Deniz Kültürü Festivali

Yayınlanma: 15.09.2010 - 05:43
Abone Ol google-news

Bu kez Deniz Kültürü Festivali 22 Eylül’de İzmir’de başlıyor, 24/26 Eylül’de İstanbul/Sarayburnu’nda devam ediyor. Programı da oldukça renkli ve zengin. En azından “Deniz Kültürü” kavramının dile geldiği bir olay bu. Kıymetini bilelim.

Bu yaz, bir yıl boyunca ayrı kaldığımız torunlarımı doğup büyüdüğüm, çocukluğumun, kafamızda kavak yelleri, gönlümüzde sevda dahil çeşitli coşkularla yaşadığımız dönemin yurdu Karadeniz kıyılarına götürdüm. Tarifsiz güzellik ve özellikleri olan, hele de yaşadığımız boğucu ve nemli sıcak bugünlerde nefes alırken “galiba cennete geldik” dedirten yaylaları da kapsayan bu geziden yeşilin bin türlüsünü, insanımızın -özellikle köylük yerlerdeki- misafire saygı ve hoşgeldiniz demeyi kendilerince ifade etmelerini yaşattım onlara. Perşembe, Uzungöl, Ayder ve Çamiçi yaylalarından bir devlet memuru olan rahmetli babamın tayinleri coğrafyasında çocukluğumu, delikanlılığımı yaşadığım bu cennetin Karadeniz kıyılarına indik. Boncuk gibi dizili yerleşimler, koylar, kumluklar, kayalıklar ve üzerinde akşama doğru hâlâ bizim zamanımızdaki gibi mezgit oltalarını toplamaya gitmiş birkaç kayık ve “acaba arkasında ne var?” diye meraktan öldüğüm ve böylece denizci olduğum açıklardaki o ufuk çizgisinden başka bizim zamanımızdaki karabatakların, martıların bile gözükmediği bir Karadeniz...

Ne haftada üç gemi ile İstanbul ve dünyayı yaşadığımız o kıyılara bağlayan Posta Gemileri kalmış, ne imanına kadar fındık üstüne de yolcu yüklemiş kasaba/kentler arası taşımayı üstlenen takalar, çektirmeler var ortalıkta. Hepsi şu son yarım yüzyılda ne olup bittiyse -ayrıntılara girmiyoruz- yok olup gitmişler. Hem de sanki hiç var olmamışlar gibi.

Bunlar böyle. Ama hiç mi olumlu bir şey yok. Olmaz olur mu! Denizi, denizciliğimizi ve bu konuda oluştuğunu fark ettiğimiz, büyüdüğüm kıyılarda denizle ilgili, bir kültürün belirgin duruma geldiğine tanık olduk. Kıyılar boyunca dizilmiş her kent ve kasabada bir “Denizcilik Okulu” var. Hem de pek çoğu ora insanlarının bağışı ile kurulmuş. Kimi meslek okulu kimi de akademik düzeyde bilim kurumları bunlar.

Biz o kıyılarda renkli çakıl taşları toplayıp altın kumlarda oynarken bütün Türkiye’de denizle ilgili, onlar da Osmanlı’dan kalma, iki okul vardı. Biri o zamanki “Ticareti Bahriye” öbürü de “Mektebi Şahane-i Fünunu Bahriye” yani İTÜ Denizcilik Fakültesi ve Deniz Harp Okulu olarak bugünlere çağdaş iki bilimsel öğretim kurumu olarak gelmiş iki okul sadece. Şimdi Türkiye’de değişik düzeylerde sanırım elli beşin üstünde denizcilik okulu var. Şimdi çocuklar bisiklet de kullanıyor su kayağı da yapıyor, uluslararası yelken yarışlarına da katılıyorlar. Akademisyenlerimiz seminerlerde, panellerde yer alıyor.

Denizciliğimiz ve onun büyüsü artık daha büyük halk yığınlarına dergi, gazete, kitap olarak türlü şekillerde muntazaman ulaşıyor. Gerçek deniz sevdasının insanda yarattığı iç denizler onu yazmaya itiyor. Kitapçılarda boy boy belgesel, roman, şiir ve öykülerde denizciliğimiz ve gemi adamları unutulmaz karakterler olarak yer alıyor. Deniz kültürü birikimi denilen olayın evrimi yaşamımıza zaten bundan başka bir şekilde de yansımaz. Şimdi sıra denizciliğimizdeki benzeri hareketlerin denizcilik işinin temel karakteri olan uluslararası niteliklere ulaşmasında. Ben umutluyum ve festivali düzenleyenleri kutluyorum...


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler