'Susmak yoruyor insanı'

'Romanda, 70 yaşına gelmiş bir insanın, Türkiye'nin uygarlıktan hızla uzaklaşmasından, bir yasaklar korusu haline gelmesinden kaynaklanan susma hali var. Türkiye'de yaşananlar deprem gibi... Susmak zorunda kalmak, insana yorgunluk ve yenilgi hissi veriyor.'

Yayınlanma: 25.12.2012 - 10:07
Abone Ol google-news

Necati Tosuner’in 5 yıl aradan sonra gelen “Susmak nasıl da yoruyor insanı” adlı romanı, Ocak’ta okuyucusuyla buluşuyor. Kitap, Tosuner’in yazarlıkta 50. yılına rastlıyor ama onun öyle parlak laflardan çok hoşlandığı söylenemez. “Tesadüf”, diyor, ”yoksa özel bir anlamı yok”.

Kışın ilk şiddetli yağmurunun bastırdığı gün, sözleştiğimiz gibi saat tam 16.00’da buluştuk Anadolu yakasındaki evinde. Tüm odaya yayılan aydınlatmanın verdiği huzura, masanın üstüne özenle yerleştirilmiş tatlı ve tuzlu atıştırmalar ile kahve bardakları eşlik ediyor. Nazik bir yazar, dahası, nazik bir insan Necati Tosuner. Sorularıma verdiği yanıtlar, tıpkı yapıtları gibi, üzerinde durdukça daha derinden anlaşılır nitelikte.

Kahvemizden ilk yudumu alırken, en merak ettiğim konuyla, son romanının adıyla başlamaya karar veriyorum.

- Susmak insanı yoruyor mu gerçekten
?

Susmak, neden sustuğuna göre, insandan insana değişir. Romanda, 70 yaşına gelmiş bir insanın, Türkiye’nin uygarlıktan hızla uzaklaşmasından, bir yasaklar korusu haline gelmesinden kaynaklanan susma hali var. Türkiye’de yaşananlar deprem gibi... Bugün kadınları aşağılayan anlayış, söyledikleri gibi ‘o gün geldiğinde’ erkekleri ve herkesi içine alacak. İstedikleri biçimi zorlayan cennetlik bir beklenti...

Kitapta, bugün yaşanılan günler özlenen değil, hayıflanan günler ve her geçen gün beraberinde, boşa gitmiş bir geçmiş duygusu ile gelecek kaygısı getiriyor. Susmak zorunda kalmak, insana yorgunluk ve yenilgi hissi veriyor. Bu his beni yordu.

- Türkiye’nin haline susmak zorunda kalan, romanın baş kahramanı siz misiniz?

Bu kitap, bir önceki roman “Kasırganın Gözü”nün devamı niteliğinde ancak burada yazar, kendisini iyice geriye çekmiş durumda. Romanın kahramanı, yazarın kendisiyle özdeş denilebilir çünkü bu kitapları yazdığım düşünülmezse, ben de susan biri sayılırım.

- Yazarın, hem Türkiye’nin siyasi atmosferinden bu kadar yakınıp, hem de kendini bu kadar geri çekmesi, bilinçli bir çelişki mi?

Bu bir çelişki değil, romandaki atmosferin yarattığı bir sonuç. Kapalılık bir edebiyat eseri için bir yol da olabilir, kimi eserler açık da olabilir. Her yazar anlaşılır olmayı ister tabii. Benimki, okur beni ilgilendirmiyor hali değil, yazar tavrı.

- Biraz da susmamaktan, insanın derdini anlatma çabasından söz edelim istiyorum. Sizi en başta, yazar olmaya iten neydi?


19 yaşımdayken, Ankara’daki Resimli Posta gazetesine gönderdiğim yazı yayımlanınca, cesaretlenip devam etmeye karar verdim. Yaşadığımız toplumda sakat olmanın getirdiği birtakım duygular var. O yaşta kambur olmak zordu. Yaşıtlarım dışarıda top koştururken, benim evde yatacak, kitap okuyacak, kendimi dinleyecek zamanım vardı. Yazarlık bir yerde kendini dinlemektir tabii. İkinci kitabım “Çıkmaz”da örneğin, sakat insanı, eksik adamı, toplumun değer yargılarını anlatıyordum.

- Sakat insan, eksik adam... İnsana acı veren kelimeler bunlar. İntihar düşüncesiyle yazma eylemi arasında gidip geldiğiniz dönemler oldu mu?

Acı çekmekten korkarak yaşanmaz. “Kambur” çıktıktan sonra Almanya’ya gittim, aslında Almanya’ya gitmedim, Türkiye’den gittim. Orası bana çok yardımcı oldu, o çaresiz, eli titreyen adamdan kurtuldum. İntiharı düşündüğüm zamanlar oldu ve bunun üstesinden yazarak geldim. Yazmak intihara daha çok sürükleyebilirdi de, ama bende tedavi edici oldu çünkü 25’ime geldiğimde artık herhangi bir sakat adam değildim.

- Okurunuzla ilişkiniz nasıl?


İnternet kullanmıyorum, o nedenle çok bağlantım yok. Ancak daha çok gençliğinde kitaplarımı okumuş olanlar duygularını ifade ediyorlar. Mutlu oluyorum tabii. Yazarlık çok şey beklenerek yapılmaz, yoksa niteliğinden yitirir. Okur da zaten hissetmediğini söylemez, öyle değil mi?


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler