CHP'dir. Gene bu askeri müdahalelerin içinden başı dik, alnı ak, onuruyla çıkmış bir siyasi kadro olarak açıkça ifade ediyorum ki TSK'ya karşı yapılacak bütün tertiplerin karşısında da gene CHP vardır" diye konuştu.


"Türkiye Cumhuriyeti'nde emevi hukuku işlemeyecektir"

Yargı-siyaset ilişkisine de değinen Baykal, "Mahkemede siyasetin ne işi var? Hakimle politikacının ne işi var? Mahkemeye siyasi partinin müdahalesinin ne gereği, ne yararı var" diye sordu. Anayasa değişikliği maddeleri arasında olduğu söylenen Meclis'in HSYK ve Anayasa Mahkemesi'ne üye ataması önerisini eleştiren Baykal, "Sen daha mahkemede hesabını verememiş bir insansın. Sen kimsin? Mahkemelerin kapattığı partilersiniz. Mahkemenin hakkında hüküm verdiği partiler elele vereceksiniz, Türkiye'de yargıyı yeniden siz tayin edeceksiniz. Bunlara seyirci kalmak hiçbir şekilde mümkün değildir. Adalet siyasetin üzerinde olacaktır. Siyasetçi adalete karışmayacaktır, mahkemeye, hakim seçmeye karışmayacaktır. Türkiye'nin şartları bunu böyle gerektiriyor" diye konuştu.


"Türkiye'de hükümsüz infaz var"

Türkiye'de "gizli tanık skandalı" yaşandığını ifade eden Baykal, Türkiye'nin en önemli mevkilerindeki insanların yalnızca gizli tanık ifadelerine dayanılarak suçlandığına dikkat çekti. İddianamelerin "acı, ıstırap verici" olduğunu söyleyen Baykal, "Türkiye Cumhuriyeti'nde cumhuriyetin hukuku işleyecektir. Türkiye Cumhuriyeti'nde Emevi hukuku, Muaviye hukuku işlemeyecektir" dedi.

Baykal, tutuklamaların infaza dönüştüğünü dile getirerek "Yargısız infaz diyorlardı ya, yargılı infaz var şimdi. Ama hükümsüz infaz. Yargı var, ama hüküm yok, karar yok. İddianame var. İddianame ve infaz. İddianamenin bizatihi kendisi çünkü bir infaz aleti" diye konuştu.

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ın uzun tutukluluk süresini eleştirdiğini anımsatan Baykal, "Aklıbaşında AKP'li ve ona yandaş medya ve aydınlar hariç Türkiye'de yaşanmakta olan bu yargılama uygulamalarını, yargılama tatbikatının adaletsiz, haksız, kabul edilemez olduğunu görmeyen kimse kalmamıştır. Bütün millet gördü bunu. Elin yabancıları da gördü, Türkiye'de dağdaki çoban da gördü. Bütün millet gördü biliyor ki adaletsizlik yapılıyor, haksızlık yapılıyor, yanlışlık yapılıyor. 'Canım, olabilir, biz amacımıza ulaşalım da o arada kurunun yanında yaş da yanıversin.' Olur mu böyle bir şey? Bunda adalet var mı? 'Kurunun yanında yaş yanıversin' sözünü vicdanına sindiren insanda adalet vardır demek mümkün mü?" diye konuştu. Baykal, yargının Hükümet'in de, Meclis'in de dışında, bağımsız olması gerektiğini söyledi.


"Türkiye'yi kimse Nemrut Mustafa Paşa Mahkemelerine mahkum edemez"


İstanbul işgal altındayken işgal kuvvetlerinin talimatı ve Damat Ferit Hükümeti'nin işbirliğiyle adalet facialarının yaşandığını anlatan Baykal, Boğazlıyan kaymakamı Mehmet Kemal Bey, Diyarbakır Valisi Mehmet Reşit Bey ve Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey'in Ermeni tehcirindeki ihmalleri nedeniyle yargılandığını belirtti. Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey'in suçsuz bulunmasına rağmen İngiltere, Fransa ve Ermeni patriğinin talebi üzerine Damat Ferit Hükümeti'nin emriyle askeri mahkemede yeniden yargılandığını ve idam cezasına çarptırıldığını, 8 Şubat 1919'da idama mahkum edilmiş olan Diyarbakır valisinin intihar ettiğini kaydederek "Onur intiharları oluyor, biliyorsunuz, her dönemde demek oluyormuş" dedi.

Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey'in 10 Nisan 1919'da Beyazıt meydanında asılarak idam edildiğini, Nusret Bey'in de 5 Ağustos 1920'de idam edildiğini, daha sonra yönetime gelen Tevfik Paşa Hükümeti'nin, askeri mahkemelerin kararını inceleme altına aldığını ve Nusret Bey'in suçsuz yere idam edildiğini karara bağladığını, bunun üzerine askeri mahkeme başkanının tutuklanıp yargılandığını ifade eden Baykal, "Bu mahkeme Nemrut Mustafa Paşa mahkemesidir. Türkiye bu günlere Nemrut Mustafa Paşa mahkemelerinden geçerek geldi. Türkiye'yi tekrar Nemrut Mustafa Paşa mahkemelerine kimsenin mahkum etmesi mümkün değildir" dedi.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler