Türkiye Cumhuriyeti'nde Okul Vardı

Yayınlanma: 03.02.2009 - 06:54
Abone Ol google-news

Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhuriyeti karalamayı sürdürüyor. İki hafta önce (19 Ocak 2009), hangi televizyon kanalına uzandıysam, Recep Tayyip’in, altı yıllık başarılarını sergileyen söyleviyle karşılaştım. Davranış biçimini, yüz imlerini iyice izledim. Tam anlamıyla “güç istenci”nin esrikliğini yansıtıyor. Doğruyu arayan kuramsal ya da iyiyi arayan kılgılı (pratik) akılla ilgisi yok. Her davranışı, onun, aklı, “güç istenci”nin aracı saydığını yansıtıyordu.

Altı yılda, eğitimde yaptıklarını anlatıyordu. Cumhuriyet’in geride kalan yetmiş dokuz yılında “Okul yok muydu?” diye sordu. Yanıtladı: “Vardı, ama o okullarda eğitim yoktu. Şimdi, Doğu ve Güneydoğu illerimizin hemen her okulunda, bilgisayar var.” Bu mantığın çarpıklığını, “O zaman, Türkiye’de bilgisayar var mıydı?” sorusuyla yanıtlamayacağım. Eğitim hakkında en ufak bilgisi olmadığını söyleyerek kanıtlayacağım. Şunu bilmelidir Erdoğan: “Yorumları, yeni yorumlara götüren tarihsel açıklamalar, anlamsızdır. Yeni değerler yaratan bakış açısı veriyor mu bugünkü bilgisayarlı eğitim?” Yanıtlanması gereken soru budur.

Eğitmek yeniden yaratmaktır

Eğitmek, insanı ilk durumundan sahip olduğu birikimleri ortaya çıkararak yeniden yaratmaktır. Ben, Diyarbakır Lisesi’nde okudum. Son sınıfın son iki dönemini Erzurum Lisesi’nde geçirdim. Bilgisayarlarımız yoktu, ama Cavit Orhan Tütengil, Selahattin Okan, Muzaffer Faik Amaç, Selman Erdem gibi öğretmenlerimiz vardı. Bunların adlarını, ünlü oldukları için anıyorum. Bizim “Demi” adı taktığımız Tevfik Çakmakoğlu diye bir matematik öğretmenimiz vardı ki, sınıfta anlamadığımızı, gerekirse sokakta anlatırdı. Evlerimize değin gelirdi. Vahap Aydıntuğ gibi bir matematik öğretmenini unutmak olası mı? Fethi Ülkü gibi bir Fransızca öğretmeni var mı acaba? Bilgilerinden söz etmiyorum, öğretmenliklerinden söz ediyorum bu insanların.

Eğitimci insanı yetiştirmeyi sever

Eğitimci, çocuğu, ne çocuk için, ne toplum için sever. Çocuğu, eğitmek için sever. Onu, doğanın ve toplumun yasalarını bilen, öğrendiğini yaşama geçiren, doğayı ve toplumu değiştirmeyi ve dönüştürmeyi düşünen duruma getirir. Kısası, eğitimci, insanı yetiştirmeyi sever. Hüseyin Çelik ve Recep Tayyip Erdoğan, R. Muechielli’nin adını duymuşlar mıdır acaba? Sanmıyorum. Ama salık veririm. Onun “Psycologie Pratique des eleves de 7 à 12 ans” (7-12 yaş arası öğrencilerin kılgılı ruhbilimi) adlı yapıtını okusunlar. Eğitimde ve öğretimde, araçların önemi yadsınamaz. Ama, öğretim yöntemleri, araçlardan ve gereçlerden çok önemlidir. Geleneksel eğitim yöntemiyle, yeni, serbest, doğal, işlevsel ve biçimsel eğitim yöntemleri arasında çok büyük farklar vardır. Denebilir ki, her yöntemle, “geleceğe yönelik insan” yetiştirilebilir ama öğretmensiz insan yetiştirilemez. Eğitimin temel öğesi öğretmendir. Son çözümlemede, bir eğitimin değeri, her şeyden önce, eğitimi ve öğretimi yapan eğitimcinin değerine bağlıdır.

Bitlis’te çalışırken “Tolstoy’dan Seçmeler” diye bir yapıt okumuştum. (Ch. Bouddouin, Tolstei, educatuer, diye not almışım.) Tolstoy, “insanı yetiştirmek, salt onlara örnek olmakla olanaklıdır diye düşünülürse, eğitim sorunu kalmaz. Geriye tek sorun kalır: Nasıl yaşamalıyız?” diyordu. Çok düşündüm bu sorunun yanıtını. Öğrencilerime ve Bitlis halkına ne verebilirim? Şu sonuca vardım: “Öğrencilerine ve Bitlisliye katkıda bulunmak istiyorsan, önce kendine etkili ol.” Başarılı da oldum. Öğrencilerimin ruhsal erkelerini artırmaya yönelik etkinlikler düzenledim.

Kişisel ve ortak disiplinin doğrudan çocuk tarafından düzenlenmesine karar verdim. Bu amacıma, ancak deneyimlerim sonunda, Artvin’de ulaştım. “Yetmiş dokuz yıl okul yok muydu?” Vardı Recep Tayyip Bey, hem de hepimizin kafalarına bütün yaşamı bilgilendirecek ilkeler ve alışkanlıklar yerleştiren öğretmenlerin bulunduğu okullar vardı.

Tüm öğretmenlerimiz çağdaştı

Yardımcın Nükhet Hotar’a sor. Bitlis ve Artvin milletvekillerine sor. O okulların ünü hâlâ sürüyor. Tüm öğretmenlerimiz, çağdaş bilgiyle donatılmıştı. Cavit Orhan Tütengil’in, Muzaffer Faik Amaç’ın derslerinde “yasak” sözcüğü bile yasaktı. Bilgisayarlı okullarında, “Muhammet’i eleştirebilir mi bir öğrenci?” Biz, Muzaffer Faik Amaç’ın derslerinde, Descartes’in “Metot Üzerine Konuşma” adlı yapıtını okur, Atatürk’ü bile eleştirirdik. Sen, “hümanist lise” diye bir okul duydun mu? Hasan Âli Yücel’in hümanist liseleri vardı.

Doğu illerini bırakınız, Batı illerinde, bir Mehmet Doğanay, Selahattin Okan, Ekrem Kongar, Faik Dranas, Halil Ayhan gibi öğretmenler var mı? Bu öğretmenlerin bilgisayarları yoktu, ama çağdaş bilgi donanımları sağlamdı. İmam değillerdi, öğretmendiler.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler