Türkiye'nin seçeneği çok

Rus-Gürcü çatışması, Çin'in Japonya ve Tayvan'la ilişkilerinin iyileşmesi konusundaki gelişmeler, ekonomik krizle yakın tarihlere denk geldi. Bunlar küresel güç dengelerinin yeniden oluşacağını gösteriyor. Jeopolitik mücadele alanları tamamen Türkiye'nin etrafında yoğunlaşıyor. Ortadoğu, Kafkaslar, Akdeniz, Karadeniz bunlardan bazıları. Türkiye, seçeneği çok olan ülkelerden....

Yayınlanma: 15.12.2008 - 13:57
Abone Ol google-news

Dünya son beş yıldan beri konuşulan ekonomik krize nihayet girdi. Dünyayı bu krize adım adım yaklaştıranların sınırsız ve kısa yoldan zengin olmak isteyenler olduğu söyleniyor. Bazıları da bunun, ABD küresel hakimiyetinin devamı için gerekli bir global operasyon olduğunu ileri sürüyor. Amerikan toplumunun ve bir kısım çok uluslu Amerikan şirketlerinin krizden etkilenme derecesi ile ABD’nin küresel çıkarları karşılaştırıldığında, jeopolitik anlamda önemli avantajlar elde edildiği görülmektedir. Bunlar;

En büyük küresel rakip olan Rusya’nın GSMH’sı takriben yüzde 40 düşecektir.

Amerikan Doları değer kazanmaktadır.

Dünya’nın dördüncü ekonomisi ve Avrupa’nın lideri Almanya yedinci sıraya gerilemiştir.

Japonya’da Çin’e karşı politikalarıyla tanınan aşırı milliyetçi Aso Başbakan olmuştur.

Avrupa ekonomileri krize girmiştir.

Petrol fiyatlarının düşmesine rağmen son 10 yılda biriken dolarların değer kazanması petrol ve silah şirketlerini memnun etmektedir.

Amerikan Finans-Kapital sistemin kalbi sayılabilecek City Group ve J. P. Morgan bankaları ucuza kapattıkları bankalarla kazançlı duruma gelmişlerdir.

ABD’nin en büyük global rakibi Rusya, ekonomik kriz ve düşen petrol fiyatlarından önemli derecede etkilenmiştir. 16 Ekim 2008 itibariyle düşen petrol fiyatları ve global ekonomik kriz Gazprom’un piyasa değerinin 2/3 oranında azalmasına neden olmuştur. Rosneft ve Lukoil de yüzde 11 oranında değer kaybetmiştir. Gazprom’un piyasa değeri 2005’den bu yana ilk defa 100 milyar doların altına düşmüştür.(1)

Kısaca, her zaman kaybeden dünya halkları yanında, gerçek kazanan ve kaybedenler yaklaşık bir yıl sonra ortaya çıkacaktır. Dünyaca ünlü ekonomist Joseph Stiglitz krizi “Bu oyunda kazananlar ve kaybedenler var. Bu bir sıfır toplamlı oyun değil, negatif toplamlı oyundur” şeklinde değerlendirmektedir.(2) Kaybederek negatife düşecek ülkelerin şüphesiz global güçleri zayıflayacaktır. En dikkati çekici nokta, küresel ekonomik kriz ile Rus-Gürcü çatışması ve Çin-Japonya ve Tayvan ile ilişkilerinin olumlu yönde gelişmesinin aynı döneme gelmesidir. Bunun global jeopolitik yansımalarını zaman gösterecektir.

 

ABD'nin sorunları

ABD, içeride yönetimsel ve toplumsal, dışarıda politik ve askeri açılardan önemli sorunlarla karşı karşıyadır. Hala dünyanın belirleyici gücü olan ABD’nin bu sorunlarını iyi analiz edebilirsek, yeniden şekillenmekte olan dünyamız için daha gerçekçi öngürülerde bulunabiliriz. ABD, sürekli siyasi, ekonomik, teknolojik ve kültürel nüfuzunu kaybetme endişesi içinde davranmaktadır. Bunun jeopolitik anlamı, “Süper Güç” statüsünün kaybedilmesidir. Bu endişeyi tarihte yer alan şu olaylarda yaşamıştır:

1950’lerde Sovyetler sputnik uydusunu uzaya gönderdiklerinde,

1970’lerde yüksek petrol fiyatları karşısında büyümenin duracağı, S. Arabistan ve Batı Avrupa’nın dünya gücü olacağı korkusu ile,

1980’lerde Japonya’nın teknolojik ve ekonomik olarak geleceğin süper gücü olacağı endişesi ile,

Bugün de enerji darlığı endişesi ile

Bütün bunlar Amerikan siyasi sisteminin bozukluğundan ve uygulanan yanlış politikalardan kaynaklanmaktadır. 225 yaşındaki katı Amerikan siyasi sistemi, para (finans-kapital sistem), şahsi çıkarlar, sansasyoncu medya ve ideolojik saldırı gruplarının hakimiyetine girmiş durumdadır. Askeri güç haricinde, endüstriyel-finansal-toplumsal ve kültürel güç dağılımı, ABD tekelinden çıkmaktadır. Amerika sonrası yeni bir düzen şekilleniyor. Yüksek askeri gücün çatışma alanlarını büyüttüğü, milliyetçiliği artırdığı, ülkelerin parçalandığı ve yeni siyasi kutuplaşma ve oluşumların hızlandığı bir dünya ile daha işbirlikçi, daha şeffaf, daha demokratik ve insanlık ideallerine saygılı ve daha barışçı yeni bir dünya düzeni ABD’nin tercihlerine bağlı olacaktır.(3)

 

Değişen güç merkezleri

ABD sadece Ortadoğu’da değil, Orta Asya’da, Orta ve Güney Amerika’da, Pasifik’te de nüfuz ve kontrolünü kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyadır. ABD-Rusya çekişmesi, klasik Soğuk Savaş özelliklerinin oldukça dışında özellikler göstermektedir. Artık farklı ideolojiler ve farklı ekonomik sistemler yoktur. Şimdiki mücadelenin ana amacı başta enerji olmak üzere stratejik kaynakların kontrol ve güvenliğini ele geçirmektir. Bu amaca ulaşılabilmesi için, siyasi, askeri ve ekonomik nüfuz alanlarının genişletilmesi gerekmektedir. Bu maksatla;

Askeri gücün kullanımını kolaylaştıran jeostratejik eksen veya coğrafi alanlarda konuşlanma/üs edinme,

Eksen ülkelerde ekonomik ve siyasi kontrolü ele geçirme

İki temel unsur olarak öne çıkmaktadır.

Bu bağlamda, etnik, dini ve kültürel unsurların istismar edilmesi en kolay ve maliyeti en az yöntemler olarak öne çıkmaktadır.

Kafkaslar ve Karadeniz: Rus-Gürcü çatışması sonrası Kafkaslarda meydana gelen siyasi ve askeri değişiklik, ABD’nin NATO genişlemesi ve ikili stratejik anlaşmalara dayanan plan ve stratejilerini tamamen ortadan kaldırmıştır. Rus-Gürcü çatışması normal ve sıradan bir bölgesel çatışma değildir. Askeri ve politik sonuçları hemen ortaya çıkan bir çatışmadır. En önemli sonucu, 7 yıldan bu yana devam eden dolaylı ABD-Rusya çekişmesinin fiiliyata dönüşmesine neden olmasıdır. Gürcistan’ın yeni sınırları şimdilik kaydıyla çizilmiştir. Çünkü Ermeniler de Ahıska bölgesinin tamamında ve Gürcistan’ın yüzde 30’unda hak iddia etmektedirler.(4) Rus-Gürcü çatışması Ermeni ekonomisini de vurmuştur. 700 milyon dolarlık kayıp söz konusudur. Ermenistan-Gürcistan arasındaki ulaşım yollarının hasar görmesi nedeniyle dış ticaret azalmıştır.(5) Bu durum, Türkiye-Ermenistan sınırının açılması konusunu daha da önemli ve ivedi hale getirmiştir. Son derece ciddi Karadeniz merkezli yeni konjonktürel gelişmeler karşısında ABD’nin görünen tavrı, taviz vermeden Rusya’nın engellenmesi için her şeyin yapılması şeklindedir.

Francis Fukuyama ise daha gerçekçi bir yaklaşımla “Gürcistan ve Ukrayna’yı ittifak vaadinde bulunmadan desteklemenin yollarını bulmak zorundayız” demektedir.(6) Çünkü Rusya’nın Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliğini kabul etmesi tarihi ve jeopolitik gerçeklere aykırıdır ve savaşa neden olma olasılığı çok yüksektir.

 

Rusya'nın yayılma stratejisi

ABD’nin Gürcistan’la ilgili planlarının çökmesi üzerine yaptığı girişimler ve Rusya’nın karşı görüş ve deklaresyonları bu çatışmanın etki alanını büyük ölçüde genişletmiştir. Rus lider Medvedev’in gerektiğinde Rus vatandaşlarının nerede olurlarsa olsunlar varlıklarını ve çıkarlarını koruyacaklarına dair kararlı açıklaması, Rusya’nın pasif ve statükocu stratejisini bir kenara bıraktığını göstermektedir. Medvedev’in ortaya koyduğu öncelikli Rus yaşam alanları, Karadeniz bölgesinde Kırım; Baltık bölgesinde Litvanya, Estonya, Letonya ile Moldovya kuzeyindeki Transdinyester’dir. Bunlara ek olarak Rusya, ABD’nin siyasi ve askeri etki alanını daraltmak ve karşı koyma stratejisini daha kolay uygulamak maksadıyla, Küba, Nikaragua, Venezuela, Suriye, Vietnam, Cezayir, Libya gibi ülkeler nezdinde yaptığı girişimlerle global bir yayılma ve konumlanmayı gerçekleştirmek istemektedir. Suriye’deki Tartus deniz üssünün yeniden Rusya’nın kullanımına açılması, Küba havaalanlarından Rus askeri uçaklarının yakıt ikmali için faydalanmaya başlaması, Venezuela ile yapılan ortak askeri tatbikat bunu açıkça göstermektedir. Özellikle, Tartus deniz üssü, Karadeniz bölgesine olan dolaylı ve doğrudan etkisi yönüyle, Akdeniz’deki güç dengeleri açısından radikal bir değişikliğin başlangıcı olarak kabul edilmelidir. Örneğin, Tartus’ta konuşlanan Rus filosu, Ceyhan’daki petrol boru hattı terminali için doğrudan bir tehdit unsuru olacaktır. ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın 4 Eylül 2008 günü Libya’ya yaptığı beklenmedik ziyaret, bir yandan Rusya-Libya ilişkilerinin üs-liman verme şeklinde stratejik bir boyuta ulaşmaması konusunda bir uyarıyı, diğer yandan da ekonomik ve ticari açılımlı yeni bir işbirliğini amaçlamaktadır. Enerji ve genel güvenlik yönüyle Akdeniz’in önemli bir ülkesi olan Libya’ya karşı uygulanan havuç-sopa stratejisinin tutup tutmayacağını zaman gösterecektir. Rusya’nın konjontürel dış politika perspektifi, stratejik hedefleri ve doktrini farklı açılım ve önermeleri içermektedir. Şöyle ki;

Batı Rusya’yı kuşatmak istemektedir.

Rusya, AB ile ilişkilere paralel olarak Almanya, Fransa, İtalya, İspanya ve Finlandiya ile de ikili ilişkileri geliştirmelidir.

Rusya CIS üyesi ülkelerle ticari ve ekonomik ilişkileri geliştirmelidir,

NATO genişlemesine karşıt olan CSTO (Common Security Treaty Organization) daha etkin bir duruma getirilmelidir.

Şangay İşbirliği Örgütünün (ŞİÖ) etkinliğini artırılmalıdır.

GUAM ülkeleri (Gürcistan, Ukrayna, Azerbaycan, Moldovya) açıkca Rusya karşıtıdır ve onların tek amacı CIS’i zayıflatmaktır.

Afganistan’da derinleşen kriz Rusya’nın güney sınırlarındaki CIS ülkelerine karşı bir tehdittir.

Rusya’nın dış politikası Rus dilinin konuşulduğu ve kültürünün olduğu her yere uzanmalı ve onları güçlendirmelidir.

Orta Doğu: Ortadoğu’daki gelişmelerin en öne çıkanı ve radikal olanı, S. Arabistan-Rusya ilişkilerinin giderek gelişmesidir. Suudi Arabistan’ın eski ABD Büyükelçisi Bender bin Sultan son altı ayda Rusya’yı altı defa ziyaret etmiştir. Putin’le bir araya gelen Bender’in en çarpıcı açıklaması, Rusya ile aralarında hiç bir sorunun olmadığı ve Rusya’nın Gürcistan’a müdahalesini anlayışla karşıladığıydı.(7) Bu söylem, ABD’nin Suud rejimi ile olan ilişkilerinin bir kırılma noktasına doğru gittiği şeklinde değerlendirilebilir. Suudi Arabistan’ın Rusya’dan beklentileri ise, ABD sonrası Irak Şiilerinin oluşturacağı tehdide karşı Rusya’nın hem Irak hem de İran üzerindeki siyasi ve ekonomik nüfuzundan faydalanmak olarak açıklanabilir.

Latin Amerika: Latin Amerika bölgesinde Nigaragua, Venezuela, Paraguay, Küba, Bolivya ve Arjantin’in Amerikan karşıtı politikaları ve bu ülkelerin Rusya ile giderek gelişen askeri, ekonomik ve siyasi ilişkileri ABD’yi bölgede daha aktif olmaya ve askeri önlemlerini artırmaya zorlamaktadır. Bu bağlamda Amerikan 4. Filosu yeniden faaliyete geçirilmiştir.

ABD, 4. Filonun yalnızca Latin Amerika sahillerinde değil, Venezuela, Arjantin ve Paraguay’ın yanı sıra Brezilya, Uruguay ve Ekvator’un topraklarındaki nehirlerde de dolaşacağını söyleyerek bu ülkeleri tehdit etmiştir.(8)

 

Denge coğrafyası

Orta Asya: Orta Asya ülkeleri, Batı ile Rusya arasında tam bir ikilem içindedirler. Afganistan’daki terörle mücadele gerekçesiyle Tacikistan, Kırgızistan ve Kazakistan’daki Amerikan üslerinin varlığı devam etmektedir. Bu ülkeler aynı zamanda Rus NATO’su olarak adlandırılan ve NATO karşıtı bir askeri örgüt olan, CSTO adlı askeri ittifaka da üyedirler. Üstelik aynı ülkeler NATO ile Barış İçin Ortaklık (BİO) statüsü içinde bulunmaktadırlar. Bu karmaşık siyasi ve askeri yapı bölgede önemli bir güç boşluğu yaratmaktadır. Özellikle Kazakistan “iyi dengelenmiş politika” olarak açıklanan uygulamalar kapsamında bir yandan Afganistan’daki NATO’yu desteklemekte, Batı ile ekonomik proje ve ilişkileri geliştirmekte bir yandan da Rusya ile savunma-güvenlik alanlarında sıkı bir işbirliği yapmaktadır. Kazakistan’ın politik ve askeri ağırlığı Orta Asya’daki güç dengeleri açısından son derece önemlidir. Özellikle NATO Kazakistan’la işbirliğini geliştirmeye çalışmaktadır. Kazak Savunma Bakanı 15 Ekim’de Brüksel’de NATO Atlantik Konseyi toplantısına katılmıştır. Bu toplantıda Kazakistan’ın ISAF’a desteğinin artırılması, Kazak hava sahasının kullanımı ve demiryolu transit taşımacılığı ele alınmıştır. Bunların hepsi NATO’nun Afganistan’da ne kadar zor durumda olduğunu göstermektedir. Kazakistan CICA (Conference on Interaction and Confidence Building Measures in Asia), SCO (Şanghai Cooperation Organization), CSTO( Common Security Treaty Organization) ve NATO PfP (Partner for Peace) üyelikleri ile siyasi açıdan bir karmaşa içinde gözükmektedir. NATO’nun gelecekteki EAPC (Euro-Atlantic Partnership Council) Güvenlik Forumu Kazakistan’da yapılacaktır. Ayrıca Batı Kazakistan’ı 2010’da AGİT’in (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) başkanlığına getirmeyi planlamaktadır.(9) Batı’nın Kazakistan’a bakış açısını en güzel özetleyen açıklama AB Enerji Komiserliği sözcüsü Ferran Espuny tarafından yapıldı: Biz Kazakistan’ı çok seviyoruz. Biz onların gazını seviyoruz. Onların at bifteğini sevmiyoruz, fakat onların gazını seviyoruz.(10) Diğer taraftan, Afganistan’dan Pakistan’a sıçrayan savaş, Karzai’nin Taliban’la ilişkiye girme niyeti, Afganistan’daki NATO güçlerinin yılgınlığa düşmesi ve ABD varlığının bölgedeki olumsuz etkileri bu boşluğu giderek daha tehlikeli hale getirmektedir. ABD bölgedeki bu boşluğun Rusya tarafından doldurulmasını önlemek üzere son çare olarak, Afganistan’da Taliban’ın da kabul edeceği yeni bir yapılanmaya rıza gösterebilir ve bölgede jeopolitik bir oyuncu olarak kalmak istiyorsa mutlaka da göstermelidir. Türkmenistan’a gelince giderek BM tarafından kabul ve onaylanan tarafsızlık ve bağlantısızlık statüsünden çıkacağa benzemektedir. ABD ve Rusya, Türkmen gazı üzerindeki paylaşıma ek olarak ülkenin politik ve kültürel açıdan kontrolü için de mücadele etmektedirler. Türkmenistan gaz rezervleri bakımından dünyada beşinci sıradadır. Batı, Rusya’ya taahhüt edilen gazın dışındaki Türkmen gazının Nabucco diye adlandırılan boru hattı projesi ile Rusya’yı devre dışı bırakarak Avrupa’ya taşımayı planlamaktadır.(11) Bölgedeki en radikal ve pervasız girişim, ABD’nin Hazar’da deniz gücü bulundurmak amacıyla Kazakistan’dan üs talep etmesidir. Kıyısı olmayan bir dünya gücünün bu denizde kuvvet bulundurmasının ne anlama geleceğini düşünmek bile çok zor.

 

Dini güçlein işbirliği

Kalkınmış ve demokratik bir yapıda olmalarına rağmen, ülkelerin çoğunluğunda dini ideolojiler ulusal ideolojilerin üzerine çıkmaya/çıkarılmaya başlamıştır. Bu uygun ortamda, dini ideolojiler ve ortak inanç değerleri, küresel güçler tarafından siyasal bir güç unsuru olarak kullanılmaya başlanmıştır. Hıristiyanlık ideolojisi kendi arasındaki mezhep ve fraksiyonlardan kaynaklanan gerilim ve çekişmeleri bir yana bırakarak, Ötekilere (Müslümanlık ve Yahudilik) karşı siyasi, ekonomik, kültürel ve ideolojik bir ittifak içine girmiştir. Katolik ve Ortodoks kiliseleri 950 yıllık ayrılığı sona erdirmeye yönelik önemli bir adım attılar. Vatikan ve Fener Rum Patrikhanesi’nin temsilcileri tarafından imzalanan ortak belgeye göre, iki kilisenin birleşmesi halinde Papa, Ortodoks kiliselerinin çoğu tarafından “Başpatrik” unvanıyla eşitler arasında birinci ruhani lider olarak tanınacak. Birleşmenin önündeki en büyük engel, Fener Rum Patrikhanesi’nin tüm Ortodoksları temsil ettiğini kabul etmeyen, 250 milyon Ortodoks’un bağlı olduğu Moskova Patrikliğidir.(12) Dünya nüfusunun yaklaşık üçte birini Hristiyan kiliseleri kontrol etmektedir. Vatikan ve Fener Patrikliği’nin kontrol ettiği Hıristiyan sayısı yaklaşık 1.5 milyardır. Bu rakam, jeopolitik etkinlik yönüyle çok önemlidir. Hristiyan dünyasının en uzun süreli yerleşik makamı olan Amerikan Protestan Kilisesi, Vatikan ve Fener Rum Ortodoks Patrikliği(13) yüzyıllar süren dini çekişmeleri bir yana bırakarak, ABD’nin küresel politikalarında etkin bir rol oynamaya başlamışlardır. Yeni şekillenen dünyada dini liderlerin siyasi oluşumda daha etkin bir rol oynaması beklenmelidir.

 

Türkiye'nin durumu

Türkiye Karadeniz, Kafkaslar, Orta Doğu ve Akdeniz’deki potansiyel bir ateş ve kriz çemberinin merkezinde bulunmaktadır. Hem bölgesel hem de global güç dengelerini etkileyebilecek coğrafi ve siyasi bir konum ve statüye sahiptir. Kısaca bunları özetlersek;

Boğazların kontrolü elindedir,

AB üyelik süreci devam etmektedir,

NATO üyesidir,

Kıbrıs’ın kuzeyini kontrol etmektedir,

Doğu Akdeniz’i kontrol etmektedir,

BTC petrol boru hattını kontrol etmektedir,

Irak’taki ABD askerlerinin gıda ve diğer hizmet gereksinimlerinin çoğu Türkiye’den sağlanmaktadır,

Irak’a elektrik vermektedir,

İncirlik ABD hava üssü Türkiye’dedir.

Bütün bunlara rağmen Türkiye, kendi güvenlik ve bekası yönünden şartların değişmesi ve varlığının tehlikeye girmesi halinde; Şangay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) veya Rus NATO’su tabir edilen CSTO’ya üye olmaktan, Finlandizasyon tabir edilen tarafsız ve bağlantısız bir statüye, AB ve ABD ile ilişkilerini askıya almaktan, Rusya ve İran’la savunma/işbirliği anlaşması imzalamaya varan, bölgesel ve global yeni denge arayışlarına girebilir veya yeni açılımlar yapabilir. Bu noktadaki denge arayışları ve açılımların başarısı, hiç şüphesiz Türkiye üzerindeki hakim politik ve ekonomik güç merkezleri ile yapılan mücadelenin sonucuna bağlı olacaktır.

Dipnotlar:

1- New Europe No: 804 19-25 October 2008 p.30

2-Joseph Stiglitz, The Guardian , Dünya Gündemi 28 Eylül-05 Ekim s.1

3- Ferid Zekeriya, Amerikan Hakimiyetinin Geleceği, Dünya Gündemi 5-10 Ekim 2008 s. 10

4- Tuna Aktura, Gürcistan Ermenileri pusuda, Dünya Gündemi 21-28 Eylül 2008 s. 11

5- New Europe No: 804 19-25 October 2008 p. 32

6- Francis Fukuyama, Financial Times, Dünya Gündemi 5-12 Ekim 2008 s. 5

7- Dünya Gündemi, 21-28 Eylül 2008 s. 8

8- Guillermo Almeyra, Bolivya, Venezuela ve Arjantin’de tek ve aynı tehdit, Dünya Gündemi 05-12 Ekim 2008 s. 7

9- New Europe No. 804 October 19-25 2008 p. 35

10- New Europe No: 804 October 19-25 2008 p. 43

11- New Europe No: 804 October 19-25 2008 p. 42

12- Cumhuriyet Gazetesi 17 Kasım 2007

13- Asıl adı İstanbul ve Yeni Roma Ekümenik Patrikliği ve Başpiskoposluğu’dur.

Dr. Nejat Tarakçı / Jeopolitikçi ve Stratejist

[email protected]


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler