'Kelimelerin bir ağırlığı, önemi ve doğurduğu sonuçlar vardır'

Londra'da kronik uykusuzluk çeken, eşi tarafından terk edilmiş, oğlu ilgisiz bir adam. Romanda 'zahir' diye nitelenen kronik bir uykusuzluğa tutulmuş. Yaşamdan koptu kopacak ama bu öyle kolay değil onun için de aslında yumruğu hala sıkılı bir karakter.

Yayınlanma: 14.11.2010 - 08:59
Abone Ol google-news

-Romanınızın, kurgusu bir yana kişisel izdüşümleri bağlamında hayli yönleriyle içsel bir günlük olduğunu söyleyebilir miyiz?

- Buna eğer kişisel, mahrem bir günlük diyecek olursak buna ancak bir kahramanın İstanbul'a yaptığı yolculuğun günlüğü denebilir. Bunun İstanbul'dan gitmek ve tekrar İstanbul'a dönmek üzerine yani bir ayrılık ve kavuşmanın günlüğü olduğunu söyleyebiliriz. Ama bu kesinlikle kurgusal bir roman, o nedenle işin kurgusal yanındayım daha çok.

- Evet, ama birçok yönüyle ailenizin otobiyografik geçmişinden anıştırmalar da var. Bu bağlamda kendinizle ana kahraman, babanız, amcanız, büyükbabanız izdüşümlerinizi açar mısınız?

- Bu roman kişisel, benimle ilgili meselelere giriş yapmamı çok kolaylaştırdı. Bu bağlamda tabi ki öyle bir yanı var. Başka türlü yazamazdım, bir denemeci ya da röportaj yapan bir gazeteci değilim dolayısıyla romanı yazmaya girişmeme, romana girmeme işin bu yanı çok yardımcı oldu. Romanda yaptığım bir tanıklık değil. Bir tarihin, birtakım insanların tanıklığını yapmadım. Romandaki karakterlerin çoğu gerçek insanlardan, gerçeklikten esinlenilmiştir evet, fakat bu o yaşamış olan gerçek kişiliklere bir tür saygı niteliğinden öteye gitmemiştir benim için. Amca karakterinden bahsettiniz, romandaki amca karakteri çok sevdiğim bir karakter. Ve diğer birçok karakterin bileşkesinden oluşur, bir tür kolaj karakterdir diyebiliriz.

- Romanda dikkatimi çeken bir nokta da hiçbir karakteri idealize etmemiş olmanız. Hatta onlara bilinçli olarak kusurlar atfetmeniz.

- Eğer söylediğiniz gibi yapmamış olsaydım, yazar olarak idealize karakterler çıkarmış olsaydım hiç inandırıcılığı olmaz, karton karakterler olurdu. Bir romanın inandırıcı olması gerektiğine inanırım. Yazar olarak ben idealize etmediysem de romandaki bazı karakterlerin idealize edilmiş olduğu doğru, bunu yapan da çocuk karakteridir. Bu da çok normal çünkü çocuklar böyledir yani etraflarındaki kişileri gözlerinde büyütürler, öyle hayal ederler.
 

Üç kuşak Boratavlar

- Türkiye'yi babanızdan ziyade büyükbabanız ve amcanızdan mı öğrendiniz? Babanızın bu noktadaki yaklaşımı nasıldı?

- Bu tam olarak doğru değil. Aslında kitaptaki Türkiye ve İstanbul üzerine bazı bilgiler bana babam tarafından verildi. Romanı ilk okuttuğum kişilerden biri de babamdı. Çok beğendi. Ve çok etkilendi biliyorum. Romanın hazırlık aşamasında amcamdan ve büyükbabamdan da yararlandım. Ülkenin 1950'li yıllardaki politik durumunu, ülke politikasını, o sırada yaşananları, işin o kısmının büyük bölümünü Korkut amcamdan öğrendim. Kitabı yazmaya başladığımda babama da sorular sormaya başladım. Asla doğrudan cevap vermeyeceğini bildiğim için çok kişisel soruları sormadım. Bu herkes için geçerlidir, insanların böyle kendi özleriyle ilgili sırları vardır. O nedenle babama çocukluğuyla ilgili sorular sordum ve o sorulara da ayrıntılarıyla cevap verdi. Bu da romanda, çocukluk döneminin anlatıldığı 1950'lerdeki yapıyı, o dokuyu kurmama ve beslememe çok yardımcı oldu.

Şöyle örnek vereyim; benim babam bir Ankaralı. Ankara'da oturduğu sokağın ismi Erzurum Sokağı kitapta da Erzurum Sokağı var. Daha önce gidip gördüğüm bir yer olan o sokağı romandaki çocuk karakterinin yaşadığı yeri oluşturmak için Ankara'dan İstanbul Beyoğlu'na taşıyıp İstiklal Caddesi'ne komşu yaptım gibi'

- Çocuk karakter bir yönüyle babanız mı?

- Bu kitabı yazarken bu soruyu kendime çok sordum? Ama bu kadar karmaşık bir çocuk karakteri yaratmaya çalışırken insan ister istemez sürekli kendi çocukluğuna, kendi deneyimlerine dönüyor. Hangi çocuğu daha iyi tanıyorum diye bakarsak tabii ki kendi çocukluğumu daha iyi tanıyorum.
 

Pertev Naili Dede-Korkut Amca

- Hazır sizi yakalamışken Pertev Naili Boratav'ı ve amcanız Korkut Boratav'ı biraz daha sormazsam bana gazeteci demezler. (gülüyoruz) Son yıllarında yakınlaşabilseniz de büyükbabanız deyim yerindeyse kafa bir karakter olmuş sizin için. Ruhunuz uyuyor birbirine. Onlardan ne feyz aldınız?

- Büyükbabam hayatta tanıdığım en zarif, en kibar adamdı. Neşeli bir insandı. Olayları çok fazla karmaşık hale getirmeden olduğu gibi yaşayan mutlu bir adamdı. Hayata yalın bir bakış açısı vardı. Aramızda tamamen güvene dayalı bir ilişki vardı. Başlangıçta dediğim gibi kaybolmuş bir dünyanın içinde yaşıyordu ama aynı zamanda da çok da reel bir dünyanın içinde yaşıyordu. Onu her gördüğümde o içinde yaşadığı dünyanın çok canlı bir dünya olduğunu fark ediyordum. Aslında çok da farkında olmadan bana bir şeyler geçirdiğine inanıyorum, çok doğalca ve sessizce zihinsel bir aktarmada bulunduğuna inanıyorum. Büyükbabamın ve amcamın yaptığı, ortaya koyduğu entelektüel çalışmalara çok büyük saygım var. Özellikle amcam için politikayla sözcüklerin aynı kefede olduğunu düşünüyorum. Benim ailemde entelektüel anlamda çalışmakla politikayı, yazıyı birbirinden ayırmak çok mümkün değil. Yazan ve entelektüel olan insanlar doğrudan politikayla da ilgilenmişler. Aslında her ikisi de önce büyükbabam sonra amcam terk etmek zorunda bırakıldıkları bu ülke hakkında, bu ülke için yazmaya, çalışmaya devam etmişler. Bu hâlâ etkileri olan bir durum' Ki bütün bu olup bitenler de bu romana, bu romanın yüzeyine yansıyan olgulardır.

- Romanda kayıp bir mektup metaforu var mesela... Sır olayı...


- Evet, Adnan Menderes'e yazılmış, babasının kendisine teslim ettiği o kaybolan mektup... Ayrıca babasının o kayıp mektubu, karakterin Türkiye'ye dönmekle ilgili daha sonra alacağı kararı etkileyen şey oluyor. Çok düşünüyor bu konu üstüne... Birdenbire kendisine mektup iyi ki kayboldu diyor, çünkü ona göre, varoluşçuluk ya da komünizm gibi konular hakkında değerlendirmeler ve görüşlerle dolu bir mektubun resmi makamların eline geçmemesi çok daha hayırlıdır. Şu bir gerçek ki kelimelerin bir ağırlığı, önemi ve doğurduğu sonuçlar vardır.
 

Zahir'e tutulmak!

- Romanda 'Zahir' şiiri Seine rıhtımlarında bir Türk sahafın raflarında keşfedilmiş ilginç bir şeydi. Sahaf üstüne basa basa 'şiiri ezberlemeye kalkmak gibi kötü bir fikre kapılanların uyku yüzü görmeyeceğini söylemişti' diye bir bölüm var. Bu 'Zahir'e tutulmak' durumunu anlatır mısınız?

- Zahir anlatıcı açısından romanda çok önemli, tutulduğu hastalık. Anlatıcı bir laboratuvarda çalışıyor, istatistik veriler topluyor. Gece çalışıyor, uyku bozukluğu çekiyor. Bir sürü doktora gitmiş, avuçla ilaç içmiş. Zahir'e tutulmuş yani... Düzenli olarak bir psikoterapiste gidiyor. Aslında bu hastalığın sebebinin Zahir olduğunu düşünmesi anlatıcının mistik bir yorumuydu. Herkesin tutulduğu bir zahiri var... Müzikteki motifler gibi aslında bu söylediğiniz. Ben farkında olmadan, benim dışımda geldi onlar. Sanıyorum roman yazarken müzikteki o motif gibi bir motif arıyor yazar, çünkü bir ritim arıyor. Zahir o ritmi mistik olarak da, ruhsal olarak da veriyor sanıyorum. Mektup da aslında bu anlamda bakınca, anlatıcının uyumasını engelleyen o mektup da bir anlamda Zahir'dir. Başka örnekler de var. Atatürk'ün çok önemli bir tartışmanın nesnesi olan silahı motifi de öyledir. Yine bir nesneden büyülenmek motifi anlamında Ankaralı Ömer'in ve çocuğun elinde tuttuğu silahla İstanbullu çocuğun rekabetinde de görüyoruz. Dolayısıyla bu Zahir örneği bu noktada tabancada da oluyor ve yine etrafında büyülü, tılsımlı bir hava yaratıyor.

- Vatan imi... Romanın ana imi bu vatan, toprak, kökler, kökenler... Buna kaçınılmaz bağlılık... Siz de bunu hissettiniz mi? Bu duygular da hayli yoğun romanda kendi kişisel öykünüzden dolayı da...

- Kendime, kendi gerçeğime rağmen, evet böyle hissettim. Bu çok çelişkili bir duygu aslında. Mesela konsolosluktaki işlemler sırasında şöyle düşünür kahraman; gözlerini Türkiye Cumhuriyeti'nin yazılı olduğu ve altında kırmızı bir yıldıza bakan aynı renkte bir hilalin göründüğü sayfaya diker. Sen ona gitmezsen, der kendi kendine, onu terk eder ya da hayatından çıkarırsan, vatan seni yakalayacaktır. Ne kadar saklanırsan saklan, o hep sana gelecektir. Yaşadıklarım tamamen aynı değil ama o izdüşümler konusu işte.
 

'Kendimi Türk hissediyorum'

- Yanıtını bilerek ama bilhassa söyleşide de illaki dile getirmek adına soruyorum; kendinizi Türk olarak mı yoksa Türk dostu olarak mı addediyorsunuz?

- Kendimi daha çok bir Türk olarak hissediyorum. Çok açıklayıcı, iyi tutunabildiğim bir imaj buldum kendim için; iki ayrı mıknatıs gibiyim. Birbirlerini hem itiyor hem çekiyorlar. Aralarında ortaya çıkan o gerilim, o manyetik alanı harekete geçirdim bu romanda. Beni de yaşatan, hayatta tutan budur.

- Romanınızda yurtdışında 'Doğu' imgesinin nasıl yorumlandığına, oryantalist bir bakış açısıyla yorumlandığına ilişkin bölümler var. Bir kompozisyon ödevinden yola çıkarak anımsadıkları, o meşum 'Doğu' imgesinin zihinlerdeki İstanbul'dan mütevellit konumu hayrete düşürüyor roman kişisini ve yazarı olarak sizi de belli ki. Batı'nın İstanbul'a yaptıkları ve Oryantalizmin batası yapışık kalmış bozuk, çarpık çurpuk imgesine ilişkin doğru tespitlerle ilerliyor o paragraflar.


- Öyle yorumlanıyor gerçekten, yanlış ve köhne bir anlayış var ve sürekli böyle bu, devam ediyor yani. Romandan anımsayalım; 'Amber çubuklardan, fes ve bornozlardan, kemerli kapı çarşılardan, Loti'nin sayıklamalarının projektörleriyle ışığa boğulmuş bütün o Baudlaire ıvır zıvırından oluşan bir ramazan dekoru, dikenli topraklar üzerindeki bolluk bereket gibi, iki dilli beynimin bir köşesinde yığılı kalmış bir İstanbul çıfıt çarşısı. Evet, hatırladıklarım inanılmazdı' diyor anlatıcı bu nedenle. Ben de zaten kitabı tasarlarken bunu bir oryantalizm eleştirisi olarak yazmak istedim. Bu, karakterin Cervantes'in Don Kişot'u gibi biraz trajikomik olmasını da sağladı. Yeldeğirmenlerine karşı savaşan biri gibi' Fransa'da bir akım olarak bir dönem çok güçlü ve etkili varolmuş olan Oryantalizm, okullardaki ders kitaplarına da yansımıştır. Ama artık eskimiş şeylerdir bunlar. Fransa'da birçok şeyde olduğu gibi birçok insan böyle eski püskü, dededen, babadan kalma fikirlere inanır ve bu da onlardan biridir. (gülüyoruz) Tabii bu çok endişe verici bir durum, çok deforme olmuş, çok bozuk bir görüntü çiziyor Doğu'yla ilgili.

- Doğu'yu bir blok olarak mı algılıyor Fransızlar; hani Cezayir'i nasıl görüyorlarsa Türkiye'yi de öyle mi görüyorlar.


- Gerçeklik payı var bu söylediğinizde. Çoğu kişi kafasında kolektif bir imaj çiziyor ve ona takılıp kalıyor. Türkiye'yi gelip kendi gözleriyle görene kadar da anlamıyorlar farkı.

- Bir de romanda Doğu Anadolu'yu Kürdistan olarak niteliyor karakter.

- Evet, çünkü Avrupalıların çoğuna göre bu böyle. O da bir Avrupalı, öyle düşünüyor ve öyle konuşuyor.

'Siyasi bir roman değil ama'

- Neden 'Beyoğlu'nda Fısıltılar'? Çok kozmopolit bir yapısı olduğu için olsa gerek. Elbette yanılmadıysam?

- Beyoğlu'nu seçtim çünkü Beyoğlu'nda çok yürüdüm. Tarihsel ve çağdaş bir kavşak olduğunu düşündüm. Özellikle de annesinin çocuğu yollamaya karar verdiği o tarihsel dönem, o kararın alınmasına sebep olan o olaylar, 5-6 Eylül olayları bizzat Beyoğlu'nda yaşanmış şeyler. Dediğiniz gibi Beyoğlu'nun bugün olduğu gibi geçmişte de kozmopolitizmin sembolü olduğunu düşünüyorum. Sonra ticarileşmenin, ticaretin de sembolü bana göre Beyoğlu, ayrıca yine aynı zamanda modernizasyonun ve Batılılaşmanın da sembolü.

- Romanda siyaset ucundan kıyısından görünüyor. Siyasi bir roman değil sonuçta bu, hükümete tepki var kimi cümlelerde' Bu bağlamda 'Beyoğlu'nda Fısıltılar' politik bir roman olmasa da apolitik hiç değil. Bunu anlatır mısınız?


- Bir politik atmosfer yaratmak, kişilerin politik sıkıntılarını, dertlerini dile getirmek bence romanın en kolay yazılan, tasarlanan tarafıdır. Türkiye gibi İstanbul gibi bir yerde yaşayıp politikadan etkilenmemek, bu etkilere maruz kalmamak kesinlikle mümkün değil. Özellikle Türkiye'de politikanın yaşamlar üzerinde ciddi etkileri ve yol açtığı birtakım sonuçlar var, mesela anlatıcının takside yaşadığı olay bunlardan bir tanesi. Yani politika romanın içinde de hissedilen, romanı canlandıran unsurlardan, olmazsa çok eksik kalacak unsurlardan biri. Bu noktada şunu da mutlaka eklemek istiyorum, benim için karakterleri karmaşık olmayan bir roman yazmak mümkün değil. Bu yüzden de kahramanın babasının özel arşivi ile ilgili emelleri olan nevi şahsına münhasır basın kralı Hasan Yeniadam gibi, Pinaski karakteri de benim için böyle çok karmaşık ve gerekli karakterlerdir romanda. İstanbul'u ve insanları bir karikatürmüş gibi gören, elindeki avucundaki bir şeymiş gibi gören Pinaski de benim için çok önemli karakterlerden birisidir. n

gamzeakdemircumhuriyet.com.tr

Beyoğlu'nda Fısıltılar/ David Boratav/ Can Yayınları/ 344 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler