İran'ın Avrasya açılımı

Hatemi İran dış politikasını ılımlılaştırırken, Çin ve Rusya üzerinden Avrasya politikası gütmeye başlamıştı. Ahmedinejad ise bu iki ülkeyi bir araç olarak kullanmayı ve bölgede ülkesinin sivrilmesi için uğraşıyor...

Yayınlanma: 02.02.2009 - 15:48
Abone Ol google-news

İran İslam Devrimi’nin otuzuncu yıldönümün kutlandığı şu günlerde, Gazze nedeniyle Ortadoğu bölgesinde hızla yükselen tansiyon adeta İran-İsrail gerginliğini de farklı bir boyuta taşıdı. İsrail ve Filistin sorunu İran İslam Devrimi’nin devam etmesinde önemli itici dinamiklerinin başında gelmektedir; ancak kurucu unsurları değildir. İslam Devrimi’nin çıkış süreci, siyasal kanadın hemen her kesiminden Şah’a karşı yönelen ortak nefretin Humeyni tarafından “ustalıkla ve kurnazca” tek bir amaca yönlendirilmesiyle ortaya çıkmıştır. Başlangıçta bütün siyasi grupların oluşturduğu birleşik bir cephe varken 1979’da Şah iktidarının devrilmesinin ardından Humeyni yandaşlarının dışında nerdeyse diğer bütün fraksiyonlar tasfiye edilmiştir. Şah’ın iktidardan uzaklaştırılması sürecinde temel gaye Humeyni’nin “haini Habis” olarak adlandırdığı ve hemen hemen birçok siyasal grubun zararını gördüğü Şah rejiminin devrilmesiydi. 1979’daki devrimle birlikte hem Şii uleması içinde hem de İran’daki diğer siyasal gruplar arasında bir takım anlaşmazlıklar çıktı. Şii ulemasının bir kısmına göre Mehdi gelmeden bir İslam devleti kurulamazdı. Humeyni bir fetva yayınlayarak meselenin bu yönünü halletti. Muhalif grupların başında gelen Solcu-Marksist-Maocular bir İslam devletine karşı çıkıyorlardı ve daha geniş bir anayasadan yanaydılar. Bu arada İranlı Sünni Kürtlerin de geniş bir özerklik beklentisi vardı. Humeyni’nin bu yönde verdiği söz nedeniyle Şah’a karşı mücadeleyi desteklemişlerdi. O dönemde Paris’te bulunan İranlı Kürtlerin önderi Şeyh Hüseyin verdiği bir demecinde yeni anayasanın herkesi kucaklamadığını söyleyerek Humeyni’nin kendilerine verdiği sözleri hatırlatmaktaydı. ABD’nin son dönemde İran politikasının önemli bir parçasını oluşturan İranlı Kürtler, 1980’lerden itibaren aslında Washington’un gündemine girmişti.

Humeyni ülkedeki muhalifleri bertaraf ettikten sonra sürekli devrim dinamiğini oluşturmak için yeni Şahlar aramaya başladı. Şah’ın en önemli müttefikleri ABD ve İsrail, İran’daki genç devrim için yeni Şahlardı. Şii uleması bir adım daha attı ve yeni tehdit algılamasını Şiiliğin doğasından kaynaklanan devrimci retoriğin ve Kerbela olayının üzerine inşa etti. Böylece, ABD ve İsrail, Hz. Hüseyin ve arkadaşlarını öldüren Yezid ve taraftarlarını; İran ise Hz. Hüseyin ve arkadaşlarını temsil etmeye başladı. Bu temsille birlikte İran dış politikasındaki algılamanın meşruluğu İslam’ın bir takım kutsallarıyla sağlanmış oldu. İran devriminin ve yeni İslam cumhuriyetinin meşruluğu tüm İran toplumunda kabul gören Kerbela hadisesiyle sağlanarak geniş bir halk kitlesi de kazanıldı. Sekiz yıl süren İran-Irak savaşı da sürekli devrim retoriğine önemli katkı yapmıştır. 1989’da Humeyni ölürken Kudüs’ün özgürlüğüne kavuşturulmasını vasiyet etmesiyle Soğuk Savaş sonrası Ortadoğu bölgesinin de yeni çehresini belirlemiş oluyordu.

İran'ın Avrasya tercihi

Humeyni’nin ardından İran dış politikasında da genel anlammda bir yumuşamadan söz edilebilir fakat esas yumuşama ya da moda ifadesiyle ılımlaşma Hatemi’nin cumhurbaşkanı seçilmesiyle olmuştur. Reformcu kanadın Batı’da tahsil etmiş önemli bir parçası olan Hatemi, Rusya ile askeri alanda ilişkileri en üst düzeye çıkarırken Avrasya kavramını da en fazla işlemiş olan liderdi. Kendisinden önceki liderlerin aksine dış politikasının çıkış noktasını evrensel değerlerle birlikte jeopolitik gerçekler oluşturuyordu. Bu bağlamda İslam dünyasında devrim ihracıyla oluşturulmak istenen kardeş ya da müttefik rejimler politikasından vazgeçilerek Avrasyacılık düşüncesi üzerinden Rusya ve Çin’le ilişkilerde yeni bir dönem başlatıldı. Humeyni’nin Salman Rüşdi için koyduğu ölüm fetvasını kaldırarak ve İran’ı biraz daha dışa açarak Batı’da kendisine taraftar toplayabilmişti ama öte yandan Rusya ve Çin ile yeni bir kutup merkezinin de temelini ilk defa reformcu Hatemi atmıştır. Bu nedenledir ki Bush yönetimi iktidara gelir gelmez Batı ile iyi ilişkilere sahip olan Hatemi’nin yönettiği İran’a karşı sert bir söylem başlatmıştır. Bush yönetimi, İran’ın Şer Ekseninin bir parçası olduğu için hedef tahtasına koymamıştır. Aksine İran’ın Rusya ve Çin ile başlattığı yeni süreci kendi Avrasya politikası için hayati bir tehlike olarak gördüğü için bu yola başvurmuştur. Washington yönetiminin seçimler öncesi Hatemi ve İran’a yüklenerek aslında muhafazakârları güçlendirdiğinden şüphe yoktur. Ahmedinecat’ın seçilmesinde Bush yönetiminin İran politikası etkili olmuştur.

Hüccetiye ve evanjelikler

ABD’de ve İsrail’deki Mesih’in bir an önce dünyaya gelmesinin sağlanmasını savunan Evanjelikler ile İran’da Mehdinin bir an önce dünyaya gelmesinin sağlanmasını savunan Hüccetiye grubu aynı düzlem üzerinde kesişmişlerdir. Her iki marjinal grubun da temel felsefesini dünyada kaos ne kadar artarsa Mesih’in veya mehdinin gelmesi de o kadar yakınlaşır inancı oluşturmaktadır. Her iki gruba göre mevcut kaos ortamı Mesih veya Mehdinin gelmesine uygun bir zemin teşkil etmemektedir. O halde yapılması gereken en önemli şey suni olarak kaosun artırılması ve uygun bir zeminin geliştirilmesidir.

Ahmedinecat’ın da Hüccetiye grubuna üye olduğu zamanında yazıldı. Fakat gerçek olan şu ki Ahmedinecat’la birlikte İran dış politikası da yeniden eksen değiştirerek Avrasya merkezli olmaktan uzaklaşıp daha fazla içe kapandı. Daha fazla Ortadoğu merkezli oldu. İslam ve özellikle de Şiilik motifleri yeniden güçlü bir şekilde kendisini gösterdi. Kuşkusuz, İran’ın bu strateji tercihinde ABD’nin ve İsrail’in rolü büyüktür. Hatemi döneminde devrim kadroları Hatemi’nin reform adı altında devrim karşıtlığını meşrulaştırdığını ve giderek dejenere olmuş bir yeni neslin yetiştiğini vurgulayarak devrimin dinamiklerini giderek kaybettiği konusunda sert eleştirilerde bulunmuşlardır. Bu eleştiriler, marjinal bir düşünce mantığına sahip olan ve şiddeti amaca ulaşmak için meşru bir yol olarak gören Hüccetiye kadrolarına önemli bir dayanak noktası oluşturmuştur. Irak’taki Mehdi ordusu, Lübnan’daki Hizbullah, Şii Emel örgütü ve Filistin’deki Hamas ile birlikte İran Ortadoğu bölgesinde direniş gruplarıyla kendi gölge politikasını oluşturma yönünde büyük adımlar atmıştır. Ahmedinecat, Çin ve Rusya ile ilişkilere devam ettiği gibi daha da geliştirmiştir. Ancak Hatemi’den bir farkla Avrasya’da yeni bir kutuptan öte İran’ın sivrilip yükselmesinde Rusya’yı ve Çin’i araç olarak kullanmayı seçmiştir. İran, ŞİÖ’yü ve D-8 örgütlerini küresel ve bölgesel politikaları için önemli vasıtalar olarak görmektedir. Çin Dışişleri Bakanlığı’nda bir grup diplomat ve uzman en başından beri Ahmedinecat İran’ındaki bu ince ayrıntıya dikkat çekerek Çin’in İran politikalarına karşı çıkmaktaydılar.

Her yer kerbela

Her gün aşura, her yer Kerbela anlamına gelen Kulli Yevmin Aşura, Kulli Arzin Kerbela sloganı İran Devrimi’nin ve dış politikasının en önemli hayat damarını oluşturan Şii akidesine ait önemli bir dinamiktir. Bu araç, Kerbela trajedisinin acılarını paylaşan dünyadaki Müslümanlarla bu trajedi üzerinden birlikte hareket edecek ortak bir payda oluşturma yöntemi olarak da görülebilir. Bu bağlamda, İran’ın amacının Müslüman ülkelerin pek fazla dokunmadıkları “ezilmiş halklar” konusunu işleyerek yöneticiler nezdinde olmasa da halklar gözünde İslam Dünyasının liderliğine yükselmek istemesidir. Böylece Şiiliğin İslam’ın sol yorumu olduğu düşüncesini daha fazla öne çıkaran ve biraz da Ali Şeraiti çizgisine kayan Ahmedinecat, Bolivarcı sosyalist olan Hügo Çavez ile aynı siyasi platformda buluşabilmiştir.

Barış ADIBELLİ  / TUSAM Asya-Pasifik, Çin Danışmanı

[email protected]


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler