Sağlıkta Kamu-Özel Ortaklığı

Yayınlanma: 18.01.2013 - 07:41
Abone Ol google-news

 

Sağlıkta özelleştirmenin son adımı atılmakta ve artık bundan sonra “Devlet Hastanesi” veya “Sağlık Bakanlığı Hastanesi” kavramları ortadan kalkmaktadır. Görünen odur ki özelleştirilen sağlık sistemimiz ile birlikte yoksulların sağlığa ulaşması daha da güçleşecektir.

Sağlıkta dönüşüm ülkede 10. yılını doldurmakta ve her türlü eleştiriye ve görünen olumsuzluklara rağmen tüm hızı ile uluslararası sermayenin direktiflerinde ilerlemektedir. 2012’nin son günlerinde yürütmeye konulan Kamu Hastane Birlikleri uygulamasına ek olarak 2013’te planlanan adım, Kamu-Özel ortaklığının hayata geçirilmesi olacak gibi görülmektedir. Kamu-Özel ortaklığı ile kentlerin yerleşim alanlarının uzaklarında büyük sağlık tesislerinin, “Şehir Hastaneleri”nin kurulması ve kent merkezlerinin en değerli yerlerinde olan Sağlık Bakanlığı hastanelerinin buralara taşınması planlanmaktadır. Bu Şehir Hastanelerini özel sektör yapacak ve devlet bu şirketlere kira ödemesinde bulunacaktır. Bu sözleşmeler en az 25 yıl olarak gerçekleşecek ve hastaneyi yapan şirket bu hastanenin yemek, temizlik, güvenlik, kafeterya gibi hizmetlerini de işletme hakkına sahip olacaktır. Bu da yetmezmiş gibi kent merkezlerinde boşaltılan hastane alanları da bu şirketlere alışveriş merkezi, konut ve benzeri yerler yapmak üzere devredilecektir. Son hazırlanan yasa metniyle sağlık hizmetlerinin de bu şirketler tarafından hizmet alımı yolu ile sağlanmasının önü açılmaktadır. Yasada mevcut hastane yatak sayısının arttırılmaması da öngörülmektedir. Bu şekilde sağlıkta özelleştirmenin son adımı atılmakta ve artık bundan sonra “Devlet Hastanesi” veya “Sağlık Bakanlığı Hastanesi” kavramları ortadan kalkmaktadır. Hastanenin yapım maliyetlerinin üç yıllık kira ile karşılanabilir olması projeyi elbette özel sektör için çok cazip kılmaktadır. Danıştay, TTB’nin başvurusu üzerine ilk aşamada yürütmeyi durdurma kararı aldı ve önemli gerekçelerinden birisi de boşaltılan hastane alanlarının bu şirketlere devri konusu idi.

Sağlıkta ‘kapitülasyon’

Projenin kârlılığı ve cazibesi yabancı sermayenin ilgisini elbette çekmektedir. Bu proje ile birlikte yabancı sermaye Türkiye’ye yönlenmekte, ancak parasını garantiye almak için de beraberinde Uluslararası Tahkim Kurulu’nu da getirmektedir. Yakın zamanda bankacılık sektöründe olduğu gibi sağlık sektöründe de uluslararası sermayenin hâkimiyeti kaçınılmaz görülmektedir. Bu gelişmeyi çok net olarak sağlık alanında verilmiş bir “kapitülasyon” olarak tanımlamak abartılı sayılmamalıdır.
Sağlıkta dönüşümün bir özelleştirme projesi olmadığı, bu projenin uluslararası finans kuruluşlarının değil de AKP’nin bir projesi olduğu yıllardır söylenmekle birlikte, artık bu konunun saklanacak bir tarafı bulunmamaktadır. Avrupa Birliği gelişme raporlarında sağlığın özelleştirilmesi yer almaktadır. Aile Hekimliği Projesi ile sağlıkta birinci basamak özelleştirilmişti, bu gelişmeler ile ikinci ve üçüncü basamak sağlık kuruluşları da özelleştirilmektedir. Şimdilik bu özelleştirme furyasının dışında üniversite hastanelerinin kalmış olduğu görülmekle birlikte, amaç bu hastaneleri de özelleştirmektir. Bu amaç Kamu Hastane Birlikleri Yasa Taslağı’nda yer almakta iken tepkiler üzerine son anda taslaktan çıkarılmıştı. Sağlık alanında 120 bini hekim olan 650 bin sağlık çalışanının olması göz önüne alındığında, bu özelleştirme projesinin ülkenin en büyük özelleştirme projesi olduğu da ortaya çıkmaktadır.

Kara delik aldatmacası

Özelleştirmenin iyi olup olmadığı elbette tartışılmalıdır. Hizmetlerin kamu tarafından verilmesinde yolsuzlukların engellenmediği, hantallığı, gelişmelere kapalı olması gibi gerekçeler öne sürülmekle birlikte, esas gerekçe kamunun bu alana kaynak aktarma konusundaki isteksizliğidir. Bu alana harcanan paraların bir kara deliğe amaçsız ve yararsız şekilde harcandığı aldatmacası sıklıkla tekrarlanmakta ve özelleştirmenin bir zorunluluk olduğu vurgulanmaktadır. Dünyada yaşanan kapitalizm krizinin aşılması için sağlık alanının seçilmiş olması da ayrı bir gerçektir. Sağlık alanı özelleştirildiğinde büyümeye yatkın yapısı ile tüketim olanaklarını arttırmaktadır. ABD tam özel sağlık sistemi ile tüm ulusal gelirinin yaklaşık yüzde 20’sini sağlık alanına harcamakta ve bunu nasıl engelleyeceğini bulmaya çalışmaktadır.
Özelleştirme kâr amaçlı yapıldığından, bu alana yatırım yapan şirketler gelirlerini arttırmaya ve giderlerini azaltmaya çalışmaktadırlar. Giderlerin azaltılması noktasında ilk adım sağlık çalışanlarını daha uzun süre, güvencesiz, düşük ücretle ve sosyal haklardan uzak çalıştırmak olmaktadır. Sadece bu adım yeterli olmayacağından, toplumun sağlığa daha fazla para harcaması da gerekmektedir. SGK’nin halen sağlığa harcadığı paranın sadece yarısını primlerden karşılayabildiği göz önüne alındığında, sağlığa ulaşmak için birilerinin daha fazla para ödemesi gerekmektedir. Tamamlayıcı sigorta ile bu alana yeni kaynak sağlanması projesi de başlamış bulunmaktadır. Özetle, özelleştirilen bu sistemde cepten çıkacak paraların artması kaçınılmazdır. Bu sistemin uygulandığı ABD’de artan sigorta primleri nedeni ile yaklaşık 60 milyon kişinin sağlığa ulaşamıyor olması da halen Obama yönetiminin çözmeye çalıştığı önemli sorunlardan biridir.
Sağlık basitçe alınıp satılacak, üzerinden para kazanılacak bir alan olarak görülmemelidir. Bu yaklaşım sağlık çalışanları ile hastalar arasındaki ilişkiyi bozmakta, sağlık hizmetinin kalitesini düşürmektedir. Görünen odur ki özelleştirilen sağlık sistemimiz ile birlikte yoksulların sağlığa ulaşması daha da güçleşecektir. Türkiye gibi yoksul ve kayıt dışı kesimin çok olduğu bir ülkede sağlık ağırlıklı olarak kamusal bir hizmet olarak kalmalıdır.

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler