Yanan ormanlar ve keçileri kaçırmak

İçinde yaşadığımız, bize sunulan dünya, algı yanlışlarıyla doludur. Bunun nedeni birçok şey olabilir. Günümüzde neredeyse süreklilik kazanmış bir durum olarak; sunulan, özellikle öyle sunulmuş, biz öyle algılayalım istenmiş bir halde karşımıza çıkmaktadır. Bir yanlışın üstüne kurmuş da olabiliriz algımızı. Bu bilimsel(!) bile olabilir. Ya da algı dünyamızda bir araz vardır. Bu lüzumsuz girişi yapmamın nedeni, son yıllarda sürekli artan ve tutuşunca bir türlü söndürülemeyen orman yangınları. Sözü, yanan ormanlar ve ormandan kovulan keçiyle ilgili bir algı ve bilgi yanlışına getirmek istiyorum.

Yayınlanma: 14.10.2008 - 10:50
Abone Ol google-news

Ormanla yangın, ormanla keçi bir biçimde hep yan yana geldi. Çünkü varlıkları, iç içeliklerine de bağlı bir yerde. Orman yanar! Keçi ormanı yer. Bunlar yıllardır kanıksanmış gerçekler olarak hayatımızda yer etmiştir. Neredeyse elli yıldır, ülkemizdeki orman kayıplarının büyük çoğunluğunun birinci nedeni yangınlar, ardından tarla açma (eskiden öyleydi), sonra da keçi olarak gösterildi. Bir de orman köylülerinin yakacak temini bunlara arada sırada eklendi. Neden, ‘cahil köylülerdi’ hep. Keçi beslerler, tarla açarlar, odun keserler. Yoksullukları ve çözüm yolları hep unutuldu. Ormandan hayvanlarıyla birlikte kentlerin varoşlarına kovuldu çoğu. Neyse, bunu geçelim.

Son yıllarda devletimizin yüce politikalarıyla cahil köylüler azaldı, ya da azaltıldı. Ama orman kayıpları yine de başta yangınlar yüzünden durmadan arttı. ‘Ülkemizin ciğerleri’ yanıyor, diye diye bir hal oldu canım ülkemin canım insanları. Yangınların nedeni olarak, köylülerin cahilliğinin yanına teröristler, kirli teknolojinin cam kırıkları falan eklendi. Gelişen tekniklere ve teçhizata (uçaklar, helikopterler) karşın tutuşan ormanlar şimdi daha fazla tahrip oluyor, çok çabuk yanıp kül oluyor. Suçlu ilan edildi: Küresel ısınma ve kuraklık(!). Tamam, Küreyi ısıttık, yağmurlar daha az yağıyor. Ama daha önce de kurak geçen yıllar oluyordu. Ne oluyor, sorusuna en basit nedenlerle yanıt verildi. Bu bir yanılsama bence, ya da algı yanlışı. Unutulan başka bir şeyler de olmalı.Unutulan bir de yağmacılardı: turizm teşvikleri, özel ormanlar, orman vasfını kaybetmiş denen alanların hukuk yolları ile gaspı. Bunu da geçelim ve son yıllardaki yangınların neden bu kadar çok tahribata yol açtığını tartışalım.

Ormanbilim okumamış biri çıkıp “ahkâm” kesmeye kalkarsa, birileri de çıkıp ağzının payını vermelidir. Ben ağzımın payını almaya hazırım. Benim bilim dışı düşüncelerime, Batının bilimsel(!) düşünceleriyle karşı çıkılmasın ama. Batı ülkelerinin %95’i yapay orman olan alanları üzerine yapılmış bilimsel araştırmaları, ormanlarının % 95’inden fazlası doğal orman olan Türkiye orman alanları üzerine uyarlamaya kalkan bir bilimsel anlayış, ne kadar bilimseldir bilemem. Dahası bilimdışı bile ilan edilebilir bence.

Neyse konumuza dönelim: Ormanın asıl düşmanı köylülerin geçim kaynağı kıl keçisiyle orman ilişkisine. Orman Bakanlığı ile Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ortaklaşa bir projeyle 5 yıl içerisinde kıl keçisi sayısını %50 azaltacaklarmış (1980’den sonra köylüleri işsiz güçsüz varoşlara yığarak, ülkeyi içinden çıkılmaz bir hale getirdikleri yetmedi). Askerler keçi eti yiyecekmiş, kurban olarak kesimi özendirilecekmiş; köylüler başka geçim kaynaklarına yöneltilecekmiş, miş de miş miş. Ben hep bu tür Zihni Sinir projelerden çok korkarım; ormanlarımız daha fazla yanacak, ülkem tamamen yangın yerine dönecek, varoşlarda Amerikan yardımı kesildiğinde daha büyük yangın çıkacak diye. Onun için Batılı, sözde bilimsel bakışlardan vazgeçilsin istiyorum. 50 yıllık yanılgıdan ayrılalım. Keçileri ormanlarda çobanlarıyla bırakalım; yangınlar azalsın, çıkan yangınlar kolayca söndürülsün. İşte benim keseceğim ahkâm bu.

Doğal olarak söylediğim sözü savunmam gerekiyor. Keçiler dağdayken orman kayıpları nasıl azalır? Çoban, keçi ve orman bir arada olmaz. Çoban ormanı keser, keçi sürgünleri yer. Öyle değil mi? Yıllarca böyle öğrenmedik mi? Evet, öyle öğrendik. Ama işin aslı hiç de öyle değil, benim Batıdan bakışlı, medya avazlılarım. Eğer öyleyse, bu ülke koşullarında yapılmış, tartışmasız kabul görmüş bir orman keçi ilişkisi üzerine araştırmaları görelim. Ormanların başına ne geldiyse, bu Batıcı bakışlı yargılardan ve hukuki olarak devletin ormanları koruyorum demesinden geldi. Yukarda sözünü ettiğimiz turizm teşvikleri, kamu arazilerinin talanı, orman özelliğini kaybetmiş alanların ormandan çıkarılması gibi, hep kanunların bir yerlerine eklenen “kamu yararı” lafzının altından çıktı asıl tahribat.

Şöyle bir bakalım keçi ve çoban ne kadar zarar veriyor ormanlara. İlkbaharda, yazın kuruyacak ve kolayca tutuşacak otların fazlasını yer keçiler, ama devlet ormana sokmaz keçiyi. Dökülmüş yaprakları çiğneyerek sıkıştırır, aralarındaki hava boşluklarını azaltarak alev almasını güçleştirir keçi, ama devlet ormana sokmaz keçiyi. Dip çalılardan ve makilerden beslenir keçi, yangına elverişli yaprakları yer; ama devlet ormana sokmaz keçiyi. Dağlarda gezerken, patikacıklar açar ormanda ormanı yangına elverişli hale getiren, yere dökülmüş iğne yaprakları sıkıştırır keçi; devlet ormana sokmaz keçiyi. Gezdiği yerlerde toprağı sıkıştırır, rüzgâr ve yağmur sularının alıp gitmesini önler keçi, devlet ormana sokmaz keçiyi. Uzun sürede gübre olacak yaprakları kısa sürede gübre haline dönüştürerek ormanı gübreler keçi, devlet ormana sokmaz keçiyi.

Keçi bunları yaparken çoban ne yapar? Ağaçların arasında kurumuş odunu, tohumunu dökmüş kozalağı yakmak için toplar çoban. Ama tohumunu dökmüş kozalakları bile toplatmaz ona devlet. Yangın çıkarsa kendi geçim yurdu, keçilerinin yiyeceği yanacağı için ateş gördüğü yerde söndürür çoban, yangın çıkmasına izin vermez; ama çobanı ormandan kovar devlet. Tarla açmaz çoban, yerleşik değildir hayatı, tarıma uymaz; ama gene de ormana sokmaz çobanı devlet. Yaylasında sahilinde, yaylak ve kışlak için ikişer yurdu vardır çobanın, dönüşümlü otlatır güttüğü yerleri (merabilimciler münavebeli otlatma diye bilimsel adlar koyup tezler, kitaplar yazarlar bunun üstüne), dallar sürsün, otlaklar tazelensin, mikrop ve keneler ölsün (veteriner hekimler ve kenelerin yanmasından dolayı yangınları hayırlı bulanlar, KKKA yayılışı için buna dikkat) diye yapar bunu; yaptığı işi ilelebet sürdürmek için ister.

İşte bu sayılan nedenlerden dolayı orman ve keçi bir arada olup gider yüzyıllardır, ama Batıcılar anlamamıştır bunu. Çünkü Batıdan çevrilmiş kitaplardan okunanlar doğru sayılmış, yapay orman ile doğal orman bir tutulmuştur ülkemde. Algılarımız ona göre oluşmuştur. Kendi coğrafyamızı, kültürümüzü özümseyerek, kendi bilimselliğimize ulaşmak için yeni bir yol çizelim bu ülkede. Bütünsel bir bilimsel yöntemle bakmak gerekiyor ormana, keçiye ve çobana.

Devlet, yağmacıların yolunu açacağına, orman köylülerinin ve çobanların ormanla ilgili kişisel gereksinimlerini (zati ihtiyaçlarını) karşılasın ve keçilerle çobanları dağlarda rahat bıraksın, hatta onları eğitip desteklesin. Göreceğiz ki, yangınlar azalacak, yananlar kolay söndürülecek, ormanların üzerindeki büyük yük kalkacaktır. Sonuçta hepimiz kazanacağız. Bir avuç yağmacı değil.

Not:

1. Bu kestiğim ahkâma, yeni kurulmuş ormanlarda da hayvanlar otlatılsın demek istiyor diye düşünülmemeli elbette. Onlar yapay orman artık.

2. Milli Park alanlarında kalan ormanları bir gezin. Diplerinde yığılı çıraları (birikmiş yapraklar, kurumuş dip dallar, dökülmüş kozalaklarla açıkta depolanmış benzin deposu gibi. Nedir bunun bilimsel mantığı? Biri bana anlatsın isterim.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler