'Savaş Hukuku' ve 'Savaş Suçları'

Yayınlanma: 28.01.2009 - 07:36
Abone Ol google-news

Türkiye, Roma Konferansı’ndaki oylamada, terör suçlarının kapsam dışı kalması nedeniyle olumlu oy kullanmadığı sözleşmeyi onaylamadı. Ama anayasadaki “Vatandaş, suç sebebiyle yabancı ülkeye verilemez” hükmüne, 2004 yılında “Uluslararası Ceza Divanı’na taraf olmanın gerektirdiği yükümlülükler hariç olmak üzere” ibaresi eklendi.

Savaş demek, düşmandiye belleneni, ne yapıp edip etkisiz hale getirmek demektir. Bunun için de her yola başvurulur: Öldürmek, yaralamak, bombalamak, yakıp-yıkmak vb... Bunların hepsi, savaş ortamında doğal sayılan yöntemlerdir. Bu yöntemlere ve sonuçlarına bakarakCanım savaşın da hukuku mu olurmuş?” diyenler, ilk bakışta haklı görünebilir.

Ama konuya hukuk açısından bakılınca, farklı bir değerlendirme yapılır: Hukuk, insanların bireysel ve toplumsal yaşamlarını düzenlemeyi amaçlayan kurallardan oluşan bir bütündür. İstesek de istemesek de, insanlık tarihinin bir parçası olarak yüzyıllardır varlığını sürdüren bir olgu olan savaşa hukukun ilgisiz kalması beklenemez.

Hukukun bu konudaki düzenlemeleri iki temel amacı gerçekleştirmeye yönelik olmuştur: Birincisi, savaşı önleyecek kurallar konulması; ikincisi ise, savaş sırasında uyulması gereken bazı kuralların oluşturulması.

TBMMnin 1921de dünyaya verdiği ders: Savaş değil \t\tvatan müdafaası!’

Burada, bir olguyu övünç duyarak anımsamamız gerekir: Birinci Türkiye Millet Meclisince, 1921 yılında yapılan anayasada TBMMnin yetkileri sıralanırken savaşdeğil, vatan müdafaası ilanıdeyimi kullanılmıştır. 1920 yıllarının yoksul Ankarasında toplanan, rahmetli Hocamız Tarık Z. Tunayanın deyimiyle bu Kahraman Meclis M. Kemal Paşanın başkanlığında dünyaya, böylece, bir hukuk dersi vermiş oluyordu. TBMM, savaşı ancak, Türk ulusunun varlığını ortadan kaldırmaya kalkışan ve yurdu işgal eden yabancı güçlere karşıvatan müdafaasıamacıyla başvurulacak bir yöntem olarak kabul etmişti.

Savaşın, hukuk dışı sayılması konusunda bazı başka girişimler de görülmüştür ama bu ilke, Birleşmiş Milletler Anayasası ile 1948 yılında evrenseldüzeyde kabul edilmiştir. BM Anayasası, uluslararası uyuşmazlıkların çözümü için kuvvet kullanılmasını (giderek bu yolda tehdide başvurulmasını) yasaklamaktadır; bu yasak ancak meşru savunmahalinde ortadan kalkar. BMnin kurulmasından bu yana bir üçüncüDünya Savaşı çıkmış değilse de, irili ufaklı savaşlar sürüp gidiyor. Savaşı bütünüyle ortadan kaldırma amacına ulaşmak şimdilik olanaksız göründüğüne göre, savaş sırasında uyulması gereken kuralların önemi artmaktadır.

Savaşta ‘suç’ sayılan eylemler

Savaşta uyulması gereken birtakım kuralların varlığı, çok eski tarihlerden beri bilinmektedir. Ancak, yapılagelişe (teamüle) dayanan bu kuralların insancılamaçlı olduğu pek söylenemez. Örneğin, tutsak (esir) alınanların öldürülmemesinde, karşı taraftan kurtulmalık (fidye) istenmesi; esirlerin köle (forsa) olarak kullanılması gibi amaçların da rolü vardır.

1899 ve 1907 yıllarında Laheyde toplanan konferanslarda, savaşta uyulması gereken kurallar ilk kez geniş kapsamlı uluslararası sözleşmelere konu olmuştur. Bu alanda kurulan ve savaş suçuişledikleri savıyla Nazi Almanyasının ve Japonyanın üst düzey sorumlularını yargılayan ve cezalandıran ilk mahkemeler 1945 yılında Nürnbergde ve 1946 yılı başında, Tokyoda kurulmuştur.

Ancak, sanıklarınsuçluoldukları konusundaki yaygın ve haklı inanca karşın, galip devletlerin oluşturduğu bu askeri mahkemeleri hukuk açısından savunmak olanaklı değildir.

Başlıca eleştiri konusu, bu mahkemelerin, zaman içindesuç sayılan eylemlerden sonra kurulmuş olmasıdır. Bununla birlikte, savaş sırasında bile başvurulmaması gereken eylemler olduğu, bunların savaş suçu oluşturduğu açıkça kabul edilmiştir. Bu mahkemeler, daha sonra kurulacak eski Yugoslavya ve Ruanda Savaş Suçları Mahkemelerine temel oluşturmuşlardır.

1949 yılında kabul edilen Cenevre Sözleşmeleri ile kara ve deniz savaşlarında yaralı ve hastalarla, savaş tutsakları ile ve sivil kişilerin korunmasıyla ilgili kurallar getirilmiştir.

Günümüzde bu alanda en büyük başarı,Uluslararası Ceza Mahkemesinin (Divanının) kurulmasıdır. Mahkemenin kurulmasını sağlamak üzere, 1998 yılında imzalanan Roma Sözleşmesi, 100den fazla devletçe onaylanmış ve mahkeme fiilen oluşturulmuştur. Ancak, başlangıçta bu girişime destek veren ABDnin daha sonra görüş değiştirmesi ve sözleşmeyi engellemeye çalışması güçlükler yaratmıştır.

Uluslararası Adalet Divanı 1996 yılında verdiği bir danışma görüşüyle, nükleer silahların kullanımının yasadışısayılması gerektiğini bildirmiştir. Ancak, nükleer bir savaştan sonra sağ kalanların içine düşeceği olağanüstü büyüklükteki çevre felaketleri karşısında, bu silahların kullanılmasından sorumlu olanları yargılayacak bir mahkemenin oluşturulması bir hayaldir. Bu da, insanlık açısından traji-komik bir durumdur.

Türkiye’nin durumu

Savaş suçu işledikleri savıyla kişileri yargılayacak Uluslararası Ceza Mahkemesinin yetkisi, yargılanacak kişiler bakımından da, yer bakımından da taraf devletlerle sınırlıdır.

Örneğin, son haftalarda Gazzede savaş suçusayılan eylemlerde bulunduğu konusunda ciddi savlar öne sürülen İsrail ve Iraktaki işgal eylemleri nedeniyle ABD askeri ve sivil yetkililerinin bu mahkemede yargılanmaları, bu devletlerin sözleşmeye taraf olmamaları nedeniyle olanaksızdır.

Türkiye, Roma Konferansındaki oylamada, terör suçlarının kapsam dışı kalması nedeniyle olumlu oy kullanmadığı sözleşmeyi onaylamadı. Ama anayasadaki Vatandaş, suç sebebiyle yabancı ülkeye verilemezhükmüne, 2004 yılında Uluslararası Ceza Divanına taraf olmanın gerektirdiği yükümlülükler hariç olmak üzereibaresi eklendi. Bu değişiklik, ciddi bir incelemenin sonucu gibi değil de, gereksiz ve özensiz bir tutumun sonucu gibi görünüyor.

Özensizlik, anlatıma da yansımış: Uluslararası Ceza Divanına taraf olmakdeyimi pek anlamlı değil. İlgiliSözleşmeyetaraf olmak denilmeliydi. Kaldı ki Türkiye, sözleşmeye 2004 yılında da günümüzde de taraf olmuş değildir; dolayısıyla, bir Türkün Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanmak üzere verilmesisöz konusu değildir.

Ancak, ciddi savlar varsa, savaş suçuoluşturan eylemlerle ilgili olarak Türk mahkemeleri kendi iç hukumuz uyarınca, elbette yargılama yapar.

Prof. Dr. Rona AYBAY


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler