Nöroloji Dünyasından (Tarihçe)

Yayınlanma: 03.01.2011 - 15:13
Abone Ol google-news

1952 yılında tıp fakültesinden mezun oldum. 1953’ün ilk günlerinden 1954 Haziran sonuna kadar askerlik görevimi yaptım. Askerliğin son günlerinde sınıf arkadaşım Ahmet Çalışkanla birlikte asistanlık sınavına girdik, akıl ve sinir hastalıkları uzmanlığı için. Dil sınavı ardından nöropsikiyatri dal sınavını Prof. Kenan Tükel yaptı. Dr. Çalışkanla ilk iki sırayı aldık ve atama için Ankara’ya gittik. Haseki hastanesinde iki kadro bulundu ve atamamız yapıldı. Bu bir rastlantı idi. Başka bir hastanede olabilirdi bu kadrolar. İsmini duymuş olduğumuz ama hiç de yakından tanımadığımız nörolog Şükrü Hazım Tinerle çalışmak güzel ve talihli bir rastlantı oldu bizim için.

Tiner gerçek bir bilim adamı idi. İyi bilen, iyi öğreten, bilimsel düşünceyi ve şüpheciliği iyi özümsemiş bir insan. Hasta vizitlerinde sorular soruyor, bilemediklerimiz için bizi ayıplamıyor ve son derece öğretici vaka analizleri yapıyordu. Kitaplarda okuyamadığımız şeylerdi anlattıkları. Son derece efendi bir insandı. Fakülte boyunca tanık olduğumuz bazı hocalarımızda  rastladığım aşağılama, küçümseme tavırlarına hiç tanık olmadık. Ahmet’le bana daima siz diye hitap etti. Haseki bir nöroloji kliniği idi. Ancak Şükrü Hazım beyin bazı psikiyatrik vakalar yatırdığı da olurdu.

Orada çokça elektro şok tedavisi uyguladık. İnsülin Koma tedaviler yaptığımız da oldu. Şükrü Hazım Bey bizi asistanlığımızın ilk günlerinde Bakırköy Akıl Hastanesine götürdü. Başhekim Fahri Celal ile karşılaştık. Haftanın bir gününü Bakırköy’de geçirmemiz kararlaştırıldı. Kuşkusuz çok yararlandık bu günlerden, Dr. Abdülkadir Özbek unutamadıklarımdandır. Asistanlık döneminde Cerrahpaşa’daki üniversite nöroloji kliniğindeki seminerlere katılmaya başladım ve bu seminerlere başasistan olarak görev yaptığım yıllarda da devam ettim. Seminerler Prof. Necmettin Polvan ve Prof. Kenan Tükel başkanlığında yapılıyordu. Orada uzun yıllar birlikte olacağım değerli arkadaşlar edindim. Edip Aktin, Hıfzı Özcan, Özcan Öktem ve Haseki Çocuk Kliniği’nin havasını ağır bularak nöro -psikiyatriye geçen Rana Kartal, Cerrahpaşa’da. Nedim Zenbilci de başasistan idi, zeki, yetenekli bir meslektaş.

Çapa’daki psikiyatri kliniğe de gidiyor ve oradaki seminerlere katılıyordum. Orada Özcan Köknel’i tanıdım. Yaşamımın en güzel rastlantılarından saydığım Şükrü Hazım Tiner’i daima saygı ile anarım. Haseki’de sınav verip uzman olduk. Jüride Prof. İhsan Şükrü Aksel ve Kemal Saraçoğlu vardı. Akıl ve Sinir hastalıkları uzmanı unvanını aldıktan sonra Ahmet’le Ankara’ya gittik. Ancak tercih ettiğimiz bir hastane bulamadık. Haseki’de bir yakın gelecekte başasistanlık kadrosu olacaktı. Dr. Çalışkan mert bir tavırla bana “ Coşkun, sen buraya daha çok emek verdin, o senin hakkın. Ben ayrılıyorum ” dedi. Onu Haydarpaşa Numune Hastanesine atadılar. Bir süre sonra gerçekten Haseki için başasistan kadrosu açıldı. Bazı zorluklar ve engelleri aştıktan sonra benim o kadroya atamam çıktı. Şükrü Hazım Bey emekli olmuştu. Onun yerine gelenler benim için gerçek bir düş kırıklığı olmuştur. Ahmet Şükrü Emed’in adını duymuştum. O da Şükrü Hazım Bey gibi ünlü isimlerdendi. Ancak politikaya atılmış meslekten yıllarca ayrı durmuştu. Birlikte vizite çıktığımızda onun gerçekten mesleğinden, nörolojiden epey uzak düştüğünü anlamıştım. Klinik şefliğine başlayışının üzerinden çok geçmemişti beni odasına çağırdı ve oturtarak “ Oğlum, seni herkes övüyor, çalışkan bir genç insan olduğunu, iyi bir nörolog olma yolunda olduğunu söylüyor. Benim yaşındaki bir insan bu kadar genç bir meslektaşının kendisinden daha çok bilmesini hazmedemez.  

Onun için “ Sen kendine bir yer ara” dedi. Şaşkına döndüm, doğrusu bunu beklemiyordum. Onu dürüst bir insan olarak anıyorlardı. Demek ki onun dürüstlüğü de böyle idi. Ne yapacağımı düşünmeye başladım. Uygun bir yer bulmak kolay değildi. Haseki büyük bir hastane ve çalıştığım yer 40 yataklı nöroloji kliniği idi. İstanbul’dan ayrılmak da istemiyordum. Üniversitede yer bulmak olanaklı değildi. Bu sırada, benim izinli olduğum günlerde asistanlarımız Bülent Erutku ve Tevfik Özbakıra da A. Şükrü’nün gazabına uğrayarak Sağlık Bakanlığı tarafından Bakırköy’e naklediller. Demokrat Parti iktidarda idi. Ben o yıllarda kararlı bir muhalif idim. A. Şükrü beyinse Demokrat Parti taraftarı olduğu anlaşılıyordu. Bu taraftarlık benim kurtuluşum oldu. Onu Şişli’ye başhekim olarak atadılar. Böylece ben özgürleştim. Bu defa klinik şefliğine Bakırköy’den Sadık Hoca diye anılan Sadık Ünman geldi. Onunla da vizitlere çıkmaya başladık. Onu cim karnında nokta diye tarif edebilirim. Nöroloji bilgisi sıfıra yakındı. Jürilerde üye oluyor, not veriyor. Uzmanlık diplomasına imza atıyor. O klinik şefliğini sürdürürken doçentlik sınavına hazırlandım. Çok ilgi duyduğum Myasthenia Gravis hastalığı ile ilgili bir tez hazırlığına giriştim.

O yıllarda ayda bir düzenli bir şekilde Nöropsikiyatri Derneği’nin bilimsel toplantılar yapılırdı. Değişik hastanelerde yapılan bu toplantılarda nörolog ve psikiyatrlar bir araya gelirdi. Toplantı sonunda birlikte yemek yenirdi. Bu toplantılara ünlü psikiyatri hocası direktör İhsan Şükrü Aksel’in başkanlık yaptığını hatırlıyorum. Daha sonra Prof. Necmettin Polvan bu yeri aldı.

Nöroloji ve psikiyatri ayrı branşlar değildi. Uzmanlık eğitimi her iki dalı da kapsıyordu. Ancak üniversitede nöroloji ve psikiyatri klinikleri ayrı idi. Psikiyatri uzmanlığı yapanlar nörolojide 1 yıl , nörolojide yapanlar da psikiyatri de bir yıl kalıyorlardı.
Kongreler de beraberdi. Nöropsikiyatri kongresi. Böylece nörolog psikiyatri ve psikologların da katılımı ile güzel, renkli kongreler yaşıyorduk.
Geriye dönerek şunu anlatmalıyım. Doçentlik sınavına aynı yıl 1960’da Edip Aktin ile birlikte başvurduk. Özcan Öktem ise psikiyatriden başvuruyordu. Doçentlik tezinin hazırlanmasında büyük bir bilim adamının, ilkeli insan Alaattin Akçasu’nun yardım ve desteğini şükranla anıyorum. Farmakoloji kliniğinde onun yardımı ile bir hayvan deneyi gerçekleştirmek fırsatını buldum. Myasthenia hastalarının kanında kurarizan madde ( cure like substance ) arıyorduk. Tezin ikinci bölümündeki çalışma potasyum metabolizması üzerine idi. Burada da yine tedavi kliniğinin çok değerli üyesi Doç. Dr. Celal Oker’in yardımını aldım. Her ikisinden çok şey öğrendim. S. Hazım Bey nasıl meslek yaşamında büyük bir şans ise Haseki’de Tedavi Kliniği de benim için büyük bir fırsat idi. Önceki yıllarda Akil Muhtar’ın başkanlığını yaptığı bu klinik gerçek bilim insanları ile dolu idi. Zarif bir insan Reşat Garan, Sedat Tavat, Suphi Artunkal bu kliniğin kıdemli hocaları idiler. Doçentlik tezimin hazırlanmasında o günlerde çok güvenilir bir laboratuar olan Tedavi Kliniği laboratuarı ve onun şefi Fikret Biyal’dan çok yararlandım.

Mayıs ta yapılan dil sınavını üçümüz de kazandık. 7 Mayısta üniversiteye tanklar arasından geçerek girdiğimizi hatırlıyorum. Sınavlar kasımın ilk günlerinde yapılıyordu. Tezlerin kabul edilip edilmediği ise sınavdan ancak birkaç gün önce açıklanıyor. Edip Aktin ve benim tezlerimizi kabul ettiler. Böylece sınava girme hakkını kazandık. Özcan Öktem’in tezi ise reddedildi. Bu ret olayının şöyle geliştiğini öğrendik. 5 kişilik jüride 3 üye olumlu oy veriyor. İ. Şükrü Aksel ve Kazım Dağyolu negatif oy veriyorlar. Böylece tezin 2/3 çoğunlukla geçmesi lazım. Oysa İ. Şükrü Aksel tezin reddedilmesini karalaştırmış, Özcandan memnun değil. Jüride kalkıp “ Ben bu tezde kullanılan materyali tekeffül etmiyorum” diyor. Böylece tez reddedilmiş oluyor. Unutulmaz bir olay. Bizim 3 Kasımda sınava gireceğimiz anlaşıldı. Jüri açıklandı. 29 Ekim günü, Paşabahçe’de Edip Aktin ile evinden çıktık. Hafta sonunu yoğun şekilde çalışarak geçirmiştik. İskelede gazeteyi açınca 147 olayını öğrendik. 147 öğretim üyesi görevinden alınıyordu. Bunların arasında bizim jüri üyeleri ve arkadaşımız Rana Kartal vardı. Böylece 27 Mayıs için ilk büyük düş kırıklığını yaşadık. Sınav ertelendi elbette.

Nörolog profesörler Necmettin Polvan, Kenan Tükel, psikiyatrist Prof. İhsan Şükrü Aksel 147’ler içersinde idi. Tıp fakültesi öğretim üyeleri dışında prof. Tarık Zafer Tunaya, Sabahattin Eyüpoğlu dikkat çeken şaşırtıcı isimlerdi. Sınavımız ertelendi. Bu arada 13 Kasımda Milli Birlik Komitesinden 14 kişi yurtdışı elçiliklere gönderildi. Milli Birlik Komitesinde bölünme olmuştu. Özcan Öktem’in tezinin reddedilmesinin ardından arkadaşımız Rana Kartal’ın 147’ler arasında üniversiteden uzaklaştırılması bizler için çok üzücü idi. Biz, Edip Aktin’le birlikte 9 Aralıkta yeni kurulan bir jürinin huzurunda sınava girdik ve kazandık. Birkaç gün sonrada ders sınavına girip başarılı sayılarak doçent unvanını aldık. Çok kritik günler yaşanıyordu. Demokrat Parti’den tutuklanan yüzlerce kişinin Yassı adadaki yargılanmaları devam ediyordu. Ben Haseki’deki görevime başasistan kadrosunda devam ettim. Klinik şefi Sadık Beyle çalışmak hiçte keyifli bir şey değildi. Doçentlik sınavının ardından evlendim. Beyazıt’ta oturuyorduk. 147’ler olayı doğaldır ki, nöroloji ve psikiyatri kliniklerinde bir huzursuzluk yaratmıştı. Hiç haklı olmayan bir tasfiye idi bu ve büyük tepkiler yarattı. Önceki yıllardaki ahenk ve dernek toplantılarının havası da bozulmuştu.

Ben Haseki hastanesinde tedavi kliniği ile verimli beraberliğimi sürdürüyor, Cerrahpaşa nöroloji kliniğin toplantılarına katılıyordum. Ancak Sadık Beyle birlikte olmak çok can sıkıcıydı. Yurtdışına gitmeyi planlıyordum. Kanada, Montreal’de Mc Ghill üniversitesi ile bir anlaşma gerçekleştirdim ve gitmeye karar verdim. Bu arada 27 Mayısın ihtilalin başındaki Cemal Gürsel. hastalanmıştı. Nedim Zenbilci sık sık Ankara’ya gidiyordu. Sağlık Bakanı Prof. Ragıp Ünerle görüşebilmem için bana bir mektup verdi. Ondan yararlanarak Sağlık Bakanı Prof. Üner’in huzuruna çıktım. Klinik şefi Sadık Beyi olduğu gibi anlattım. “ Efendim, bunlar doğru ise bu , bu nitelikteki kişi bu kliniğin başında tutamazsınız. Eğer söylediklerim doğru değilse beni bakanlık kadrosunda tutmamalısınız” dedim. Kanada için vize almak üzere eşim ile birlikte Ankara’ya gittik, başvurumuzu yaptık. Bir süre sonra Sadık Bey izindeyken masası üstünde bir resmi zarf belirdi. Başhekim Mansur Beye söyledim. “ Al gel onu bana ” dedi. “ Sorumluluk sizin ” deyip getirdim. Mansur Bey açtı ve o zaman var olan 39’uncu madde gereğince ve görülen lüzum üzerine Sadık Bey emekliye ayrılmıştı.

Tabii ciddi bir ikilem içine düştüm. Klinik şefliği boş kalmıştı oraya atanmak için çok gençtim. Bu yere talip olamazdım. Ankara’ya gidip bakanlıkla temas etmek istedim. Müsteşar prof. Nusret Fişek idi. O da tüm yaşamında tanıdığım en ilkeli, tutarlı ve daima saygıyla andığım insanlardan biri olmuştur. Sosyalizasyon yasasının uygulamaları ile meşgul ve meşbu. Beni çok iyi karşıladı ve “ Ben, kendisini yetiştirmiş bir genç insanı tutarım” diye konuştu. Beni destekleyeceğini anlıyordum. Döndüm ve Kanada’ya gitmekten vazgeçtim. Gerçekten bir sure sonra beni vekâleten klinik şefliğine atadılar. Asaleten olamazdım, kadrom uymuyordu. Şeflik kadroları 150 idi. Ben ise henüz 60’da idim. Haseki’de sınıf arkadaşım Bahaettin Yardımcı ve 1947 mezunu Necati Aydınel ve Süreyya beyler asistanlar idi. Üçü de benden yaşça ve bedence büyük.3 kişi Haseki’de Salı geceleri toplanıp nöroloji okuma ve çalışmaya başladık. Edip Aktin’den önce Aynur Baslo ve o sırada flört ettiği Perihan ( Baslo ) toplantıların sürekli katılımcıları idiler. Erdoğan Özdamar zaman zaman katılırdı. Özellikle Aynur Baslo 50- 60 sayfalık tercümelerle gelirdi, bu toplantılara.

Bu buluşmalarda çok şey öğrendik.
1963 yılında Sağlık Bakanlığından bir duyuru geldi. Danimarka’da yapılacak rehabilitasyon kursu ile ilgili idi bu duyuru. 10 ay sürecek bu kursun programı çok cazipti. Nörolojik hastalıklarla ilgili ders, konferans ve uygulamalar çoğunlukta idi. 15’er gün İsveç ve Norveç’te, 1 ayda İngiltere’de geçirilecekti. Turistik olarak da çok cazip bir kurs. Hemen başvurumu yaptım, seçildim ve 1963 Eylülünde Kopenhag’a gittim. Bu kurs, kariyerimde önemli bir dönüm noktası oldu. Her açıdan büyük yarar sağladım, böyle gelişmiş bir ülkede bilimsel, sosyal çok şey öğrendim, bu sürede. Danimarka’dan sonra bursumu uzatarak İngiltere’de, Londra’da ünlü National Hospital for Nervous Diseases’da 6 ay kaldım ve EMG öğrendim. Ünlü prof. Gilliat üniversite nöroloji kliniği başkanı idi. Yurda döndüm ve Haseki’de bir rehabilitasyon ünitesi kurmayı amaçladım. Bunun için en az bir fizyoterapiste ihtiyaç vardı. Bunun için Ankara’ya gidip bakanlıkta dış ilişkiler dairesi müdürü Dr. Tevfik Alan’ın huzuruna çıktım. “ önce beni 1,5 yıl yurtdışına gönderdiniz.       
 simdi, benden bir şey istemeyecek misin?” dedim.  Tevfik Alan zeki, anlayışlı bir insandı. Esprili bir tonda “ Kardeşim, şimdiye kadar 200 kişi gönderdik, kimse böyle bir soru sormadı, böyle bir dilekte bulunmadı.

Eski köye yeni adet mi çıkarıyorsun?” dedi. Bana yardımcı olacağı açıktı. Bir fizyoterapist istediğimi, bir rehabilitasyon ünitesi kurmayı amaçladığımı söyledim. Bunun için uğraşacağına söz verdi. Gerçekten 5-6 ay sonra 1965 ortalarında Danimarka’dan Miss Maria Kholler geldi ve bize katıldı. Bu büyük bir kazançtı. Maria deneyimli, anlayışlı, olgun bir fizyoterapistti. Yemekhaneyi fizik tedavi salonu yaptık, gerekli malzemeleri aldık ve orada nörolojik rehabilitasyona başladık. O yıl sağlık bakanı Yusuf Azizoğlu, yeni mezun ve yegeni fizyoterapist Talia’yı bize gönderdi. Bir de  yeni mezun Ender. Bizim klinigimizde çalışmak için gönderilen böylece 3 fizyoterapistimiz oldu. Verimli bir çalışma düzeni kurduk. Fizyoterapinin nasıl bir farklılık yarattığını yakından gözledik. Ayrıca bakanlıkla anlaşma halinde hemşireler için fizyoterapi kurslari yaptık.
Salı gecesi buluşmalarımız devam ediyordu. Tedavi kliniği ile işbirliğimizde özellikle Dr Hüsrev Hatemi. İle ortak çalışmalarımız süregeliyordu. 147 olayı büyük tepkiler yarattığını belirtmiştim. Hükümet daha fazla gecikmeden onların dönüşünü sağlayan yasayı çıkarttı.
1965 yılında Haseki’de rehabilitasyon ünitesinin kuruluşundan sonra Almanya’da birkaç yıl geçirmiş olan Dr. Fevzi Aksoy’un dönüşü ve onun aracılığı ile Alexander von Humboldt vakfından EEG ve EMG aletlerini edindik ve bir nörofizyoloji dalı kurduk.  Fevzi Aksoy EEG okuyor ben EMG yapıyordum.

Üniversite klinikleri ile ilişkimiz süregeliyordu. Haseki nöroloji Kliniği’nin deki gelişmelerden memnundum. Orası örnek bir merkez olabilir miydi? Ne var ki, Sağlık Bakanlığının böyle bir hedefi yoktu. Bakanlık daha çok hasta görülmesini istiyordu. Bilimsel çalışan, iyi eğitim veren Nöroloji Kliniği bakanlık için bir hedef değildi. Bu nedenle çok düşündüm, büyük bir ikilem içinde kaldım ama arkadaşım Edip Aktin aracılığı ile gelen üniversiteye geçme önerisini olumlu karşıladım. 1968 yılı ilk aylarında İstanbul Tıp Fakültesi Nöroloji öğretim üyesi olarak atandım. Haseki’den ayrılmak bana çok zor geldi. Bir süre ek görev yaparak oradan tam ayrılmadım. Ahmet Çalışkan ve Hıfzı Özcan da aynı kliniğe benimle birlikte atandılar. Tıp Fakültesi ikiye ayrıldıktan sonra Çapa’daki nöroloji kliniği, psikiyatriye misafir olmuştu. Aynı binada idik. Biz Hıfzı Özcan’la birlikte Metin Özek arkadaşımızın odasını işgal ettik. 1982 yılında Nöroloji binasının tamamlanışına kadar orada kaldık. İlk yıllar nöroloji, nöroşirurji ve psikiyatri bir bölüm olarak birlikte idik. Kongrelerde nöropsikiyatri kongresi olarak yapılıyordu.

Psikiyatri, nöroloji, nöroşirurji ve çocuk psikiyatrisi bir bölüm oluşturuyordu. 70’li yılların sonuna doğru bunlar anabilim dalları olarak ayrıldılar bağımsız ana bilim dalları oldular. Anabilim dalı başkanımız 147’ler arasında üniversiteden uzaklaştırılıp 1963’de geri dönen Prof. Kenan Türkeldi. Edip Aktin kıdemli doçent,idi kısa bir süre sonra profesör oldu. Psikiyatri binasındaki misafirliğimiz yıllarında az sayıda yatağımız vardı. EMG laboratuarını doçent olan Aynur Baslo EEG’yi Ahmet Çalışkan yürütüyordu.Oldukça iyi bir uyum içinde geleceğe umutla bakarak kaliteli bir nöroloji kliniği kurma özlemi içinde çalışıyorduk. Ben bir kas hastalıkları laboratuarı kurmak peşinde idim. Böyle bir fırsat, Ahmet Çalışkan’ın basiler anevrizmasının patlaması ile ortaya çıktı. Yine geriye dönüş yapayım. Ben profesör unvanını aldıktan kısa bir süre sonra 1969 Eylülünde Harvard Üniversitesi ile anlaşma yaparak Bostona gittim. Orada 2 yıl kaldım. Dünyanın en ünlü nöroloji departmanlarından biri idi, çalıştığım yer. Prof. Raymond Adams, Miller Fisher bu kliniğin çok ünlü iki profesörü idi. Ben nörofizyoloji departmanında çalışıyor ve EMG yapıyordum. Mükemmel bir nöroloji kliniği idi burası.Hala cok yakın arkadaşlık ettiğim Robert Young nörofizyolojinin direktoru idi Toplantılar, seminerler, konferanslar, mezuniyet sonrası kurslar birer bilimsel ziyafet gibi idi. Mesleki açıdan çok verimli geçen 2 yılı tamamladım. 1971 yılı sonunda Amerika’dan döndüm.Sonraki yıllarda bu hastane ile ilişkim devam edecek ve daha bir çok Boston ve MGH ziyareti yapacaktım .  70 li yıllar çok olaylı geçti Ölümler vuruşmalar suikastler birbirini izledi.Sancılı yıllardı bunlar.

1972 kongresi Marmaris’te yapıldı. Çok güzel, çok renkli, bilimsel ve sosyal açıdan doyurucu bir kongre oldu. Orada bugünlerde uluslar arası çok önemli bir buluşa Tayfun Özçelikle birlikte imza atan Üner Tan’ı tanıdım. Marmaris’te, 1973 kongresi başkanlığına seçildim. Kongrenin sekreterliğini yapan Aynur Baslo ile birlikte ve Çocuk Psikiyatrisi’nin psikologlarının yardımı ile yetenekli arkadaşım Günsel Koptagel’in büyük katkıları, İmadet’tinin becerikli bütçe hazırlıkları ile Roche ve Sandoz firmalarının finansal desteği ile  1973 kongresini hazırladık. İstanbul’da, Hilton’da büyük bir katılımla yapıldı. Kongreler ayrı atmosferde süregeldi. 70’lerin sonuna doğru, nöroloji ve psikiyatri kongreleri ayrıldı. Nöroşirurji kongrelerini ayrı yapıyordu. 1980, 12 eylüle kadar çok olaylı, çok kaygılı günler yaşadık.Onlar üniversitedeki yansımaları ile başlı başına ayrı olarak ele alınacak olaylar zinciridir.

1975’de Ahmet çalışkan’ın geçirdiği anevrizma kanaması nedeni ile birlikte Zürih’e gittik. Gazi Yaşargil, Ahmet’in ameliyatını başarılı şekilde gerçekleştirdi. Zürih, Kantonspital’de güzel bir kas laboratuarı tanıdım. Onunla ilgili kayıtlar tuttum ve dönüşte bir kas laboratuar kurulması için girişimde bulundum. Rektör Haluk Alp yardım etti. Böyle bir laboratuar kuruldu. Çalışkan bir asistanımızı Boston’daki ünlü insan Raymond Adams’ın yardımı ile Amerika’ya gönderme fırsatını bulduk. Kas hastalıkları konusunda patoloji deneyimi kazanması için Dora Kohen Boston’daki bir yıldan sonra, New Castle’da Dr. Walter Bradley ile çalıştı ve yurda döndü. Kurulmuş olan laboratuarda çalışmaya başladı. Ne var ki, ortalık toz dumandı. Dora’yı ala koyamadık, o hızlı bir toplumcu ve sosyalist idi. kaybolup gitti. 12 Eylül bir büyük kabus olarak çöktü üstümüze. Üniversiteler çok büyük bir darbe yediler. Öğretim üyeleri arasındaki bağlantı ve hoca öğrenci ilişkileri kesintiye uğradı. Güvenlik soruşturmalarını, 1402 faciası izledi. Gencay Gürsoy, Metin Özek arkadaşlarımız 1402 ile üniversiteden uzaklaştırıldılar. Çok üzücü, çok stresli yıllar yaşadık. 12 Eylülde Tabip Odası başkanı idim. Gözaltında aylarca sabah akşam karakolda imza atmak zorunda kaldım. Üniversitede her şey değişti, yeni bir düzen kuruldu. YÖK, merkeziyetçi ve otoriter bir yapı idi.

O yıllarda Nöroloji Kliniği nöroradyoloji eksikliğini gidermek için büyük çaba sarf etti. Gencay Gürsoy bu amaçla Norveç’e gönderildi ve onun dönüşünde nöroradyoloji klinikte girişimleri başlatıldı. Anjiografiler radyoloji kliniğinde yapılabiliyordu. 1969 mezunu Reha da kliniğimizde asistanlığa başlamış ve bu alana ilgi duymuştu. Böylece 80’li yıllardan başlayarak bir nöroradyoloji ekibi oluşmaya başladı. 1981’de bir bilgisayarlı tomografi edindik ve bu çekimler başladı. Çok büyük bir aşama idi bu. Ancak uzun yıllar hiçbir girişmde bulunmayan radyoloji kliniği bir uyanış içine girdi ve nöroradyolojinin kendilerine ait bir tıp dalı olduğunu ileri sürmeye başladı. Uzun yıllar aramızda bir sürtüşme konusu olan nöroradyoloji, bize sıkıntılı yıllar yaşattı.  Bunca yıllar emek verdiğimiz ve uzmanlaşan insanlar yetiştirdiğimiz bir alanda radyolojinin bizi ekarte etmeye çalışması bizde haklı tepkiler uyandırıyordu. Reha Tolun’dan sonra Sara Bahar, Rezzan Tuncay, Halil İdrisoğlu da nöroradyoloji yapar oldular. Koca bir ekip oluşmuştu. Bu mücadele uzun yıllar süregeldi. Neticede biz bu alandan çekilmek ve kendi içimizde faaliyetlerimizi sürdürmek durumunda kaldık. 1981 yılında nöroloji ve nöroşirurji için yapılan yeni binamıza geçtik ve yerleştik. Bu arada hepimiz ve kliniğimiz adına üzücü bir gelişme oldu. Nöroloji için önemli bir üyemiz Prof. Edip Aktin ayrılmaya karar verdi.Onu geri dönmeğe ikna edemedik 12 eylülün üniversiteye yansımaları  onda umutsuzluk yaratmıştı”.Coşkun ben bu işin sonunu gördüm “deyişini hatırlıyorum. Kliniğimizde 80 ve 90 yıllarda seksiyonlar daha sonra bilim dalları oluşmaya başladı. EEG, EMG, nörofizyoloji, hareket bozuklukları, davranış nörolojisi, epilepsi, serebro- vasküler hastalıklar, çocuk nörolojisi, nöromüsküler hastalıklar yıllar içinde birer bilim dalı haline geldiler. Kadro genişledi.

1972 yılında Amerika dönüşümde bir kas hastalıkları polikliniğine başlamıştım. Bunu yer yer bazı asistanların yardımı ile 15 yıla yakın yalnız sürdürdüm.
1980 başlarında asistan olarak göreve başlayan Piraye Serdaroğlu bana poliklinikte yardım ediyordu. Onun klinikte kalmasını istedim, bunu başardık. Feza Deymeer Amerika’dan döndü. Onu da kliniğe uzman asistan olarak alabildik. Yıllar sonra Fransa’da Gerard Said ile 6 yıl periferik sinir hastalıkları alanında çalışan Yeşim Parman’da kliniğe geldi. Bu 3 kişi nöromüsküler bilim dalının üyeleri oldular. Öteki bilim dallarına da katılımlar oldu. Nöroloji dünyasında pek çok yenilikler oldu. Büyük gelişmeler oldu. İstanbul Tıp Fakültesi Nöroloji Kliniği bunları izlemeye ve up to date kalmaya çalışmıştır. Öğrenciler tarafından sevilen, beğenilen Ana bilim dalı olmuştur.1994 de Ahmet Calışkan  ve Hıfzı  Özcan yaş haddinden emekli oldular 

Ben de 1996’da yaş haddinden emekli oldum. Klinikle ve nöromüsküler hastalıklar alanındaki genç arkadaşlarla birlikteliğimi sürdürüyorum Bu genç ögrenci ve calışma arkadaslarım 1997 yılında beni çok duygulandıran çok güzel bir anma toplantısı düzenlediler.Oraya  önem verdiğim tanınmış iki nörologu konuşmacı olarak davet ettiler Ingiltereden Newsom Davis ve Amerikadan Harvard’da bana şeflik yapmış olan arkadaşım Robert Young.Ayrıca bu gençlerin öncülüğünde  Noroloji klinigi büyük bir vefa örneği göstererek yıllar önce kurulmuş olan kas patoloji laboratuarına benim adimi verdi ve beni onurlandırdı.Benim emekliliğimden sonra Gencay Gürsoy ABD başkanlığı yaptı daha sonra sıra daha genç öğencilerimiz Ayşen Gökyigit ve JaleYazıcıya geldi Bu satırları yazdığım sırada Oğuzhan Çoban klinik direktörlüğünü yapıyor.Benim 1986 yilinda büyük bir hevesle başlattığım mezuniyet sonrası noroloji kurslarını genç nörologlar başarı ile sürdürdüler.

Bu kurslar büyük igi görüyor  ve süregeliyor Türkiyede nörologlarin çok da elverişli olmayan koşullarda ciddi ve başarılı  çalışmalar gerçeklestirdiklerini düşünüyorum Son olarak emekliliğimin 14 üncü yılında Türkiye Nöroloji Derneği Antalyada yapılan Ulusal Nöroloji kongresinde bana “Bilim ve Hizmet ödülü verdi .Böyle bir ödüle layık bulunmak ve Piraye Oflazerin takdimini dinlemek kuşkusuz benim için büyük bir onur ve mutluluk oldu.1350 kişinin katıldığı bu kongrede sabahın erken saatlerinden gece yarılarına kadar devam eden toplantılarda bizim asistanlık ve erken uzmanlık dönemlerimizde hayal edemeyeceğimiz konuların tartışıldığına tanık oldum  Her alanda kolay kolay  umutlar besleyemediğimiz bu ülkedeTürk Nörolojisi için umutlandım . Kongrelerin yani sira Nobiva toplantıları ve beyin araştırmaları derneğinin bilimsel çalışmalarını takdirle anmak gerekir

Nöroloji kliniğinin kadrosu çok genişledi. Ülke yönetimindeki olumsuzlukların üniversite tıp fakültesine ve nörolojiye yansımaması mümkün değildir,elbette. Her şeye karşın tıp fakültesi Nöroloji Ana Bilim Dalı’nın bir düzeyi tutturduğunu ve iyi bir nöroloji departmanı olduğuna içtenlikle inanıyorum. Ülke çapında bakarsak tüm yurtta yine nöroloji alanında başarılı çalışmalar yapıldığını söylemek doğru olur.Ben kaçınılmaz şekilde burada nöroloji dünyasından ve özellikle Çapadan bakarak  tanık olduklarıma öncelik verdim Bu nedenle bircok belirtilmeğe değer olay ve gelişmeleri atlamış ihmal etmiş  olabilirim Bundan otürü bu kısa tarihçeyi  okuyacak olanların beni hoş görrmelerini dilerim Turkiyede nörolojide geçirdiğim gün ve yılları  genel olarak en güzel anılarım arasında saydığımı belirterek bu yazıyı bitiriyorum [email protected]
     
                
 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler