Bağdat Yasak Kent/1

İşgalinin yol açtığı insan kaybı 1 milyonu geçtiği için Irak'taki yetim, öksüz ve dul sayısı da çok fazla. Ülkede, maddi ya da manevi çok yarım, çok yaralanmış insan var. Bağdat, bu yüzden her kaybın arkasından dökülen gözyaşlarının sessiz eşlikçisi olan matemin başkenti gerçekten.

Yayınlanma: 02.03.2013 - 11:16
Abone Ol google-news

“Şam” derler, “siyaset ve hilafetin başşehridir, Bağdat ise hüznün ve matemin.” İnsanlık (aynı zamanda İslam) tarihinin en önemli şehirlerinden biri olan Bağdat’tayım birkaç gündür. Hüzün için de matem için de her şey mevcut bu kentte.

Bağdat’ı sık sık ziyarete gelen hayli çenebaz Ankaralı bir işadamının, çapkınlık maceralarını, hem de sayıları birden fazla kadını işin içine katıp ballandıra ballandıra anlatışına pek de inanmayan bir yol arkadaşımızın, “O kadar kadını Bağdat’ta nereden buluyorsun?” sorusuna verdiği yanıt şuydu: “Çok var burada. Hepsi dul.” Bunu hüzün için bir başlangıç cümlesi kabul edebilirsiniz.

Çok dul var tüm Irak’ta. Çok yetim, çok öksüz var. Çok kardeş, çok evlat kaybetmiş var bu kentte. ABD’nin Irak’ı işgalinin yol açtığı insan kaybı 1 milyonu geçiyor. Maddi ya da manevi çok yarım, çok yaralanmış insan da var. Bağdat, bu yüzden her kaybın arkasından dökülen gözyaşlarının sessiz eşlikçisi olan matemin başkenti gerçekten.

Cehennem kent

Oysa böyle başlamadı bu kentin macerası. Emevi halifesi El Mansur Şam’dan başka bir başkent kurmaya karar verdiğinde Mezopotamya’da İsa Nehri’nin Dicle’yle buluştuğu şimdiki yeri seçti. MS 762’de inşasına başlanan bu kentin yapımında 100 bin kişinin çalıştığı sanılıyor. Tüm bu emekçilerin her biri yeni kentin kurucusu oldular, ilk sakinleri oldukları gibi. Bağdat ismi Farsça “Allah Vergisi” anlamına gelen Bağ-Dade’den gelme ama Halife ona Barış Şehri anlamına gelen “Medinet üs-Selam” adını uygun görmüştü.
“Allah Vergisi” bu kentte bugün “barış”ın yerinde yeller esiyor oysa. ABD’nin ülkeden çekilip “güvenliği” bıraktığı Irak “ordu”su askerlerinin, Amerikan askerlerinin komik birer kopyası olduğu bu ülkenin başkenti Bağdat bir “cehennem” kent artık. Bunu “Bölgesel Güvenliğe Doğru” konulu uluslararası toplantı için bulunduğumuz bu güzel kentte içine tıkıldığım otelde daha iyi kavradım. Otelimizin de bulunduğu bölgede başbakanlık ile parlamento yan yana bıulunuyor. Bazı elçilikler de var. Tüm bunları da kapsayan koca bir alan “Yeşil Bölge” olarak adlandırılmış. “Bağdat”, bölgede oturan ve kendilerine özel bir kimlik kartı verilen sivillerin her gün neredeyse adım başı rastladıkları kontrol noktalarından geçerek evlerine gidebildikleri bu alan işte. “Bağdat” burası, burası Irak da aynı zamanda. Bu bölge “cumhuriyet”, “ülke”, “yönetim merkezi.” Tüm ülke bu kadar. Bölge dışında kalan tüm yerler ise artık Bağdat ya da Irak değil. Her gün bomba ya da silah seslerinin duyulduğu, Sünniler ile Şiilerin birbirlerine yaşamı cehenneme çevirdikleri toprak parçası. Bu “Yeşil Bölge” de yani “Bağdat’ta” ülke güvenliği konusunu tartışmak için tüm Arap dünyasından akademisyenler toplandı birkaç günlüğüne. Güvenlik nedeniyle burunlarını bile çıkaramadıkları “Bağdat”ta güvenliği tartıştılar. Fikirler havada uçuştu. O kadar çok güvenlik konuştular ki, konferans himayesinde düzenlenen eski Başbakan İbrahim Caferi’nin “hoş geldin” yemeğine, önde ve arkada eskort, yanlarda zırhlı araçlar eşliğinde gidebilmiş olmanın tuhaflığına kimse aldırmadı. Gidilen yer de yürüyerek tam tamına 10 dakikalık bir mesafe üstelik.


Iraklıların çoğu hasta

Can güvenliğinin olmadığı Suriye’de bu tür bir yeşil bölge yok oysa. Bağdat’tan bir hafta önce Şam’daydım. Beşşar Esad, iç savaş olan ülkede, bu savaşı özgürlükleri kısıtlamak için bahane olarak kullanmamış, anladığım bu. Irak’ı ABD ile birlikte işgal eden İngiltere’nin işgal dönemindeki Başbakanı Tony Blair’in, “On yıl öncesinden daha iyi bir Irak yok” demesine şaşırmamalı. Irak’ın her gün, her an patlamaların, intihar eylemlerinin gerçekleştirildiği bir ülke olduğuna inanmak için Blair’in bu sözleri sarf etmesine gerek yok. Dört günlük bir otel “esareti” herkesi ikna eder bu ülkenin, bu kentin bittiğine. Iraklının çoğu hasta. 1991-93 yılları arasında ülkeye uygulanan ambargo yüzünden tabii. Tayland’dan getirilip karneyle hâlâ dağıtılan palmiye yağı yüzünden. Sudan çok petrol çıkan ülkede, geçen kış soğuktan donacaklarmış meğer Iraklılar.

 

Irak’ı dümdüz ettiler

Irak bir milletler, mezhepler topluluğu. Saddam’ın ünlü Dışişleri Bakanı Tarık Aziz’in Hıristiyan olduğunu bilirdim de Mardin kökenli bir Nasturi olduğunu bilmezdim. Saddam döneminin en önemli yöneticilerinden Taha Cezravi’nin Cizreli bir Kürt olduğunu bilmediğim gibi. Saddam Hüseyin’in bir Siirt Arap’ı olduğunu öğrenmek de pek bir ilginç oldu. Bağdat’ta ufak tefek ama zararsız yaramazlık yapanlara “Sen Siirtli misin” derlermiş. Nedeni şu. Osmanlı’da sadece Siirtlilerden oluşan bir bölük varmış. Düzene, disipline gelmez bir bölük. Kızıp Irak’a sürmüşler. Saddam’ın ailesinin kökeni bu sürgünlere dayanıyor. Ben Suriye tarihini okuduğumda da çok şaşırmıştım. Emin Hafız hariç, hiçbir Suriye devlet başkanı Arap değildir örneğin. Kim ne derse desin Baas ideolojisi bu iki ülkede de etnik ayrımı kaldırmayı denemiş gerçekten de...

“Ebu Graib”i sordum haliyle. Bu uğursuz ölümevi, şu ünlü cezaevi tabii. 30 yılda tam 930 bin idam gerçekleştirilen bir mekânmış burası. Önde gelen Türkmenlerden biriyle sohbet ederken öğrendim. Türkmenler Saddam döneminde 1500 Türkmenin asıldığını hesaplamışlar. Saddam sonrası kayıtlar açıklandığında bu rakamın 16 bin olduğunu öğrenmişler. Şu meşhur yanlış hesap Bağdat’tan bunca yıl sonra da olsa dönebiliyormuş demek. Konferansın düzenleyicilerinden biri olan Türkmenlerden Fevzi Bey, “Saddam eşitlikçi biriydi” deyince şaşırdım. “Herkese eşit zulüm etti” demeseydi daha da uzun sürecekti şaşkınlığım. Şakaya gelir bir konu değil ama gerçekten de her etnik ya da mezhepten insan katletmiş Saddam. “Tikrit ziyaretleri ne oluyor peki” dedim, “Saddam düzen, dirlik demekti” dediler. İşgal kuvvetlerine gelince, şiir gibiydi yanıt: Onlar da dümdüz edenler.

SÜRECEK
 

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler