Gerçeğin birleştiremediğimiz parçaları

Değerli düşünür, deneme yazarı, eğitmen, çevirmen Ahmet Cemal'in yazınımıza Aydınlanmacı düşünsel katkısı çok önemlidir; çalışmaları, öykünmelerin özgün olan karşısında tutunamayacağının söylemini oluştururlar. Yıllardır büyük emek vererek Türkçeye kazandırdığı yapıtları okudukça, onun çevirisini yaptığı bu kitapları, bir sanat tarihçisi özeniyle seçtiğine iyice inanıyor insan.

Yayınlanma: 24.01.2013 - 13:15
Abone Ol google-news

Günümüzün anlatımında gerçekliğin vurgulanması adına yapılan şey, olguların aynı anın daracık hücresi içinde üst üste yığılması marifetidir. Bu aldatmacaya girişmek için zamanın olmadığı bir boyutta geziniyormuş gibi davranmak çaresiz kalınınca göze alınan başlıca cambazlıklardan biridir. Çağdaş romanın öğelerinden, anakronizm, bilinçaltı akımı, iç sesle sürüp giden, önüne kattığını sürükleyen bir ırmağı anımsatan anlatım, bugün, yaşanılanı ya da kurgulananı dile dökmek yerine, yazınsallıktan koparılan bir gerçekliği, yoğunlaştırılmış katı parçacıklara bölmek için kullanılır olmuştur. Gündelik yaşantının bile böylesine fragmanlara bölünmesi, okuyucuyu, izleyiciyi ilk anda, gözden kaçırılan ayrıntıları yakaladığına inandırarak büyülese de, onu gittikçe bilinçsiz bir kolaycılığın içine sürükleyerek düşünme, kurgulama yetisinden yoksun bırakmaktadır. Okur, formüllere dayalı bir anlatım yapısına koşullandırıldığında, düş gücüyle adım atamayacağına; kendisinin herhangi bir kurgulama yeteneğinin; yorum yapma yetkisinin olmadığına inanmaya başlar. Oysa bir sanat biçimlendirmesinin sanatseverce paylaşılması, o yapıta çağrışımlarla, kışkırtılan yepyeni imgelerle olağanüstü bir evrensel varsıllık yaratır. Ne var ki, düşlemeyi yorucu ve boşuna bir gayret saymaya başlayan okur, artık olgu-olay örgüsünün dışına çıkamayıp, tüm düşsel, düşünsel etkinlikleri kendisinin yerine yeryüzü egemeni olan gücün masalcılarının yapmasını istiyor. Görme duyusu çok önem kazanınca, yazılı anlatımın ya sinemaya aktarılması, ya da internette görsel betimlemelerle özetlenmesi beklenmeye başlandı.

Bireyin öne çıkarılması savları ise büyük bir aldatmaca değil midir? Bütün sanat, bilim, barış ödülleri, bu akçalı düzen içinde anlamlarını, amaçlarını yavaşça yitirirler.

Güncel sıradanlığın ikonlarıyla bunların yan ürünleri, yatırımcı ve 'destekleyici' için birer kazanç kaynağıdır artık..

Değerli düşünür, deneme yazarı, eğitmen, çevirmen Ahmet Cemal'in yazınımıza Aydınlanmacı düşünsel katkısı çok önemlidir; çalışmaları, öykünmelerin özgün olan karşısında tutunamayacağının söylemini oluştururlar. Yıllardır büyük emek vererek Türkçeye kazandırdığı yapıtları okudukça, onun çevirisini yaptığı bu kitapları, bir sanat tarihçisi özeniyle seçtiğine iyice inandım. George Lukàcs'ın 'Marksist Estetik', Schiller, Goethe, Nietzche, R. M. Rilke, İngeborg Bachman, Elias Canetti, Kafka, W. Benjamin ( Pasajlar), Ernst Fischer, Remarque, Zweig, Joseph Beuys, E.H. Gombrich, Mánes Sperber (Parçalanmış Gerçeklik), K. Hamsun, P. Celan, Robert Musil, Hermann Broch çevirileri, bu çalışmaların yayıldığı süre; çoğunun hiçbir yayıneviyle anlaşma yapmadan giriştiği zorlu işler olması, yazarın çevirmenliği nasıl da bir yaşam biçimi edindiğinin göstergesidir. Ahmet Cemal, Anadolu Üniversitesi'nde verdiği çevirmenlik derslerinin bir eylemli çalışmasıymışçasına, çevirilerinde hem yazara hem de okura duyduğu saygıyı her satırda öne çıkararak yazarın biçemini, yapıtın biçimini Türkçede yeniden canlandırmak için uğraşmış, böylece öğrencilerine de örnek olmuştur.

'ELEŞTİREL AKLA' ULAŞIRKEN

Avusturyalı yazar, şair, felsefeci Hermann Broch'un (1886-1951) 'Vergilius'un Ölümü' romanı, uluslararası yazın çevrelerinde 'çevirisi yapılamaz', diye anılan bir metin. Bugüne dek ancak yedi dile çevrilmiş. Romanın ilk tümcesinin neredeyse yarım sayfa tuttuğunu düşünürsek okunması da güçlüklerle dolu.

Kitaba 'Bir Çevirinin Hikâyesi' başlığıyla yazdığı önsözde Ahmet Cemal, 'eleştirel akla' ulaşırken izlediği yolu içtenlikle anlatır. Hukuk fakültesini bitirdikten sonra, geçimini sağlamak için bol gelir getirecek avukatlık mesleğinin yerine, en az ücrete değer bulunan yeminli çevirmenliği seçerek noterliklerin loş arka odalarında, eski daktiloların başında bu işe başladığını dile getirir. Yetmişli yılların başında Goethe, Schiller çevirileri özgürlüğünün ilk adımları olur. 'Vergilius'un Ölümü'nün çevirisini yapmaya 1972 yılında başlarken duygularını, tedirginliğini şöyle dile getirir:

'Vergilius'un Ölümü' romanıyla o çevirmenlik yıllarımın hemen başında tanıştım. Romanın ilk bölümünde yer alan ve Latin şairi Vergilius'u tasvir eden şu pasajı okuduğumda o roman artık benim kaderim olmuştu: '..., yeryüzü hayatının huzurunu seven biriydi; toprağa bağlı bir toplumda geçecek, sade ve güven dolu bir ömre uygun bir insan; kökleri gereği yerleşip kalmasına izin verilmiş, dahası yerleşmeye zorlanmış biri; aynı zamanda da, daha yüce bir kader gereği, yurdundan ne kopabilmiş, ne de orada kalabilmiş biri; bu kader onu ötelere, toplumun dışına sürüklemiş, kalabalıklar içerisinde düşünülebilecek en çıplak, en kötü, en vahşi yalnızlığın içine atmıştı; onu kökeninin yalınlığından koparmış, uçsuz bucaksızlığa, gittikçe büyüyen bir çeşitliliğe doğru kovalamıştı; böylece büyüyen, sınırsızlığa açılan, sadece gerçek hayat ile arasındaki uzaklık olmuştu; evet gerçekten de yalnızca bu uzaklıktı büyüyen: Vergilius, hep kendi tarlalarının sınırlarında gezinmiş, kendi hayatının sınır boylarında kalmıştı; huzur nedir bilmeyen bir insan; ölümden kaçarken ölümü arayan, eser vermek isterken eserden kaçan biri; bir âşık, ama hep kovalanmaya yargılı, gerek iç gerekse dış dünyanın tutkuları arasında yolunu kaybetmiş, kendi hayatına sadece konuk olabilmiş biri...'

Ahmet Cemal bundan kırk yıl önce, bu düzeydeki bir dil anıtını çevirmeye yetecek denli birikime, Almanca ile Türkçeyi bir kültür dili olarak kullanma ustalığına ve bilgisine sahip olmadığını düşünmesine karşın, bu çalışmayı ertelemedi. Roma antik çağının en büyük şairi sayılan Publius Vergilius Maro'nun (M.Ö. 70-19) bu romanda Hermann Broch'un kalemiyle dile getirilen, sanatla, sanatçılıkla, sanat eseriyle bir ömür boyu sürmüş hesaplaşması, ve savaşımı, çevirmenimizi deyişiyle, 'bir direniş modeli' olarak onun yaşamının, örgüsüne yerleşir.

Şair Atina'dan Augustus'un buyruğuyla ve onunla birlikte ayrılmaktan bin pişmandır. Brendisium limanına gemiler bağlanırken hastalığı iyice ağırlaşmış, yürüyemeyecek haldedir. Roman, bu andan başlayarak Vergilius'un, ertesi gün öğleden sonra Sezar Augustus'un sarayında ölümüne kadar, o on sekiz saati anlatır. Anlatımı üçüncü kişinin üstlenmesine karşın, Vergilius'un kendi kendine konuşan iç sesi okuyucuyla bağlantıyı beklenen sona kadar hiç kesmez. Bu ses, onları Brendisium'a taşıyan gemilerdeki forsalardan, kölelikten söz eder. Tahtırevanla saraya götürülürken kentli halkın yoksulluğunu ve imparator onuruna dağıtılan bedava şarap için birbirini çiğneyen durumunu izler. Yönetimi ele geçiren bundan önceki ve şimdiki Sezar için yazdığı mersiyeler, övgüler, artık ona birer yalakalık söylemi olarak görünmektedir. Yaşamın ahlak açısından doğruluğuna, sanatın yerindeliğine, şiirin yaşama katkısının ne olduğuna ilişkin acımasız bir sorgulamayla anlatım sürer. Onu limandan saraya değin izleyen, yeni imparatoru karşılayan esrik kalabalıktan korunması için yol gösteren küçük oğlan, kıvırcık saçlarıyla çocuk Vergilius'un ta kendisi değil midir? Son yapıtı 'Aeneis Destanı' yanından ayırmadığı çantasındadır; bu torbayı adı Lysanias olan bu çocuktan başkasına emanet edememiştir. Destan, Troya yakılıp yıkıldıktan sonra Aeneas'ın İtalya'ya dönüş yolculuğunu anlatmaktadır. Aeneis Destanı' nın yetersizliğini; bir öykünmeden öteye geçemediğini düşünmeye başlayan Vergilius, elyazması ruloları yakmaya karar vermiştir. H. Broch şairi şöyle konuşturur:

' ...ah evet, o insan ki, gülümsemesinde her şeye rağmen tanrısal bir yan vardı ve bu sayede insan, o gülümseme aracılığıyla yanı başındaki ruhu, hemen yanı başındaki insanı tanrısal bir varlık olarak kavrayabiliyordu- insandan insana iletişim denilen, gülümseme olgusundan insana özgü bir dilin doğması diye nitelendirilen, işte buydu. (Sayfa:314) (1)

Ahmet Cemal'in uzun yıllara yaydığı bir başka çalışması da, Robert Musil'in 'Niteliksiz Adam' ciltleridir. Romanın ikinci cildinden yıllar sonra üçüncü cildinin çevirisinin tamamlandığını duymak beni sevindirdi. İlk iki kitabı notlar alarak okuduğum için okuma serüvenimde bir kopukluk yaşamayacağımın düşünürken dördüncü cildin yayımlanmasını sabırsızlıkla beklediğimi; Lucáks'ın 'Marksist Estetik'inin dördüncü cildine ne zaman kavuşacağımızı merak etmekteyim.

GEÇİŞ DÖNEMİ...

Robert Musil (1880-1942) Avusturya- Macaristan İmparatorluğu'nun yıkılmasının yaklaştığı dönemleri konu alarak başlayan 'Niteliksiz Adam' romanında anlatımını, bir çağın kapandığını, bir başka zaman diliminin kapısının aralandığını sezmenin tedirginliği ile gürüldeyen bir ırmak gibi sürdürür. Duyarlı bir okuyucu, Ahmet Cemal'in yapıtı, aslına uygun biçimde Türkçeye kazandırmasıyla gönenirken diğer yandan bu çeviriyle dilimizin ne denli görkemle daha da varsıllaştığını görerek kıvanç duyar. Romanda Ulrich, donandığı tüm niteliklere karşın, bir ayağıyla geçmişte kalarak monarşinin geleneklerine basarken diğer ayağıyla yeniçağda adımlar atmak isteyen biridir. Savaşlara sürüklenen Avrupalı aydını temsil eder. Bu iki arada kalma durumu, onu kararsız kılmaktan öte, verimsiz, güvensiz, eylemsiz bir duruma sokmuştur. Musil'in bu geçiş dönemini yaşayan kadınları, kötü evlilikler yapmış, mutsuz, cinsel baskı altında tatminsiz kişilerdir. Romanın kişileri, aynı bugünün insanları gibi çok saçma düzenleme ve kurgulara bel bağlar, bu saplantılarla aristokrat devleti ve geleceklerini kurtarabileceklerini umut eder. 'Sonsuz Eylem Planı' adını verdikleri, bir tasarı çevresinde, ne amaçla bir araya gelindiği anlaşılmayan; askeri, politik, aristokrat çevreden birçok kişinin katıldığı toplantılarda yiyip içerler; buluşur, sevişirler. 'Niteliksiz Adam'ın anlatımına tanrıların tanrısı Zeus'un ruhu sinmiştir. Zeus da onca gücüne karşın, engelleyemediği tutkularının, cinsel hazların peşinde savrulurken gittiği her yer bir sürgüne dönüşmüş, Olympos yamaçlarına uğrayamaz olmuştur. Bir kuğu olup Leda'yı kucaklaması; Miken kralının evli kızını onun kocasının görünümüne bürünerek iğfal etmesi, ürpertici korku öykülerine benzer.

Dante Alighieri'ye (1265-1321), 'La Divina Comedya'nın cehenneminde yol gösteren Vergilius'tur. Vergilius nasıl köklerinden koparılmış bir toprak adamı ise, Dante de siyaseten, kilise ve aristokratlarca suçlanmış, öldürülmeye çalışılmış bir sürgün idi. Hermann Broch, Nazilerce kovalanmış bir yazar; Robert Musil de aynı savaşın cehennemi cephelerine sürgün edilmişti. W. Benjamin, Brecht, S. Zweig ve niceleri gibi kitapları yok edilmeye yargılı kılınarak yayımlanmamış, kullandıkları kültür dili Almancanın dışında yazamadıkları için, böylelikle başka bir yokluğun içinde terk edilmiş direnişçilerdir. Yaratarak, düşleyerek direnmeyi umutla sürdürdükleri gibi; ölümlerine de anlam yüklemekle yeryüzünün birikimini ve canlılığını kucaklayarak perdeyi kapatmışlardır. Ahmet Cemal'in Broch'u 40 yıl boyunca bir direniş modeli olarak benimsemesi çok yerinde bir seçim olmuştur. Bugün de sanatın, sanat yapıtının sorgulanması, yeryüzü canlılığının geleceğini barış içinde kurgulamak amacıyla bir ilk adım olacaktır. Çünkü klonlanmışçasına kişiliksizliğe, tek-tipliğe doğru evrilmekteyiz. Gittikçe insanlığı bilinçsizliğe ve düşün yokluğuna sürükleyen; dayatmalarla, yanılsamayı, göz boyamayı sanat olarak sunan para gücüne 'Dur', demenin zamanıdır. (2)

Zamandan, gecikmekten söz ederken Enis Batur'un kaleme aldığı bir anısını anımsadım: Ahmet Cemal'in 'Vergilius'un Ölümü'nü çevirmeye başladığı 1972'de, Batur'un, 'Niteliksiz Adam'ı okumaya karar verdiğini Bilge Karasu'ya söylemesi üstüne :' Daha erken,' demiş Karasu. 'Ne yani,' diye karşılık veren Enis Batur, 'Bu kitabı anlamak için yeterli olmadığımı mı söylemek istiyorsunuz?' deyince, Bilge Karasu bütün içtenliğiyle, 'Hayır', demiş, 'her kitabın bir okunma yaşı vardır da ondan..' Enis Batur, Karasu'nun yanıtını, tekrar okumalara giriştikten sonra hiç de kırıcı bulmadığını açıklıyor zaten...

OKUMA OLGUNLUĞU

Ahmet Cemal, romanı yazıldığı özgün dilinden Türkçeye aktardığı 40 yıl içinde yaş alırken biz okuma olgunluğu yaşımıza eriştik. Broch'un yapıtını, çevirmenin güzel Türkçesinden okuduğumuzda daha da olgunlaştık. 1947'liyim. '68 yıllarından başlayarak bizim kuşak, hepimiz kendi çapında birer Zeus idik; iyi ahlaklı, masum baş tanrılardık; dünya ülkelerinin bağımsızlığıyla, eğitimde eşitlikten, özgürlüklerden başka istekleri olmayan birer Zeus' Bugünün gençlerinin yeniden ülke sorunlarıyla ilgilenmeye başlamaları, üstümüzdeki buhurdanlıklardan yayılan öd ağacı kokusundan, üstümüzü örten ölü toprağından sıyrılacağımız umudunu, dahası muştusunu veriyor. Broch, Vergilius'un son on sekiz saatini anlatırken geçmişin sık dokulu örgüsü içinde çağının insanının tüm yönelişlerinin kaynağını nasıl belirlemişse; James Joyce da (1882-1941), Ulysses'inde orta sınıftan insanların 1904 yılının Haziranı'nın başında yaşadıkları 24 saati 844 sayfada zamansızlaşmış bir masala dönüştürür. Yazar bu romanında bilinç akımıyla savaşlar yüzyılının, sınıfların belirginleşmesinin modern zamanlarına koşarak yönelmenin öyküsünü dillendirir.

Vergilius'un 'Aeneis Destanı'da, Ulysses' romanı da Homeros'u yattığı yerde birkaç kez döndürmüş olmalı. Ne var ki, Sümerlerden, Eski Ahit'ten bu çağa süren anlatma tutkumuzun dayandığı kaynaklar, varoluş tarihimizin yüzlerce serüveninden anlama kavuşturulmuş yalnızca birkaçı değil midir? Her anakarada yaşanmışlıktan, oluşmuş kültürlerden kaynaklanan binlerce anlatım, yüzlerce inanç, yüz binlerce serüven var, ama bunların arasında evrenselliğe ulaşanlar elbette ki sayılı.

Modernin ötesine adım atamadığımız bugüne baktığımızda: Modern roman anlatımı değişime uğratılmıştır. Geçmişe ilişkin bilginin daha da derinleşmesinden midir, yoksa metalaştığı için bilgi de parçalara ayrıldığından mıdır, gittikçe daha kapsamlı genellemelerle birileri, yaşamakta olduğumuz anın her mikro milimetrik parçasını yakalamaktan başka uğraşımızın olamayacağına bizi inandırmaya çalışıyor; bu girişim, bilinçleri zaman kavramının gereksizliği anlayışına sürüklemekte. Ernst Fischer (1899-1972), yazın tarihinde ortaya çıkan iki olgudan söz eder: İlki 'Gerçekliğin parçalanması' (fragmentation); ikincisi ise, 'Gizemleme'dir (mystification). Parçalara ayırma gereğini duymak, bence Protogoras'ın (MÖ. 481-420) gerçekliğin göreceli olduğu düşüncesinde ilk dayanağını bulur. Sanatta da, gerçek parçalara ayrıldıktan sonra, başka bir biçim elde etmek için yeniden birleştirilecektir. Yazında, modernleşme geleneksel şiirin yıkımıyla başlar. Artık imge öne çıkarılmaktadır. 'Rimbaud'yu, Mayakovski'yi birer biçim yıkıcı olarak belirler' diyen Fischer, parçalama isteğinin nasıl bir saplantıya dönüştüğünü, Arthur Miller'ın Amerikan tiyatrosu için söylediği sözleri aktararak anlatır: ' 'Amerika'da bir gelişmenin sonuna geldiğimizi düşünüyorum çünkü her yıl durmadan kendimizi tekrar ediyoruz. Kimse de farkında değil bunun.' Bir 'görüş açısı daralmasından', 'kavramada gevşemeden', 'bütün dünyayı sahneye getirip, büyük oyun yazarlığının her zaman amaçladığı gibi, onu sarsıp, temeline oturtma gücünden yoksun oluş'tan söz ediyor Arthur Miller', diye durumu anlatır Fischer. Hollywood sinemasının bugünkü kısırdöngüsü içinde, anlatacak öyküsü kalmadığı halde durmadan çok sayıda filmi gösterime sokarak kekelemesi de bu yabancılaşmanın bir göstergesidir.

'Gizemleme' ise klasik dönemde biçimsel olarak 'mit'lere, 'efsane'lere başvurulmasıyla başlayan bir akımdır. 'Romantik sanat, burjuva toplumunun yavanlığına başkaldırırken 'salt tutkuyu', aşırı, özgün ve değişik olanı anlatmak için mit'lerden yararlanmayı seçti. Gerçekte geçerli olan bu yöntemin sakıncası(...) 'zamanla koşullu olanın yerine, 'değişmez'i öne çıkarmasıdır. (3)

Bu örneklerden sonra, 'Ali geldi', 'Veli gitti', diye kalem oynatmak yasaklandı mı? Hayır! Özgün düşünceyi, eleştirel yorumu sunmak için; sanatın bağımsızlığı, direnci (değillemeleri) adına, burada bir kez daha söylemeliyim: Sanat yaratımı hiçbir kalıba sokulamaz; bir denklem ya da formüle indirgenemez.. Ahmet Cemal'in ve örnek olduğu sanat insanlarının direnişlerini, seçimlerini kutsuyorum. Çağdaş yazını ve özgün yapıtlarını tanıdık; öykünmeciliğin, yanılsatmaya dayalı 'modacı', 'trendci' çıkarcılığın ve sorumsuz kolaycılığın maskelerini böylelikle düşürdük.

(1)- 'Vergilius'un Ölümü', Hermann Broch-Çev.: Ahmet Cemal-İthaki Y.- 2.Baskı-2012

(2)- 'Niteliksiz Adam-1-2' Robert Musil , YKY

(3)- 'Sanatın Gerekliliği' Ernst Fischer-Çev.: Cevat Çapan-Sözcükler Yayınları-2012.

Ahmet Cemal'in çevirdiği, M. Sperber'in 'Gerçekliğin Parçalanması'nı öğrencisi olduğu Adler'in anlayışını savunarak ruhbilimsel açıdan ele alırken Ernst Fischer, 'Sanatın Gerekliliği' başlıklı deneme kitabında 114-128 sayfada toplumsalcı bir yorumla, küresel aldatmacanın bir unsuru olarak gerçeklik duygusunun yok edilmesini anlatır.

(*) - İki okuma önerisi; a) 'Lanetlenmiş Ağustosböcekleri, Denemeler' Ahmet Cemal, 2012 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü, Can Yayınları. b) 'Görmezlikten Gelmenin Acınası Kültürü'-Ahmet Cemal- Cumhuriyet Gazetesi- 7/Aralık/2012
 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler