Bu bir iş cinayetidir

Kot taşlama işçileri, çalışma güvenliğinin sağlanmaması nedeniyle silikoz hastalığına yakalanıyor, sigortasız çalıştırıldıkları için sağlık hizmeti dahi alamıyor. Oysa işçileri bu ölümcül hastalıktan korumak o kadar da zor değil, ihtiyaçları olan sadece astronot maske ve yeterli hava akımı. İşçiler şimdi haklarını arıyorlar...

Yayınlanma: 19.10.2008 - 13:23
Abone Ol google-news

Karanlık bir oda, kot pantolonlara kum sürterek onları beyazlatmaya çalışan işçiler... Yüzlerinde basit maskeler, ufak bir vantilatör... Kot taşlama işçileri, bu şartlar altında günde 12 saat çalışıyor. Çoğunun sigortası yok, kumlama işlemi sırasında ortaya çıkan silikaya karşı işyerlerinde alınmış bir önlem de. Söz konusu olan “merdiven altı” atölyelerin üretimi değil, pek çok büyük firma da bu işi bu atölyelere yaptırıyor.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın tahminlerine göre, şimdiye kadar en az 10 bin kişi bu işte çalıştırılmış. Buna, bu işin bir numaralı işçileri Azeri ve Romanyalı kaçak göçmenler dahil değil. Yıllar geçti ve şimdi binlerce işçi silikoz hastalığıyla mücadele ediyor. Silikoz, solunabilen kristalize silikaya aşırı maruz kalınması sonucu oluşan, sakatlayıcı ve geri dönüşsüz, bazen de öldürücü olan bir akciğer hastalığı. İşçiler, sigortaları olmadığından sağlık hizmeti de alamıyor. Dava açacak maddi olanakları da yok. Haklarını savunmak, durumlarını duyurmak için İşçi Kardeşliği Partisi’nin yardımıyla bir komite oluşturdular, Kot Taşlama İşçileri Dayanışma Komitesi’nde işçiler, avukatlar ve parti üyeleri var. Komite, şimdiye kadar 600-700 hastaya ulaştı. Yüze yakın işçinin dava açmasını sağladı. İkinci bir ekip de dava açmak için dosyalarının hazırlanmasını bekliyor. Davaların harcını ödeyebilmeleri için İnsan Sağlığı ve Eğitimi Vakfı, bir yardım kampanyası başlattı.

Komite üyesi Abdulhalim Demir, kot taşlama atölyelerinde çalışmaya 15-16 yaşlarında başlamış. Onunki bir göç hikâyesi. Geçim sıkıntısı nedeniyle Bingöl’den ayrılıp İstanbul’a geldiğinde, iki gün parklarda yatmış. Bir köylüsünün yardımıyla kalacak yer sağladığı için kot taşlama atölyelerinde çalışmaya başlamış. Üç-beş ay çalışıp köyüne dönmüş, bu gidiş dönüşler 1999’da İstanbul’a yerleşene kadar sürmüş. “O zaman sürekli çalışmaya başladım” diyor, “Karanlık bir odada kumlama işi yapıyorduk. Başlarda deniz kumuyla çalışıyorduk, sonra dağ kumu getirdiler. Kumu kota sürterek beyazlatıyorduk. Bir sarı maskemiz vardı, bir de vantilatörümüz ama o da küçüktü ki, kumu çekmesin, çünkü o kumu tekrar kullanıyorlardı. Bu hastalık yapar mı diye sorduğumuzda, yok, kumdur ne olacak, ayran iç geçer derlerdi. Sonraları ayran vermeyi de bıraktılar”.

On yıl kot taşlama işinde çalışan Mehmet Bekir Başak, sözünü kesiyor Demir’in. Ona göre Demir şanslı, çünkü onun atölyesinde vantilatör de yokmuş. Kumlamada 43 işçi çalışıyormuş. Bir vardiyada Azeriler ve Rumenler, bir vardiyada da Türkler. Şimdi 30’u hastaymış; kardeşi, köylüleri, yeğenleri... “Bir Azeri, iki Türk arkadaş öldü, medyanın onlardan hiç haberi olmadı. Sigortaları da yoktu, sadece 7-8 kişi sigortalıydı” diyor. Başak da, Demir de, artık kumlama ile beyazlatma yapılmadığı söylense de özellikle büyük firmaların bu uygulamaya devam ettiklerini belirtiyorlar, kaçak çalışan atölyelerin varlığını sürdürdüğünü de.

Demir, 2002’ye kadar taşlamada çalışmış, “Ama sigortamı her yıl sadece iki ay yatırmışlar. Vizite kâğıdı istediğimde, sen muayeneni ol, masrafları biz öderiz deyip, vizite kâğıdı vermemişlerdi, meğerse sigortayı tam yatırmadıkları içinmiş” diyor. 2005’te askere gidene kadar hastalığından haberi yokmuş Demir’in, hatta böyle bir hastalığın varlığından da; çoğu işçi gibi. Nedeni, bu işe genç yaşta başlayan işçilerin çoğunun askerliğe kadar detaylı bir sağlık kontrolünden geçme şanslarının olmaması. Erzurumlu Murat Sevgi de bunlardan biri. Yedi yıl kot taşlamada çalışmış. 2004’te askere gittiğinde, on ay sonra çürüğe ayırmışlar. Şimdi de kendisiyle birlikte kot taşlamada çalışan kardeşi, askeri hastanede. “Onu da yüzde yüz çürüğe çıkaracaklar” diyor. Sevgi’nin hikâyesi de Demir’inki gibi; kot taşlama atölyelerine yolu Erzurum’da geçinemedikleri için İstanbul’a göç edince düşmüş. Önce Gaziosmanpaşa’da bir atölyede çalışmaya başlamış, sonra da iki kardeşini yanına almış. Onlar da silikoz hastası. “Biri tüple yaşıyor, gece yatarken bayılıyor. Aramızda tek çalışabilen de o, onun eline bakıyoruz” diyor.

Demir’in iki kardeşi de silikoz hastası, şimdi biri yatalak. Köyleri Bingöl Karlıova’ya bağlı Taşlıçay’da 300 kişinin bu hastalıkla boğuştuğunu, yani her haneye bir hasta düştüğünü söylüyor. Muayenesi tamamlananların sayısı ise 187. Demir, “Bize ‘ölümü bekleyenler’ diyorlar, biz de artık buna inanıyoruz. Uzmanlar, 187 hastayı hastalıklarının ağırlığına göre sıralamışlar. Listenin ilk sırasındaki dört kişi öldü. Ondan sonraki dört-beş kişi yatağa mahkûm, oksijene bağlı yaşıyor. Onlardan sonraki ilk kişi ise benim. İster istemez, sıra bende mi diye düşünüyorum. Gittikçe ilerleyen bir hastalık bu, veremi, tüberkülozu tetikliyor” diyor. Meslek hastalıkları hastanesinden aldığı raporla dava açmış, şimdi ikinci duruşmasını bekliyor, “Hepimiz perişanız çünkü çalışamıyoruz, yürümekte bile zorluk çekiyoruz. Geçimi bize bağlı ailelerimize bakamıyoruz. Bu bize hastalıktan çok koyuyor. Davanın sonucunu bekliyoruz, iki yıl sürer söylüyorlar. Yine de en azından kamuoyu oluşturursak...” diyor. Demir’e göre, iş sahipleri kadar devlet de suçlu, bunca yıldır atölyede hiç devlet denetimine şahit olmamış. “Kaçak diyorlar, ancak işyerleri elektrik, su için resmi makamlara başvuruyorlar” diyor, “Yüksek elektrik kullanıldığı için vergi levhası almak zorundalar. Ee işyeri elektriği, suyu kullandırıyor, ama denetim yapmıyor. Nasıl kaçak olabilir bu işyerleri?”

Başak’ın işyerine müfettiş gelmiş, ama... Bakın neler anlatıyor: “Patronun odasında yiyor içiyor, harçlıklarını alıp gidiyorlardı. Bir defasında, polis baskın yapıp, çalışan 19 kaçak Rumeni yakaladı. Patron 900 YTL verdi. Rumenler işlerine döndüler”.

Başak, bu işte çalışmayı, 2007’de silikoz hastalığını duyduktan sonra bırakmış. 2006’da Erhan Kaya adlı bir arkadaşı hastalanmış, ancak hastalığı işçilere söylenmemiş. Sonra gece vardiyasındayken arkadaşları arayıp, Arena’yı izlemesini söylemiş. “Eşime izlemesini söyledim” diyor, “Sabah eve geldiğimde, çocuklarımın da, eşimin de suratı allak bullaktı. Anlattılar durumu, hemen o gün hastaneye gittim. Süreyyapaşa’da 15 gün yattım, meslek hastalığı teşhisi koydular. Yaşamamı, sigara içmememe bağladılar. Görevimi değiştirmesi için işyerine başvurdum. Yıkama yerine geçtim, ancak kumlamada 12 saat için 590 YTL alıyordum, yıkamada 8 saat çalıştığım için maaşımdan kesinti yapmışlar, 490 YTL verdiler. Diğerlerinin aldığını benim de almam gerekiyor diye itiraz ettim. Üç ay aynı şeyi yaptılar. Sonra da beni işten attılar. Tazminatım için bütün haklarımdan vazgeçeceğimi belirttiğim bir kâğıdı imzalatmak istediler, imzalamadım tabii ki”.

Ondan sonra bir ay markette çalışmış Başak, ancak hastalığı anlaşılınca daha fazla çalıştırmamışlar. Yedi çocuğundan ikisi çalışıyor, geçimleri onların üstüne kalmış. “Sanırım çocuklardan birini daha okuldan alacağım, başka çarem yok. Zaten okuldan aidat istemişler” diyor. Her ay 170 hap içiyor, ağrı kesiciler hariç. Astronot maskeleriyle önlem alınabilecekken, hastalığa mahkûm edilmelerine kızgın, kızgınlığı en çok da onları “gâvur için harcanmaları”na, bir ara “Türkiye için olsa tamam” diyecek oluyor, Demir atılıyor; “Kimin işi olduğu fark etmez, insan insandır. Zamanında Avrupa yasakladı, bize gönderdi, şimdi biz Moldovya’ya, Pakistan’a, Ukrayna’ya gönderiyoruz”.

Mehmet Bekir Başak da umudunu davaya bağlamış. Beşinci duruşması yapılacak, “Sadaka istemiyoruz, madem devlet bu işin yapılmasını önlemedi, böyle bir hata yaptı, çoğu arkadaşımız sigortasız, yeşil kartı bile yok, en azından onların sağlık hizmeti almasını sağlasınlar” diyor. Demir’i sinirlendiren bir nokta da, silikoz hastası işçilerden sigortaları olmadığı için bu işte çalıştıklarını ispatlamalarının beklenmesi, “Bu hastalık” diyor, “kumlamadan kaynaklı olduğuna göre, madem ki bu hastalığa yakalandı, demek ki bu işte çalışmış. Daha öte ispatı mı var”.

Murat Sevgi’nin yeğeni Halim alıyor sözü, o üç yıl taşlamada çalışmış. “Bir parça ekmeğin derdindeydik” diyor, “Biz onlara servet, onlar bize dermansız bir dert kazandırdılar. En azından şimdi hakkımızı versinler”. Onlar, dramatik hikâyelerin konusu olmak istemiyorlar, sadece insanlar bu hastalığın nedenlerini bilsin istiyorlar. Bilsinler ki yeni hastalar olmasın... 

İnsan Sağlığı ve Eğitimi Vakfı: Türkiye İş Bankası İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Şubesi. Şube Kodu: 1200 Hesap Numarası: 3146645 / http://www.kotiscileri.org


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler