Filmler değil bakanlık suçlu

Adana Altın Koza Film Festivali jüri seçiminden yarışan filmlerine kadar her şeyiyle tartışıldı. Antalya Film Festivali de işte bu tartışmaların ardından başladı. Peki Türkiye'de sinema sektörünün sorunu ne? Türk filmleri bunca uluslararası başarıya rağmen hâlâ özgün senaryo ve yeterli estetik düzeyi tutturamıyor mu? Yanıtlar uzmanlardan...

Yayınlanma: 09.10.2011 - 11:59
Abone Ol google-news

Adana Altın Koza Film Festivali'nde pek çok konu tartışıldı, pek çok film izlendi. Ancak dönen eleştirmenlerin vardığı sonuç aynıydı: Festivalde ödül verilecek film bulunamadı. Peki neden? Dün Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin de başladığı düşünülürse bu sorunun önemi artıyor. Türkiye'de senaryosu özgün ve estetik değeri yüksek film yapılamıyor, denilerek işin içinden çıkılabilir belki ama, öyleyse Türk filmlerinin giderek daha çok uluslararası festivale katılmasını nasıl açıklayacağız? Suçu maddi imkân olmamasına da atmak mümkün değil, çünkü Türkiye en az maliyetle film çekilebilen ülkelerden. Üstelik bakanlığın destekleri de öyle arttı ki geçen yılki rakam neredeyse 10 milyon TL. Yıl sonuna kadar vizyona giren yerli filmlerin sayısı 70’i bulacak, haliyle biz de daha çok tartışacağız. Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Hülya Uğur Tanrıöver’in yürütücülüğünde, Dr. Ayşe Toy Par, Ar. Gör. Ece Vitrinel, Dr. Gülsün Güvenli, Ar. Gör. Barış Kara’nın yaptığı “Türkiye’de Film Endüstrisinin Konumu ve Hedefleri” bu tartışmalara yardımcı olacak, geniş bir kaynak. Biz de konuyu Tanrıöver ve sinema eleştirmeni Zahit Atam’la konuştuk. Söz Atam’da...

- Adana Film Festivali çok tartışıldı; jüride sinema tarihindeki yerini bilmediğimiz kişilerin olması bir yana, yarışan filmlerden birinin de yapımcısı yer aldı. Ödül verilecek film bulunamadığına dair eleştiriler de cabası. Siz nasıl buldunuz festivali?

- Adana Film Festivali eylül, Antalya’ysa ekimde düzenleniyor. İkisi de bir filmin ilk kendi festivalinde yarışmasını istiyor. Festivale seçilen filmlerin toplamı 30’a yakın. Ancak Türkiye’de her yıl festivalde yarışabilecek 30 yeni film yapılmıyor. Bunu sonra konuşuruz, ancak şu kesin, Adana film festivali işlevsiz. Son yıllarda artan ödeneklerle, çeşitli özendiricilerle ortaya çıkmasının bir nedeni, AKP’nin Antalya Belediyesi’ni CHP’ye kaptırması. Adana’da yarışan 14 filmin en azından yarısı hiçbir festivalde yarışmayacak kadar kötüydü. Ödül alan filmlerse daha da tartışmalı. Yalnızca filmler değil, sanatsal anlamda yeterli jüri üyesi bile yok. Hiçbir sanatsal yetisi olmayan insanları art arda jürilerde görebilirsiniz. Garip olansa, festivaller ödeneksiz değil, aşırı ödenekli. Ne Selanik Film Festivali, ne Sarajevo, ne de başka bir festivalde Türkiye’deki kadar fazla ödül parası dağıtılır. Asıl olan, festivalin manevi değeridir. Ancak Türkiye'de manevi değerler azaldıkça maddi değerleri arttırıyorlar.

- Haliyle para da işin rengini değiştiriyor...

- Festival, bir işleve karşılık gelirse kurumsallaşır. Yoksa belediye olarak bu kadar para veriyorum, denilerek kuramsallaşma sağlanamaz. Aslında iki festivalimiz olmalı, İstanbul ve Antalya Film Festivali. İstanbul’daki nisanda yapılıyor ve o sezonda yapılan yerli filmlerin yurtdışındaki temsilcilere gösterilmesini sağlıyor. Antalya Film Festivali de 50 yıla yakın tarihiyle kurumsallaştı. Yine de Türkiye'de hem dünyaya, hem de Türkiye’nin içinde bulunduğu Balkanlar’a, Ortadoğu’ya, Kafkasya'ya seslenecek bir festival yok.

- Bu işin festival boyutu; ya filmler? Türkiye sineması senaryo özgünlüğüne, yetkin görsel estetiğe sahip mi?

- 8-9 yıl önce Antalya’ya her film kabul ediliyordu, ancak özellikle Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz’un uluslararası başarılarından sonra genç kuşak sinemaya hücum etti, herkes kendi projesiyle geliyor. Haliyle pek çok film çekiliyor. Yıl sonuna kadar Türkiye’de 70 filmin vizyona girmesini Avrupa şaşkınlıkla karşılıyor. Özellikle 2008 krizi sonrasında orada durma noktasına geldi sinema, Türkiye’deyse artış gösterdi. Avrupa’da yaratıcı proje sorunu daha fazla. Üstelik Türkiye’de yeni isimlere Avrupa’dan daha fazla şans veriliyor. Her yıl Adana'da, Antalya’da ilk filmler yarışıyor.

- Evet, ama her yıl da eleştirmenler, izleyiciler iyi filmlerin çok az olmasından yakınıyor...

- Bir ülkede aynı yılda 2-3 iyi film yapıldıysa o sezon iyi geçmiştir. Hiçbir ülkede aynı yılda 10-15 iyi filmin yapıldığı görülmemiştir. Sinemanın özelliği bu. Fransa yeni dalga sineması okulda okutulur, ancak bunun en parlak olduğu dönemde bile öne çıkmış filmlerin yıllık ortalaması üçü geçmez. Türkiye’de filmlerin entelektüel ve estetik düzeyi Almanya, Fransa, İngiltere’den daha iyi. Son 15 yılda Fransa, İngiltere, İtalya’dan daha fazla ödül aldık. Maddi destek oralarda fazla olduğu halde... Bizim asıl sorunumuz, Kültür Bakanlığı’nın kültür politikası olmaması. Eşantiyondan bir bakanlık olması. Sinemaya dair programın olmadığının en net göstergesi, 2010 Avrupa Kültür Başkenti’ydi. Orada üretilen tek bir proje yok ki, kendisini seyirci tarafından beğenildiği için amorti edebilsin. Bir yılda Türkiye’ye verilen desteklerin en az 10-15 katı kadar para tamamen ölü projelere yatırıldı...

- Öyleyse bizde sanat filmi izlenmiyor yakınmaları da çok doğru değil, asıl sorun doğru “sanat” filmlerinin desteklenmemesi mi?


- Kötü projelere ödüller, destekler veriliyor. Gerçekten tarihsel, toplumsal ve estetik değeri olan filmler belli barajı geçiyor zaten... Tabii, 12 Eylül Darbesi yüzünden halkın kültürle bağı azaldı, bu bir gerçek. Bağın yeniden kurulması, sinemaya gidenlerin artması için DVD ve bilet ücretleri düşürülmeli. Belediyelerin 100’e yakın kültür merkezi alternatif gösterim alanları haline getirilmeli; Tarık Zafer Tunaya gibi. Bunun için ekstra masrafa gerek yok. Bu projeyi bakanlığa sundum, ancak kendi ideolojik, dar bakış açılarıyla yaklaştıkları için yanıt bile alamadım... Bakanlık desteklenecek filmlere de bu mantıkla yaklaşıyor, isimlere bakıyor, iyi projelere değil. Nuri Bilge Ceylan yurtdışında ödül almasaydı bakanlık desteği alamayacaktı. Desteklerin anlamlı yerlere gitmesi sağlanmalı. Bu da yine iyi bir kültür politikasıyla mümkün. Türkiye kendi pazarını değerlendirme ve dünya pazarına açılma konusunda hiçbir kurumsallaşma yaşamadı.

- Eğer bu kurumsallaşmayı sağlasa yurtdışına pazarlanabilecek filmler var yani...

- 90’lardan beri üretilen belki yüz film çeşitli ülkelerin sinemalarında, televizyonlarında gösterilebilir durumda. Bakanlığın yapacağı Antalya’da uyduruk marketing açmak değil, üretilenlerin dünya pazarlamasını yapmak. Her yıl on milyonlarca dolarlık satış yapabilir. Ancak bunu düşünecek, örgütleyecek kurum yok. Ne yazık ki meslek örgütlerinin de çoğu atıl. Daha önemlisi, sektörün kendine dair bilgi üreten kanalı yok. Tamamen harala güle. Sinema sektörünün özeleştirel bilgisi olmadığından her çatışma bir kısırdöngü. İşte o yüzden de Yeşim Ustaoğlu San Sebastian’dan en iyi film ödülü, “Bal” Altın Ayı alsa da gösterime girmekte zorlanıyor. Ancak Karayip Korsanları çıktığında bütün basın yazıyor. Türkiye'de sinema eğitimi veren kurumların durumu da vahim, yeterli vasıflara sahip olmayanlar kadro alıyor...

- Bu kadar sorunu görünce, film üretilmiyor diye yakınmak yerine çok bile yapılıyormuş demek gerekiyor, anlaşılan...


- Her gelen yabancı sinemacı, Türkiye'de nasıl bir sistemle bu kadar başarılı sonuçların alındığını soruyor. Hiç sistemin olmadığını anlatınca şok oluyor. Avrupa’daki en kötü sistem bizde. Bu kaynak yetersizliğinden değil, tersine en fazla kaynağın aktarıldığı yer, sinema; ama heba ediliyor... Küçük bütçeyle film çekilemese bizde sinema kalmazdı. Bizdeki bir filmin ortalama maliyeti BBC’nin bir saatlik televizyon filmine harcadığı paradan daha düşük. Yüksek bütçeli bir Amerikan filminin sadece tanıtım bütçesi bile, Türkiye’deki toplam yerli filmlerin bütçesinden fazladır... Türkiye sinemasında anarşik bir üretim tarzı vardır. Belli insanlar kişisel yetenekleri, birikimleri, emekleriyle başarı elde eder. Başarana yeni hak verilmez, sadece dokunulmaz. Yeşim Ustaoğlu, Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz gibi. l


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler