Devletsiz ülke: Somali

Sömürgecilikten kurtulmasına karşın devlet kuramayan insanların ülkesi Somali, yabancı güçlerin istediği her şeyi yapabildiği bir bölge. ABD, El Kaide gerekçesiyle ülkenin güneyini bombalıyor.

Yayınlanma: 17.11.2008 - 15:54
Abone Ol google-news

Somali, bir Türk firmanın mallarını taşıyan geminin korsanlar tarafından kaçırılmasıyla Türkiye’nin gündemine geldi. Ne var ki, kaçırma olaylarının sık yaşandığı bilgisini veren Türk medyasının yaklaşımı “Neden Somali?” sorusuna açıklık getirmiyordu. Uluslararası diplomaside çökmüş devlet olarak tanımlanan Somali’de, yaklaşık 18 yıldır bir devlet yapısı bulunmuyor, ülke çapında güvenliği sağlayacak bir devlet yapılanmasından söz etmek de mümkün değil. İç savaş, açlık ve salgın hastalıklar da düşünüldüğünde Somali’nin durumu daha kolay anlaşılıyor.

 

Sömürge dönemi ve iç savaş

Sömürgeciliğin uygulanmasında sömürme, tüketme ve yok etme yöntemlerinden fazlasıyla nasibini almış bir ülke Somali. Ekonomik ve siyasal alanlarda olduğu kadar toplumsal alanda da sömürgeciliğin tahrip ettiği bir ülke. Somali’de halk aynı din, dil, ırk ve kültürü paylaşıyor ve oldukça homojen bir yapıda. Ancak Afrika’nın 19. yüzyılın sonlarında Avrupalılarca paylaşılması üzerine İngiltere, İtalya ve Fransa’nın Somali topraklarına girmesi, Somali halkının farklı sömürge sınırlarında sıkışmasına neden olur. Sömürge döneminin Somali halkına bıraktığı bir diğer miras ise İngiltere’nin Etiyopya’ya bağışladığı Ogaden bölgesi. Bu bölgede yaşayan Somalili nüfus göz ardı edilerek uygulanan bu politika, Somali bağımsızlığını ilan ettikten sonra iki ülke arasında savaş nedeni oldu. Bu bölünmelerle halkın en önemli özelliği olan homojenitesi dış tehdit ve sömürgeci güçlere karşı bazı toplumsal hareketleri tetikledi. Ancak Somali halkına kendi kaderini tayin hakkı verilmedi ve Somali devletinin kurulması sömürgeci güçlerin istenci ile gerçekleşti.

Sömürge sonrasında kurulan bağımsız devlet, “devlet” düşüncesinin Somali’ye Batı tarafından dayatıldığı tezini kanıtlar niteliktedir. Zira ilk hükümet oldukça tecrübesiz, yetersiz ve bir siyasi kültürün yaratılması düşüncesinden oldukça uzaktı. Bu sayede Somali’de siyasi sistem çok kısa zamanda kabileler arasındaki uyuşmazlıkların ve çıkar çatışmalarının yaşandığı bir zemine taşındı. General Siyad Barre 1969 yılında bir darbeyle devlet başkanlığı koltuğuna oturdu. Önceleri Somali halkının büyük desteğini alan ikinci hükümet, kısa süre sonra oldukça baskıcı, muhalefete tahammül edemeyen, yolsuzluğun yaygınlaştığı bir rejime dönüştü. Somali devlet gelirinin önemli kısmını oluşturan ABD ve SSCB’nin insani ve maddi yardımlarının, Devlet Başkanı Barre ve kabilesine gittiği anlaşılınca ülkede tansiyon iyice arttı, Barre’nin 20 yıl süren dikta rejimi 1991 yılında muhalif güçlerce yıkıldı.

Barre hükümetini devirerek Başkent Mogadişu’yu ele geçiren muhalif grup yeni bir hükümetin kurulduğunu ilan etti. Ancak Barre’ye karşı tek bir paydada birleşen gruplar sıra iktidar paylaşımına gelince karşılıklı saflarını aldılar. Somali için sonun başlangıcı sayılan bu gelişmeler ülkede 18 yıldır dinmek bilmeyen iç savaşın nedeni olarak nitelendirilebilir.

 

ABD Somali'de ne aradı?

Somali’de patlak veren iç savaş ve savaşın oluşturduğu trajik koşullar çok geçmeden uluslararası toplumda yankı buldu. Mart 1992’de insani yardım amacıyla Somali’ye asker çıkartan BM, kısa süre sonra savaş ağalarıyla baş edemez hale geldi. Somali insanının çaresizliği Amerikan medyasına da yansıdı. Pek çok gazetecinin vicdan propagandası, Amerikan halkının bilinçaltını Somali’ye yapılacak bir askeri müdahale için adeta hazırladı. Nihayet, Kasım 1992’de ABD ülkeye 36.000 asker çıkardı.

ABD’nin Somali operasyonun değerlendirilmesinden önce, ülkenin stratejik açıdan öneminin kısaca aktarılmasında yarar var. Somali, Batı’nın hammadde ve petrol trafiğinin bağımlı olduğu su geçidi olan Süveyş Kanalı’na açılan bir kapı niteliğinde. Bu açıdan Somali’de askeri güç bulunduran ülke kanalın ‘güvenliğini’ de sağlamış oluyor. Ayrıca oldukça uzun kıyı şeridi dikkate alındığında Somali’yi kontrol altına almak, Hint Okyanusu’nda ve Doğu Afrika’da kontrolü sağlamak anlamına geliyor. Somali’yi çekici kılan bir diğer unsur ise ülkenin İran körfezine yakınlığı. ABD-İran arasında süregelen gerilim Somali’nin stratejik önemini tartışılmaz kılıyor. Bu bilgiler ışığında, ABD’nin uğruna askerini tehlikeye atarak kamuoyunu karşısına almak pahasına gerçekleştirdiği Somali müdahalesinin, ‘insani’ kaygılarla gerçekleştiği yargısı fazlasıyla iyimser olacaktır. Birleşik Devletler’in pragmatik hedefinin Soğuk Savaş sonrası dönemde ortaya çıkan ‘Yeni dünya düzeni’nin devamını sağlamak olduğu dikkate alınırsa Somali operasyonu daha çok anlam kazanacaktır.

Elbette ki ABD birlikleri Somali’de çiçeklerle karşılanmadı. Dış güçlerin ülkede bulunmasına karşı çıkan ve Somali’ye kendi geleceğini tayin hakkının verilmesi gerektiğini söyleyen fraksiyon lideri General Aidid ve yanlıları Amerikan askerlerinin varlığına silahı direniş ve saldırılarla karşılık verdi. Somali’ye gelmeden önce ülkenin içinde olduğu durumdan hiç haberi olmayan ve operasyonu yetersiz şekilde planlayan ABD, çok geçmeden ülkede batağa saplandığı gerçeğiyle yüzleşti. 3–4 Ekim 1993’te Aidid’e bağlı güçlerin 18 Amerikan askerini öldürmesi ve cesetleri sokaklarda sürüklemesi üzerine, Amerikan birlikleri ülkeden apar topar çekildi. Zamanında umutsuz Somalilere umut götürmek gerektiği propagandası yapan medya aniden saf değiştirdi. Onlara göre Somali halkı böyle bir yardımı hak etmiyordu.

 

Obama neyi değiştirir?

11 Eylül saldırılarına kadar Somali’den elini ayağını çeken ABD, 2001 yılından bu yana El Kaide militanlarının mevzilerinin bulunduğu iddiasıyla ülkenin güney kesimlerini bombalıyor. Son saldırılarda sivillerin de öldürüldüğü iddiasını değerlendiren BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon, ABD’ye tepkisini “bölgedeki çatışmaların gerginliği daha da tırmandırabileceği” açıklamalarıyla dile getiriyor. Ban Ki Moon’un bu sözleri BM’nin işlevsizlik tartışmalarını tekrar gündeme getirmesi açısından önemli. Zira geçmişte Somali halkını kabileler arasındaki iç savaştan korumak için ülkeye asker çıkaran BM, sıra Somalileri ABD’den korumaya gelince ancak eleştirmekle kalıyor.

ABD’nin son yıllarda yalnızca hava saldırılarıyla yetinmesi hiç kuşkusuz 1993’teki kötü tecrübesinden kaynaklanmakta. Zaten Irak işgali ve Afganistan müdahalesinin sonuçlarını en ağır şekilde ekonomisinde gören ABD’nin kısa vadede Somali’ye asker çıkarması mümkün görünmüyor. Somali’nin kendi haline bırakılması elbette ki söz konusu değil. Beyaz Saray’ın desteklediği Cumhurbaşkanı Abdullahi Yusuf ve geçici hükümet, ABD’nin Somali’nin güvenliği için vazgeçilmez olduğu açıklamalarını her fırsatta yineliyor. Washington’un maşa olarak kullandığı Etiyopya birlikleri de, ABD’nin mimarlığını üstlendiği geçici ‘düzenin’ bekçileri olarak başkent Mogadişu sokaklarında kol geziyor.

Başkan seçilmeden önce Somali için tutarlı bir strateji izleneceğini müjdeleyen Obama, adeta önceki hükümetlerin ‘tutarsız’ olduğu itirafında bulundu. Ne var ki, her dönem Amerikan çıkarlarının belirlediği ABD dış politikasının yeni hükümetle farklı bir zemine taşınmasını beklemek fazlasıyla iyimser bir yaklaşım. Bu tezi destekleyen en önemli kanıt, küresel çapta terörizmle savaşı ‘Amerika’nın kazanması gereken savaş’ olarak nitelendiren Obama’nın açıklamalarında karşımıza çıkıyor. Obama, El Kaide’nin Amerika için ‘ısrarlı ve genişleyen’ bir tehdit olduğu ve başkan seçilmesi halinde yok edilmesi için dünyanın neresinde olursa olsun askeri güç kullanmakta tereddüt etmeyeceğini açıklamıştı. Çiçeği burnunda ABD Başkanı’nın bu söylemleri, ‘değişim’ sloganıyla yola çıkan yeni hükümetin dış siyasette öncekilerden farklı olmayacağı sinyallerini veriyor. Somali’nin sorunları El Kaide’ye indirgendikçe, çözüm için umutlar zayıflıyor. Sömürge döneminden beri kendi kaderini tayin hakkı engellenen Somali’nin geleceği yine dış güçlerin elinde şekilleneceğe benziyor.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler