Adanalı mı, vur abalıya!

Önce sinema, sonra televizyon karakter boşluğuna düşünce Adanalıyı keşfetti. Adana’nın suyundan içen içmeyen herkes sert, şiddet yanlısı, küfürbaz bir Adanalı yarattı. Yaşar Kemal’in, Yılmaz Güney’in kentinin bu yeni popüler erkek ve kadınlarının gerçekle hiçbir ilgisi yok. Yoksulluğu anlatamayan, gerçek şiddeti göremeyen, kendisiyle alay etmektense uzaklardan bir karakter seçip seyircinin önüne atan senarist, yönetmen ve yapımcılar Adanalılara göre “Allahına kadar yalancı”...

Yayınlanma: 07.12.2008 - 14:03
Abone Ol google-news

“Adanalıyık / bici yerik / şalgam içerik / karpuzu yararak yerik / gündüzün pambuk (pamuk) doplatır / geceleyin pambuk gibi avradı donuynan ..... ”

Daha önce bu ve benzeri sözleri duyduğumuzda gülüp geçiyorduk... Meslekten bir dostun bir gün Adanalılığı sertlik yanlısı yönüyle anmasına, bir başka dostun da Adana’yı artık magazinci “Pambuk Ayşe”nin temsil ettiğini söylemesine alınmamış, üzerinde durmamıştık... Ancak, son günlerde sözde Adanalı tiplemelerinin TV dizilerinde furya halini alması, internette de bazı uydurma sözlerin Adana patentiyle ışık hızında dolaşmaya başlaması, Adana’ya karşı sorumluluk duyanların dikkatini çekti...

Adana ve Adanalı, dizilerde ve internette tanıtıldığı gibi miydi gerçekten? Böyle bir Adana ve Adanalı var mıydı? Vardı da şunca yılın Adanalısı, Çukurovalısı olarak biz mi bilmiyorduk?

Uçkurundan, midesinden, paradan başka şey düşünmeyen, sert mizaçlı, kavgacı Adana erkeğini bugüne dek neden tanımamıştık?.. “Gadasını aldığım” gibi özveri ve sevgi yüklü güzel sözü öyle sert söyleyen, sözde Osmanlı, güçlü, çapkın, tuhaf kadın tipine neden rastlamamıştık? Ölü diller mezarlığındaki yerini alan Adana ağzı, kentin yaşayan dili gibi acaba neden sunuluyordu? Adana ağzının yaşadığı dönemde bile küçük bir azınlık, altkültür mensubu tarafından kullanılan ve bugün popülerleştirilmeye çalışılan jargona benzemediği halde nedendi bu ısrar? Kullanılan jargonun, bazı dizilerdeki Antep ağzı, Makedon ağzı gibi sanatsal masumiyetle sunulmaması nedeniyle mi alınganlık gösteriyorduk acaba?

Bir kez, betimlenen Adana imgesi gerçeği yansıtmıyor. Dizilerin Adana’sıyla gerçekte nabız vuran Adana’nın hiç ilgisi yok. Bugünün Adana’sında dünya sorunlarının üst düzey yorumlarla irdelendiği, çoğunluğunu niteliksizler ittifaklarının yönettiği kartel gazetelerinin köşe doldurucularıyla, müptezellik ve kan fışkıran televizyonların ekran kuşlarını tiye alabilen niteliğe sahip seçkin ortamlar da var...

Bugün, kültür-sanat etkinlikleri, nitelik ve nicelik açısından birçok kenti kıskandıracak düzeye gelen Adana, bazen bambaşka bir havaya bürünüyor, inanılmaz görünümler sergiliyordu. Bu yönüyle zaman zaman, yer yer İstanbul’un Beyoğlu’sunu, Paris’in Champs Elysees’ini, New York’un Manhattan’ını andırır... Özellikle, akşamları ışıl ışıl bir renk cümbüşü içinde akıp giden caddeler, Seyhan nehri ve baraj gölü kıyılarına vuran görüntüler insanları farklı boyutlara götürür. O boyutta, dizilerdeki maço kültürün çok uzağına düşer kent; Çukurova’nın, Doğu Akdeniz’in “kültür ve sanat merkezi” diye anılır... Uluslararası Çukurova Sanat Günleri, Çoksesli Müzik Festivali,13 Kare Sanat Festivali ve TÜYAP Kitap Fuarı gibi etkinliklerin düzenlendiği kentte, Altın Koza Film Festivali ise her yıl farklı renk cümbüşünü belleklere kazıyor. Belki biraz da bu nedenle ekrandan yansıyan Adanalı tipi itici geliyor bu kentin insanlarına... Böyle bir insan tipinin hiçbir zaman olmaması da besliyor bu tepkiyi... Çünkü, o Adana yiğidi, belleklere kazındığı gibi Allah’a düpedüz sinkaf etmezdi... Bazen “Allahından başlatma...” gibi bir çıkışta kalırdı o ünlü söylemi... Öyle, çözümü hep sertlikte arayan biri hiç değildi... Tipik bir Akdeniz insanıydı; duygusal, romantik, naif... Yüreklilikse yüreklilikti; gözünü budaktan esirgemezdi, ama maçolukla, magandalıkla ilgisi yoktu... Kabadayılığı da avanta peşindeki lümpen tetikçi, mafya bozuntularınınkine benzemezdi. Ne yazık ki, Adana’nın doğal ve fiziksel çehresiyle birlikte o insan tipi değişti...

Zaten, hep böyle olurdu, bu kentin yıldızı bir parlar, bir söner... Dünden bugüne hep kolonyel bir bölge olmasından kaynaklanırdı bu. İskender’in, Pompeius’un, Sezar’ın at koşturduğu bu ‘güzel atlar diyarı’, Herodotos’un ‘Altın ovası’nın merkezi Adana, Hatti’si, Hitit’i, Hurri’si, Mısır’ı, Fenike’si, Asur’u, Pers’i, Yunan’ı, Makedon’u, Roma’sı, Bizans’ı, Ermeni’si, Arap’ı, Selçuklusu ve Osmanlısı gibi yükselen her uygarlığın dikkatini çekmesi, yıldızının parladığı dönemlere denk düşmüştü... Ne de olsa Ortadoğu’daki, üç önemli deltadan (Nil/Mezopotamya) birinin merkezinde kent.

Ne var ki, varsıllığının bedelini hep ağır ödedi... Sosyoekonomik gelgitlerin etkisiyle yıldızının her sönmesinde birileri terk etti, her parlamasında yeni, yadırgı, yabancı birileri geldi... Dizilerde, yaratılmaya çalışılan sözüm ona Adanalılar ise bu ovanın güzel atlarına binerek çoktan gittiler yitik bir evrene... Eğer, hâlâ bu kentte yaşıyor olsaydı asla izin vermezlerdi bazı müptezelliklere...

Onların boşluğunu “göçer” diye de tanımlanan insanlar doldurdu. Onlar geldiğinde, ırgatlık ya da marabalık, dizilerdeki jargon gibi çoktan yitik bir dünyada kalmıştı. Malum küresel saldırı sürecinde gelen bu insanların sığındıkları kentle tek benzer yanları ise yoksulluklarıydı... Dilleri de, tipleri de benzemiyordu o yitik Adanalılarla dizilerdeki Adanalılara...

“Masaya ne katmamı istiyon” diye soran bir dil konuşuyorlardı onlar... Üstelik, her yerde vardı onlardan, İzmir’de, Ankara’da, özellikle de İstanbul’da... Onların gelişi, her yerin biraz köylüleştiği sürece rastladı... Onlar ki, ezilmiş, itilmiş, horlanmış olmanın acısını o jargonun yerine kendi jargonlarını/kültürlerini “katarak” çıkarmaya, kendilerini ifade etmeye çalışan insanlardı sadece.

Her şeye, her ilişkiye şiddet “katarak” katılıyorlardı yaşama.

Dizilerdeki karakterler, cebinde biber taşıyan, her zaman öfkeli, kavgacı insan tiplemesiyle bu insanlara benziyorlar daha çok...

Nedense kentin bu son savruluşundaki günahın hepsi onlara yıkılmak isteniyor, onları yerlerinden, yurtlarından göçürenlerin hiç kusuru yokmuş gibi? Ya onlara aş-iş olanağı yaratmayan sözde kent önderlerinin sorumluluğu? O dev fabrikaları birer birer kapatarak ekonomisini 20 basamak gerilettikleri bu kenti rantiyecilikte Türkiye ikincisi yapanların, komprador burjuvalığa soyunarak derebeyliklerini tasfiye ederken Çukurova’nın rant birikimini sanayi sermayesi olarak önce Marmara’ya transfer eden, sonra global finans kapitale eklemleyen sonradan görme ağaların, türedi zenginlerin hiç mi suçu yok?

Tek suç, çerçevesini törelerin çizdiği ahlak anlayışının gereğine uygun davrandıkları için düştükleri adliyede kamerayı görünce biraz da ekran için oynayan göçerlerin mi? Adliye haberlerini abartarak yayımlayan İslamcı ve kartel medyaları çok mu masum?

Kim bilir, belki de tek suçlu Vahi Öz... O, “Çukurovalı Hacıağa” tiplemesini çizmede bu denli başarılı olmasaydı, bu uydurma Adanalı karakteri de kentin ve sakinlerinin üzerine böyle yapışmayacaktı... Kaldı ki, Vahi Öz’ün yarattığı tipin Adanalı ağa tipi gerçekliğine uygun biçimde olduğu da söylenemezdi…

Dizilerdeki Adanalı tiplemesinin durumu daha vahim, tarlada, fabrikada çürüyen Çukurova insanına ise hiç benzemiyor... Zaten, günümüzde, yiğidin harman olduğu o eski Adana da yok, Adanalı da... O eski Adana, malum küresel saldırıda yerle bir edildi... Moderniteyi çağında yakalamış bir kent olma unvanına sahip olan bir Adana, her şeyi ucuzlatan neoliberal ideolojinin biçtiği kılıkla kendine özgü postmodern bir köylülük çağını yaşamaya başladı...

Dizilerle internet geyiklerine sinir olan Adanalılar ise ancak yönetmenlerin kafasındaki şablona uyan ekranlardaki Adana’ya sırtlarını dönerek o yitik dünyanın cennet kentini ve güzel insanlarını aramaya başladılar nostalji albümlerinde...


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler