Kapitalizm keyifsiz!

Detlev ve Gudrun Ziemann Berlin Duvarı’nın yapılışına da yıkılışına da tanıklar… Duvar sadece kenti değil, hayatlarını da ikiye bölmüştü. Yıkılması birleşmeyi sağlamaya yetmedi. Her şeyin para olduğu bir dünyanın içine düştüklerinin farkındaydılar, başından beri… Ama bir tek şeyden haberleri yoktu, annelerinin küçük, masum yalanı… 19 yıl önce, bugün, duvar yıkıldı, yalan ortaya çıktı…

Yayınlanma: 09.11.2008 - 20:35
Abone Ol google-news

Otuz dokuz gazete, iki televizyon kanalı, dört radyo istasyonu, tek bir düşünce sistemi! Bütün çocukların aynı oyuncaklarla oynadığı, aynı kıyafetleri giydiği, herkesin aynı marka araba kullandığı, dekorasyonuna kadar aynı tarz evlerde yaşadığı, çocukların Coca-Cola kültürüyle büyümediği, hırsların, kıskançlıkların arkadaşlıkları öldürmediği bir dünyadan bahsedeceğiz. Aynı zamanda sistemi eleştirmenin yasak olduğu, başka dünyalara kapısı kapatılmış bir dünya… Sözünü ettiğimiz, 1961 ve 89 yılları arasında Doğu Almanya’daki yaşam. Bugün Berlin Duvarı’nın yıkılışının 19. yılı. Duvarlı yılları yaşayan, yakınlarını Batı’da bırakan bir aile; Detlev ve Gudrun Ziemann ile Berlin’in duvarlı yıllarını ve sonrasını konuştuk…

Çekoslavakya Cumhurbaşkanı Vaclav Havel “Duvar üzerimize yıkıldı” demişti 9 Kasım 1989’dan kısa bir süre sonra. Duvarın yıkılışının 19. yıldönümünde Detlev ve Gudrun Ziemann’ın anlattıkları Havel’i doğruluyor. İşte duvarın iki yüzünün hikâyesi.

- Yaşadığınız kenti ortadan ikiye bölen duvarı ilk gördüğünüzde ne hissettiniz?

Detlev Ziemann: Tek kelimeyle anlatacak olursam; şoke oldum! Bir sabah uyandığımızda duvarı gördük ve ilk anın şokuyla ne bir şey düşünebildik ne de hissedebildik.

Gudrun Ziemann: Duvarın inşa edildiği yıllarda Thuringen’de, tam sınıra yakın bir bölgede yaşıyordum. On sekizimde üniversite için Berlin’e yerleştim. Duvarı herkesten habersiz ördüler. Duvardan önce Doğu, Batı arasındaki geçişler serbestti. Doğu’da oturup Batı’da çalışan birçok insan vardı. Bir gecede her şey değişti. Neredeyse her günümüzü birlikte geçirdiğimiz akrabalarımızla görüşmemizi yasaklayan bir sınır oluştu. Mesela teyzem duvarın batı tarafında kalmıştı ve anneannemin cenazesine gelemedi.

- Özel günlerde geçişe izin vermiyorlar mıydı?

Gudrun: Batı’dakiler Doğu’ya geçebiliyordu, ama Doğu’dan Batı’ya geçiş yasaktı. 1971’den sonra önemli günlerde geçişlere izin verildi. Ben 80’lerde devlet bankası için çalıştığımdan, onlara dair birçok sır biliyordum. Bu yüzden geçiş izni almam imkânsız gibiydi. 1986’da bu nedenle işimden ayrıldım. Böylece doğum günü, cenaze gibi önemli günlerde geçiş izni alabildim.

Detlev: Benim için durum diğerlerinden biraz daha farklıydı. 1982’den sonra işim gereğince sürekli yurtdışına çıkmam gerekti, ama bu çıkışlardan önce, devlet tarafından dokuz aylık bir kontrol sürecinden geçtim. İlk olarak Paris’e gitmem gerekiyordu. Vize işlemleri üç ay sürdü. Devletin böyle bir izni birine verebilmesi için, kaçmayacağımdan emin olması gerekiyordu. Karımı ve iki çocuğumu geri döneceğimin garantisi olarak görmüş olabilirler.

- Eşinizin sürekli, hiçbir zaman göremeyeceğinizi düşündüğünüz yerlere gitmesini nasıl karşıladınız?

Gudrun: Her dönüşünde kartpostallarla, fotoğraflarla, hediyelerle dönerdi. Fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla Paris’i çok beğenmiştim. Oraya gitme hayalini hep taşıyordum. Nitekim duvarın yıkılışından sonra ilk seyahatim Paris’e oldu. Tabii ki bir süre sonra onun gidişlerine kayıtsız kalmayı öğrendim. Detlev’in her yurtdışına çalışmaya gidişinde ben de işten gelip, çocukları erkenden uyutur, birkaç kız arkadaşımı eve çağırıp, geç saatlere kadar eğlenceler düzenlerdim.

- Hiç kaçmayı düşündünüz mü?

Gudrun: Hayır, böyle bir risk almayı düşünmedik, kurallar çok katıydı. Kaçmaya çalışanları sınırda tarıyorlardı. Buna rağmen tünellerle, evde yaptıkları balonlar ve bunun gibi yollarla Batı’ya kaçmayı başaran insanlar oldu, ama sınırda kaçmaya çalışırken öldürülenler de vardı. Mesela bir arkadaşım eşiyle birlikte bir yakınlarının doğum günü için izin alıp, Batı‘ya gitti, bir daha hiç dönmedi. 6 ve 10 yaşında çocuklarını geride bıraktılar. Devletin çocukları yollayacağını düşündüler belki de, ama öyle olmadı. Kaçışlarından bir yıl sonra da duvar yıkıldı.

Detlev: İnsanların çoğu ekonomik nedenlerle kaçmaya çalıştılar ya da kaçtılar.

- Batıda yaşayan yakınlarınızla nasıl haberleşiyordunuz?

Gudrun: Telefon edebiliyorduk. O zamanlar yaşadığım yerde duvar betondan değildi. Başlarda sınırdan Batı’yı görebiliyorduk, onlarla gizlice konuşabiliyorduk, sonra her şey daha da katılaştı. İki bariyer inşa ettiler. Duvara 500 m-5 km arasında olan bölgeye giriş yasaktı. Doğu’da olmalarına rağmen, bu yasak bölgede olan akrabalarımı ziyarete hiçbir zaman gidemedim.

- Duvarın yıkılışı nasıl karşılandı?

Detlev: İnşa edilişi gibi, yıkılışı da sürpriz oldu. Her akşam haberleri izliyorduk. Bir gün bu geceden itibaren herkes için geçişler serbest olacak dediler. Aslında bu bir yanlış anlaşılmaydı. Bu konuşmayla duvarın yıkılışını değil, seyahat etme özgürlüğünü kastetmek istemişlerdi. Bu yanlış ifadenin ardından yüz binlerce insan sınıra doğru geldi ve askerlerin üstüne doğru yürümeye başladı. İki seçeneği vardı askerin; ya önüne gelene ateş edecekti ya da geçmelerine izin verecekti. Geçmelerine izin verdiler.

Gudrun: O gece yıldızları izliyordum, Doğu Almanya’da çok yaygındı o zamanlar yıldızları izlemek. Çıktığımda her şeyden habersizdim. Gördüğüm çılgın kalabalığa anlam veremeden eve geldim. Televizyonu açtım, resmi bir açıklama yoktu. Ertesi gün işe gittim, yaklaşık dokuz arkadaşım geceyi Batı Berlin’de geçirmiş. Bütün gece duvarın yıkılışını yakınlarıyla kutlayıp ertesi gün Doğu’ya geri dönüp, duş alıp işe gelmişler.

Detlev: Duvarın yıkılışını kutlayan insanları görünce onlar kadar rahat olamadım açıkçası. Çünkü duvarın yıkılışıyla ekonominin altüst olacağını, o mutlu kalabalığın zengin, fakir ve orta sınıf olarak üçe ayrılacağını ve bir daha hiçbir zaman hep beraber tek bir sınıf olarak aynı şeylere sevinemeyeceğini biliyordum. O an yaşanılan mutluluk belki de bir macera mutluluğuydu. Ben mutluluğu da, riski de görüyordum. Çoğu eskiden dünyamızın merkezi olan insanın yerini paranın alacağını görmüyordu.

- Siz iki ayrı dünyayı yaşadınız, bu iki ayrı sistemin dünyasının iyi ve kötü yönlerinden bahseder misiniz?

Detlev: Batı’nın özgür, ama materyalist oluşu, Doğu’nun insani değerleri ama seyahat etme, başka yerleri, insanları görme yasağı... Seyahat etmeye başladığımda gördüm ki Batı’da her şey var, ama bundan herkes yararlanamıyor. Kapitalist sistem bu; paran yoksa özgürlük bir işe yaramıyor. Hayat kalitemiz diğer Doğu ülkelerine göre daha yüksekti ama Batı’ya göre daha düşüktü. Bir yerlerde birileri seninkinden çok daha güzel ve hızlı arabalarıyla, güzel evleriyle yaşıyor, biliyorsun, eğer kaçak Batı televizyon kanalın varsa görüyorsun da, ama hiçbir zaman sahip olamayacağını biliyorsun. Bu insanlarda kıskançlık duygusu yarattı. Oysa kıskançlığa yer yoktu.

Gudrun: Kendi yaşantım için konuşacak olursam; sanırım kapitalist sistemde hiçbir zaman bugün geldiğim yerde olamazdım. Hem iyi bir kariyer, hem de iki çocuk yapıp onlarla ilgilenebildim. Herkesin birbirinden daha üstün, daha güçlü olmak istediği, diğerini düşünmediği bir sistemde bir şeyler yapmaya çalışmak çok daha zor ve keyifsiz.

- O yıllara dair aklınızda en çok kalan anılardan birini anlatır mısınız?

Detlev: Bazı bölgelerde duvarlar dümdüz inşa edilmemişti, zikzaktı. Bir arkadaşım duvarın inşa edildiği ilk yıllarda kaçmaya çalıştı. Almanya’nın güneyinde yaşıyordu. Orası Berlin gibi katı değildi, bir de daha duvarın ilk zamanları... Günlerce evine kapanmıştı, sanırım kaçma planları yapıyordu, belki de cesaret topluyordu. Bir gün karar verip atlamış duvardan, daha tel örgüler örülmemişken, kalbi deli gibi atıyormuş. Bitti artık demiş kendi kendine, artık Batı’dayım. İlerlediğinde bakmış ki bir duvar daha var, anlam verememiş. Oradan da atlamış. O sırada askerlerle göz göze gelmiş ve hapse girmiş. Trajikomik bu hikâyeyi hem üzülerek, hem de gülerek hatırlarım hep. Duvar düz örülmediği için önce gerçekten de Batı’ya geçmeyi başarmış, ama aynı duvardan yine atlayarak geldiği bölgeye geri dönmüş! Büyük şanssızlıktı onun adına...

Gudrun: Annem Batı’da yaşayan teyzemlere kurabiye gönderirdi sürekli. Batı’da yoktu o kurabiyelerden... Teyzem tarifini aldı, ama hiçbir zaman aynı lezzette yapmayı başaramamış. Annem kurabiyeleri göndermeye, teyzem de tarifini tutturmak için uğraşmaya yıllarca devam etti. Duvar yıkıldı. Teyzem, sürekli o kurabiyelerin konusunu açıp, beraber yapmalarını öneriyordu. Sonunda anladık ki, annem de bir türlü tarifi tutturamadığından sürekli satın alıp gönderirmiş. Yıllarca sakladığı sırrı ortaya çıktı... Belki de duvarın yıkılışına en çok kızanlardan biri annem olmuştur.

- DDA’nin gizli servisince hazırlanan dosyalarınıza baktınız mı?

Detlev: 1999’da Almanya’nın otobüs, tren, metro, vs gibi iletişim hatları şirketine iş başvurusunda bulunduğumda, şirket beni işe kabul etmeden dosyamı görmek istedi. Bir sayfada hakkımda yazılanlar kafalarına takılmış olacak ki bunu benimle paylaşmak istediler. Dosyamla o vesileyle tesadüfen karşılaştım. Onun dışında hiçbir zaman gidip okumak gibi bir fikir geçmedi aklımdan. Görmek istemediğim, beni hayal kırıklığına uğratacak bir isim görmenin korkusu beni engelledi. Şu an milyonlarca dosya yok edildi. Belki de Batı yok etmiştir!

- Neler yazılıydı o raporda?

Detlev: Duvarlı yıllarda sürekli yurtdışına çıktığımdan devlet tarafından sürekli dinlenmeye alınırdım, yani beni çağırıp, neler yaptığıma dair sorular sorarlardı. Bu o yıllar için normal bir şeydi ancak sonraları bu sorular değişmeye ve garip bir hal almaya başladı. Bir gün, benden yurtdışına çıktığımda bir binada olacak konferansın güvenliğini kontrol etmemi istediler. Onlara “Eğer gizli servis için çalışmak isteseydim CV’mi işyerime değil de size yollardım” dedim. Bana yolladıkları raporda bu diyalog yazılıydı. Altına da şöyle bir not düşmüşlerdi; Detlev Ziemann’ı disipline etmek lazım!


(Fotoğraf: Peter Buhlan)


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler