Ekonomide Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak

Yayınlanma: 22.10.2008 - 06:31
Abone Ol google-news

Kredi kartlarında borçlanmanın -taksitlendirmenin üretici- satıcı firma yerine, bankaya yapılmasıdır. Dolayısıyla bu borçlar bankaların alacakları-riskleridir. Bankalar bu yolla tüketicilerle karşı karşıya kalmaktadırlar. Eğer çalışanlar işsiz kalırlar ve gelirlerini kaybederlerse, bankalar ile karşı karşıya kalacaklardır. İşten çıkarmalar yaşanırsa, önce bankalar zora girecek, bu gelişmeler hem ekonomiyi hem de reel sektörü darboğazla karşı karşıya bırakacaktır. Türk halkı, borcunu namus borcu olarak görse de, borcunu ödeyebilmesi için işinin ve gelirinin güvence altında olması gerekir.

Küresel mali kriz Türkiye’yi de tehdit etmektedir. “Türkiye ekonomisi sağlamdır” diyerek toplumu yatıştırmaya çalışmak, yaşanmakta olan krizin boyutunu arttıracaktır. Bu nedenle başta hükümet olmak üzere, ilgili kamu kurumları, şirketler, çalışanlar, işçi ve işveren örgütleri, krize gerçekçi biçimde yaklaşmalı; açık davranışlarla, bilgi gizlemeden, birbirlerini rakip olarak görmeden, aynı gemide olduğumuzu bilerek, hep birlikte ellerini taşın altına koymalıdırlar. Ekonomide derin bir kriz yaşanmaması için alınması gereken acil tedbirler bulunmaktadır.

Öncelikle, bugüne kadar uygulanan makro ekonomik kararların artık geçerli olmadığı anlaşılmıştır. Son 6-7 yıldır, üretime dayalı olmayan, dış açık finansmanına yönelik düşük kur ve yüksek faiz politikasının ithalata dayalı büyümeyi körüklediği, bunun da sonuçta yüksek cari açık ve yüksek borçlanmaya yol açtığı; yeniden bu açığın finansmanı için dışarıdan borçlanıldığı; bu arada bireylerin de daha fazla tüketmek amacıyla ciddi bir borç yükü altına girdiği; kısacası bu kısırdöngünün ekonomiyi bir darboğaza sürüklediği görülmektedir.

Bir başka deyişle, ekonomideki makro hedefler ve buna dayalı oluşturulan kararlar sonucu, piyasanın, bireyleri ucuz ithalata dayalı daha fazla tüketime ve daha fazla borçlanmaya, yani kötü yola sürüklediği görülmüştür. Bu nedenle bugün, yıllardan bu yana yapılanların aksine mikro kararlardan makro hedeflere varılmalıdır. Mikro kararlar alırken ise basit ortalamalardan yararlanmak aldatıcı olmaktadır.

Bunun en tipik göstergesi enflasyon tahmininin dayandığı hane halkı tüketim harcamaları dağılımıdır. Hem milli gelirden alınan payın, hem de yerleşim yeri farklılığının, yani kent ve kırın, ailelerin tüketim harcamalarını ciddi ölçüde farklılaştırdığını görmekteyiz. TÜİK’in 2007 hane halkı tüketim anketine göre, toplam tüketiciler bazında gıda, konut-kira ve ulaştırmanın, yani bu üç kalemin harcamalar içindeki payı yüzde ortalama 64 iken, bu üç kalemin en yoksul yüzde 20’lik dilim içindeki payı yüzde 75, en zengin yüzde 20’lik dilim içindeki payı ise yüzde 57’dir.

Gelir dilimlerinin yanı sıra kent ve kır olarak bakıldığında da, pek çok harcama kaleminde ciddi farklar olduğu gözükmektedir. Örneğin, eğitim harcamalarının payı kentli tüketicilerde yüzde 3 iken, kırda bu oran yüzde 1.7’dir. En zengin yüzde 20 içindeki kentli tüketicilerin eğitim harcaması payı yüzde 5.3 iken, en yoksul yüzde 20’lik dilim içinde kırdaki tüketicilerde ise oran yüzde 0.1’dir, yani nerdeyse sıfırdır. Eğlence ve kültür, giyim ve ayakkabı vb. harcama kalemlerinde de ciddi çarpıklıklar göze çarpmaktadır.

Bu tip çarpıklıklar dünya ekonomilerinde de görülmektedir. Dünyanın en zengin 20 ülkesinin yıllık geliri 48 trilyon dolardır. Dünyadaki toplam gelirin yüzde 80’ini elinde tutan bu ülkelerin, dünya nüfusu içindeki payı ise yüzde 30’dur. Geri kalan 200’ü aşkın ülkenin gelirden aldıkları pay sadece yüzde 20’dir.

Dünyadaki en zengin 200 kişinin yıllık geliri 1 trilyon dolardır. 60 ülkede yaşayan 1 milyar 200 milyon insanın da toplam geliri 1 trilyon dolardır. Bu zenginleri sokakta, caddede göremezsiniz. Bu kesimin yaşantısını ancak medyada, sinemada, hikâyelerde görebilir ve masallar yoluyla izleyebilirsiniz.

Krizin nedeni, insanların servet, gelir ve tüketim arzusu ile yaşamda güç ve iktidar isteği arasındaki çelişkiden kaynaklanmaktadır. Bu, dünyada da Türkiye’de de böyledir. Türkiye’de de nüfusun yüzde 25’i yaşamakta, yüzde 75’i ise yaşamaya çalışmaktadır.

Siyaset kimden ne kadar, ne zaman ve nasıl alınıp, kime ne kadar, ne zaman ve nasıl verileceğine dair kararların verildiği bir alandır. Sosyal demokratlar bu noktada, soruna sosyal devlet ve emek odaklı yaklaşmalı, çözümün ise basit ortalamalardan hareketle verilecek makro kararlardan değil, farklı toplumsal kesimlere özgü politikalardan, birey ve insan odaklı mikro kararlardan geçtiğini bilmelidirler. Yaşanan çelişkinin böyle çözülmesini savunmalıdırlar.
 

Acil tedbirler

Kriz tehdidi karşısında alınması gereken iki acil tedbir bulunmaktadır: Birincisi, mevcut çalışanların 6-8 aylık bir dönem için, hiçbir koşulda işten çıkarılmamasına yönelik olarak, devletin işverenlerle birlikte alacağı karardır. İkincisi ise, yine 6-8 aylık bir dönem için, bütün mevduatlara devlet garantisinin sağlanmasıdır. İlk olarak, belli bir süre, hiçbir firmanın kriz nedeniyle çalışanlarını işten çıkarmaması sağlanmalıdır. Kriz, işçi çıkarma nedeni ve gerekçesi olarak gösterilmemelidir. Elbette, bu, bizim sosyal devletten ve emekten yana sosyal demokrat siyasetçi olarak savunduğumuz bir politikadır. Ama ondan da öte, bugünün ekonomik gerçekliği bu tedbiri zorunlu kılmaktadır. Bu konuya dikkat edilmediği takdirde, Türkiye’de kriz bir anda mali krize dönüşebilir. Açmak gerekirse: Bugün Türk bankalarının, Amerika ve Avrupa’daki gibi bir finansal darboğazda olmadığı iddia edilebilir. Türk halkı, işi ve geliri devam ettiği sürece borcuna sadıktır. Türk halkı borcunu namus borcu olarak görmektedir. Ancak, iş ve gelir kaybı nedeniyle bireylerin bankalara borçlarından kaynaklanan bir geri ödeme sorunu yaşanırsa, bunun olumsuz etkileyeceği kurumların başında bankalar gelmektedir.

Ağustos ayı itibarıyla, bankalardaki sorunlu bireysel kredi oranı yüzde 1.8’dir; kredi kartlarında da bu oran yüzde 5-6 civarındadır. Ancak bu rakamlar kriz öncesine aittir ve dikkatli olmak gerekmektedir. Bugün Türkiye’de kredi kartı sahibi olanların sayısı yaklaşık 20 milyondur. Toplam kart sayısı ise yaklaşık 41 milyondur. Yani ortalama her kart sahibinin 2 kartı vardır. Bir başka deyişle, kaba bir hesapla gelir dağılımı dilimlerine göre, en zengin yüzde 20’nin tamamının, ikinci yüzde 20’nin de yarısının kart sahibi olduğu söylenebilir. Ama çalışan her insanın kredi kartı olduğu kesin olarak belirtilebilir. Son verilere göre 8 milyon 350 bin kişinin bireysel kredi borcu bulunmaktadır. Bireysel kredilerin yüzde 40’ı konut, yüzde 17’si taşıt ve yüzde 43’ü nakit ihtiyaç kredisidir. Bugün itibarıyla bireysel kredi riski 80 milyar dolar, kredi kartı riski ise 40 milyar dolardır. Yani, tüketici kredilerindeki toplam risk 120 milyar dolardır.

Dikkat edilmesi gereken önemli nokta, kredi kartlarında borçlanmanın -taksitlendirmenin üretici- satıcı firma yerine, bankaya yapılmasıdır. Dolayısıyla bu borçlar bankaların alacakları-riskleridir. Bankalar bu yolla tüketicilerle karşı karşıya kalmaktadırlar. Eğer çalışanlar işsiz kalırlar ve gelirlerini kaybederlerse, bankalar ile karşı karşıya kalacaklardır. İşten çıkarmalar yaşanırsa, önce bankalar zora girecek, bu gelişmeler hem ekonomiyi hem de reel sektörü darboğazla karşı karşıya bırakacaktır. Türk halkı, borcunu namus borcu olarak görse de, borcunu ödeyebilmesi için işinin ve gelirinin güvence altında olması gerekir. İkinci tedbir, yine belli bir süreliğine de olsa tüm mevduatlara devlet güvencesi verilmesidir. 2001 krizinde de gördüğümüz gibi, bankaların önünde kuyruk oluşması, güven erozyonuna yol açmaktadır. Bunu önlemenin yolu başka ülkelerin de uyguladığı, mevduatlara devlet güvencesinin yürürlüğe sokulmasıdır.

Elbette bu iki tedbir, bugüne kadar izlenen yanlış politikaların sonucunda ortaya çıkan krizin farklı şekilde algılanmaması ve büyümemesi için gerekli acil tedbirlerdir. Esas olarak yapılması gereken, hükümetin; izlediği politikaları gözden geçirerek ülke ve halk yararına değiştirmesidir.

Zaman kâr, aşırı kâr ve moda peşinde koşma zamanı değildir. Zaman, mevcudu muhafaza etme ve krizi en az hasarla atlatabilme zamanıdır. Yukarıdaki iki tedbir, hastayı acil serviste yaşatabilmek ve sonra gerekli tedavinin yapılabilmesine imkân sağlamak için önerilmektedir.
         

Bülent TANLA 22. Dönem CHP Milletvekili
 
 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler