Ötekileştiren zihniyet muhafazakarlık/ 5

Sayıları milyonlarla ifade edilse bile ÖTEKİ olan Aleviler, 'kindar' muhafazakârlığın fiili saldırılarının hedefi haline geldi.

Yayınlanma: 03.09.2012 - 06:39
Abone Ol google-news

‘’Bizi, yani Alevileri ve tanımlanan milliyetçi-muhafazakâr yapı dışında kalanları endişelendiren, rahatsız eden, yönetenlerin, kamu hizmeti verenlerin muhafazakârlığı. Vatandaşın muhafazakârlığı kendine, ama kamu hizmeti veren şahısların muhafazakârlığı topluma.’’

Ali Kenanoğlu, muhafazakâr çerçevenin dışında kalan “öteki”lerden biri, bir Alevi. Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği Başkanı. Sayıları milyonlarla ifade edilse de onları “öteki”leştiren Başbakan’ın “dindar ve kindar toplum” düzeni. Öyle ki, içinden geçtiğimiz günleri, “yok sayma ve katliamlara zemin hazırlama dönemi” olarak niteliyor Kenanoğlu. Sürgü’de yaşananları da bu dönemin bir denemesi. “Ancak” diyor, “Alevi siyasetçiler ve örgütlerin aileye sahip çıkması, tabir yerindeyse o gece kıyametin kopartılması Alevilerin artık kolay lokma olmadığını gösterdi”.

- Alevilerin dinsel kimliklerini sakladıkları, ibadetlerini gizli yaptıkları dönemlerden geçen bir ülkede muhafazakârlaşma masum bir sözcüğün çok daha ötesine, büyük bir tehlikeye bürünebiliyor. Siz içinden geçtiğimiz dönemi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hem Türkiye’de hem de dünya genelinde bir muhafazakârlaşma söz konusu. Tabii Türkiye’deki muhafazakârlaşma milliyetçi bir refleksi de olan İslami bir muhafazakârlaşma. Şu anki iktidar ve onun yönetim aygıtları Türkiye’yi milliyetçilik soslu bir İslam anlayışına doğru sürüklüyor. Bu yeni bir durum değil. Daha evvelki sağ iktidarlar da el altından bu çalışmaları hep desteklediler. Çünkü muhafazakâr insan yapısı, sağ iktidarlar için potansiyel oy deposuydu. Fakat aslı varken surete ihtiyaç yok, bu nedenle de muhafazakârlaştırılan insanlar merkez sağda bulunan partileri bertaraf ederek asıl olana yöneldi. İşte Başbakan’ın “dindar ve kindar toplum” düzeni budur!

Yurttaşın muhafakazarlığı bizi rahatsız eden bir durum değil. Bizi, yani Alevileri ve tanımlanan milliyetçi-muhafazakâr yapı dışında kalanları endişelendiren, yönetenlerin, kamu hizmeti verenlerin muhafazakârlığı. Vatandaşın muhafazakârlığı kendine, ama kamu hizmeti veren şahısların muhafazakârlığı topluma. Tüm toplumu, sosyal, ekonomik yaşamı etkiliyor.

- Bunlar Alevilerin hayatına nasıl yansıyor?

Kamu hizmeti verenler yetkisini, imkânlarını “ötekiler” için son derece negatif olarak yansıtıyor. Oysa çağımız devlet yapılanmalarında kamu hizmetine ihtiyaç duymayan yok. Dolayısıyla da insan yaşamının her aşamasında bu muhafazakâr ayrımcılığa maruz kalınıyor. Doğumdan ölüme kadar. Geçenlerde Alevi bir askerin cenazesinin cemevinden alınarak resmi tören için camiye götürülmesi gibi... Aleviler, muhafazakârların her dönemde hedefinde olmuş; Türkiye’deki muhafazakârların Müslüman olmayan topluluklara gösterdikleri kimi kabul edilebilirlikleri bile göstermedikleri bir toplumdur. Türk-İslamcı muhafazakâr yapının hâkim olduğu hiçbir yerde ve zaman diliminde rahat edememiş ve katliamlara maruz kalmışlardır. Günümüzde de yaşanan, yok sayma ve katliamlara zemin hazırlama dönemi.

- Tehlike sizce bu kadar büyük mü?

AKP iktidarıyla Aleviler kamudan uzaklaştırıldı; bürokraside, AKP’nin yönetiminde olan belediyelerde çalışan Aleviler işten çıkartıldı, yeni işçi alımlarında ise A-levilere yer verilmedi. Alevi işverenler de devletin bol kepçe dağıttığı iş imkânlarından, ihalelerden de mahrum bırakıldı.

AKP’nin ve İslami cemaatlerin etkisi altına giren birçok özel sektör kuruluşlarında da Alevilere yönelik aynı durumlar yaşandı ve yaşanıyor.


‘Alevi olmanın bedeli ödeniyor’

- Sizin yaşamda muhafazakârlığa çarptığınız, tanık olduğunuz anlar var mı?

Yaşamımızın her anında çarpıyoruz. Ramazanda Alevi olmak diye bir makalem vardı, web ortamında duruyor. Ayrıca Alevi olmak ve Alevi kimliğinizi gizlemeden, takkıyye yapıp inkâr etmeden açıkça onunla yaşamanın bir bedeli var. Ben yaşamımın her anında o bedeli ödüyorum. Şimdi bunu anlatmanın çok uzun olacağını düşünüyorum.


‘Sürgü’de yaşananları siyasiler başlattı’

- Geçen haftalarda Sürgü’de bir Alevi ailenin evine yapılan kitlesel saldırılar, Türkiye tarihinde çok da uzak olmayan dönemlerde yaşanan katliamları akıllara getirdi haliyle. Üstelik Sürgü medyaya düşen bir haber; “görünenler”in dışında yaşanan başka olaylar da var mı?

Alevilerin tarihsel hafızası yaklaşık bir yıldır yaşanan sürecin hiç de hayırlı olmayan kara günler olduğunu söylüyor. Önce Alevilerin inancı ötekileştiriliyor, yetkili ağızlardan hakaretler dillendiriliyor, arkasından fetvalar geliyor ve devamında katliam. Önce, “Dedelerden icazet alma dönemi bitmiştir” denildi. Sonra Alevilik yuhlatıldı, “Suriye’de Alevi subaylar halkı katlediyor” denildi. Sonra devletin dini kurumundan fetvalar gelmeye başladı: “Alevilik diye bir inanç yoktur, Cemevi de ibadethane değildir”. Bu fetvaları takip eden süreçte Alevilerin evleri işaretlenmeye başlandı; Adıyaman, Erzincan, Didim, İzmir, İstanbul ve diğer yerler, arkasından da Sürgü’de fiili saldırı, linç girişimi. Devletin yöneticileri bu yaşananları; “Çocuk işi, münferit olay, abartmayın. Ev işaretlemelerinin Alevi derneklerinin işi olmadığı ne malum” gibi söylemlerle karşılayarak muhafazakâr yapılarına uygun davrandılar.

Ancak Alevi siyasetçiler ve örgütlerin aileye sahip çıkması, tabir yerindeyse o gece kıyametin kopartılması Alevilerin artık kolay lokma olmadığını gösterdi.

Eğitim-Sen Genel Başkanı Ünsal Yıldız, ‘Dindarlaştırmanın sınıfsal yanı da göz ardı edilmemeli’ diyor

Dindar nesil: Ucuz işgücü

Sonunda dayanamayıp bunca kıyameti koparan 4+4+4’ün gerçek niyetini açıkladı. AKP Muğla Milletvekili Ali Boğa: “Şu anda bir şans geçti elimize... Bütün okulları imam hatip okulu yapma şansını elde etmiş durumdayız.”

Aylardır bunu anlatmak için sokaklara çıkıyor, eylemler düzenliyor, seminerler yapıyordu Eğitim-Sen. Ancak sadece bunu değil, çünkü Eğitim-Sen Genel Başkanı Ünsal Yıldız’a göre 4+4+4 hem dinselleştirme hem de sınıfsal yanlarıyla eleştirilmesi gereken bir konu. Zaten AKP’ye karşı yapılan muhafazakârlık eleştirilerinde en çok atlanan nokta da bu. Dinleyin...

-Eğitim hizmeti alanında muhafazakârlaşmadan ne anlamalıyız? Düne göre farklı olan nedir?

Muhafazakârlık ve muhafazakârlaşma bugüne ait tespitlerde çok fazla kullanılsa da aslında siyasal ve toplumsal tarihimizde güçlü kökleri olan kavramlar. Gündelik yaşamdaki tezahürlerinden siyasal yaşamdaki tezahürlerine kadar hem bir sürekliliği hem de bazı kırılmaları bünyesinde barındırıyor. Dolayısıyla muhafazakârlığı sadece kültürel kodlarla açıklamaya çalışmak, kavramın sınıfsal ve toplumsal cinsiyet ilişkileriyle örülü arka planını görmezden gelmek olur. Bu da en baştan sağlıksız tespitlerde bulunmamıza ve yürüttüğümüz mücadelenin sekteye uğramasına neden olabilir. Keza 4+4+4 şeklinde ifade edilen düzenleme bunun için bizlere çok iyi bir örnek sundu.

-Ne gibi?

Biz, Eğitim-Sen olarak 4+4+4’ü hem dinselleştirme hem de sınıfsal yanlarıyla eleştirdik. Aslında düne göre farklı olan nedir, sorunuzun cevabı da burada saklı. Çünkü AKP, özellikle iktidara geldiği yıllarda liberallerle muhafazakârlar arasındaki mesafeyi ve gerilimleri ortadan kaldırmayı başarmış, burjuvazinin farklı fraksiyonları arasındaki ittifakı da bu yönde yeniden örgütleyebilmiş; liberal muhafazakâr bir parti. Örneğin 4+4+4 düzenlemesiyle meslek lisesi öğrencilerinin ucuz işgücü olarak istihdam edilmelerinin önü açıldı.10 personeli olan bir işletme artık sınırsız sayıda stajyer meslek lisesi öğrencisi çalıştırabilecek, asgari ücretin en fazla üçte ikisini vererek. Sadece iş kazalarına karşı gençlerimizi koruyan, ancak fiiliyatta karşılığı olmayan bir sigorta yapılacak. İşte bununla birlikte seçmeli olarak “peygamberin hayatı” dersini yasa metninin içine koyduğunuzda, politikalarınıza toplumsal destek bulmakta zorlanmıyorsunuz. AKP bunu yapıyor. Bize düşen, AKP’ye bu desteği sunan yoksul ailelere çocuklarının nasıl sömürüleceğini anlatmak ve bu sistemi değiştirmek için örgütlenmek.

Sadece laiklik eksenli bir kutuplaşmaya girdiğinizde baştan AKP’nin minderinde kendinizi buluyorsunuz. Laiklikten vazgeçmeden, AKP’nin politikalarını kendi minderinizde teşhir edebilmelisiniz. Özetle, eğitim hizmetinin örgütlenmesindeki her aşama piyasacı ve dinselleştirici politikaların aynı anda devreye koyulmasıyla dönüştürülüyor. Müfredattan yönetici kadroların belirlenmesine, imam hatiplerin ortaokulunu açmaktan öğrencilerin işçileştirilmesine kadar her alanda dinselleştirme ve metalaştırma kol kola karşımıza çıkıyor. Bu politikayla toplumun geniş kesimlerinin rızasını örgütlemekte zorlanmıyor.

‘Ortak bir mücadele geliştirmek zorundayız’

-Peki, eğitim sisteminin muhafazakâr, milliyetçi bir yapıdan çıkarılıp, eşitlikçi ve özgürlükçü biçimde yeniden örgütlenebilmesi için neler yapılabilir?

Bu ancak hep birlikte üzerinde düşünürsek, tartışırsak ve farklı deneyimleri inceleyip mücadelemizi ortaklaştırabilirsek mümkün olabilir. Burada sendikamızın yıllardır dile getirdiği ve ilkesel düzeyde olmazsa olmaz olarak sunduğu çerçeve; kamusal, parasız, bilimsel, laik, nitelikli ve anadilinde eğitim ve bu eğitimin üretilebilmesi için güvenceli, kadrolu çalışma ilişkileridir. Bu çerçevede ortak bir mücadele geliştirebilmeliyiz. Düşünün ki anadilinde eğitim dediğimiz anda karşımıza hemen duvarlar örülmektedir. Halbuki anadilinde eğitim pedagojinin ilk kuralıdır. Mesela Başbakan Erdoğan Almanya’daki Türk çocuklarının Almanca bilmemesinden dolayı zihinsel engelli çocuklarla aynı okullara gönderilmesine karşı çıkmış ve bu durumu asimilasyon olarak nitelendirmiştir. Bu söylediklerinin her birinde haklı. Sorun şu; biz çok temel bir insan hakkını Başbakan’dan daha cesur savunabilecek miyiz?


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon