Kara Bulutları Dağıtmak İçin Hoşgörü Gerek

Dirençli ve yaratıcı bir gençlik meydanlarda bir ay önce hayal bile edemeyeceğimiz toplumsal eylemler yapıyor. Bunları göz ardı etmek, Hitler döneminin Völkischer Beobachter, Stalin’in Pravda yazarı gibi olmak demek.

Yayınlanma: 05.07.2013 - 06:10
Abone Ol google-news

Oysa toplumun bir %50’sini öbür %50’sinden haberdar etmek ve toplumun bütünlüğünü yitirmemesine yardım etmek bir yurttaşlık görevidir. Öte yandan bunlardan söz etmek toplumun geleceğini gölgeleyen ve ülkenin önüne engeller yığmayı sürdüren başka önemli konuları da unutturmamalı. Bunları anımsatmak istiyorum: a- Öğretimde din baskısı b- Alevi-Sünni karşıtlığı vurgusu c- Toplumun iki parça olarak gösterilmesi (Kürtlerle üç parça ) d- Avrupa Birliği’ni Türkiye ile konuşmaktan vazgeçiren baskılar. e- Basın-Yayın’ın varlık sorunları

Dini inanç İslam toplumunda eğitim ve ahlak öğesi olarak etkilidir. Fakat onu çağdaş öğretim programı içine sokmaya çalışmak ‘biz çağdaş dünyanın parçası olmayacağız’ anlamına gelir. Bilim ve teknolojinin gelişmesini engelleyerek öğretimin çağdaş içeriğini sakatlamak ya da etkisini azaltmak ülkenin geleceğini tehlikeye atar.

Kaldı ki gökdelenli, alışveriş merkezli, İngilizce öğretimli, televizyonlu ve telefonlu bir dünyada bu amaçları gerçekleştirmek olanaksızdır. Bu sadece kafa karışıklığı yaratır, yapılan her şeyin kalitesini düşürür. Genetik’i, mikrobiyoloji’yi çağdaş tıp öğretimini, iletişim teknolojisini bugün dayatılmaya çalışılan öğretim programına sokmaya kalkınca ‘altı kaval üstü şişhane’ öğretim olur. Örneğin 21. yüzyılın en önemli araştırma alanı olan beyin ve düşünce alanında, akli ve psikolojik bozuklukların mikrobiyolojisini ders programlarını liselerden gelen öğrencilere anlatmak deveye hendek atlatmaktan zor olur. Sinemayı, turizmi, uçak terminallerini, beş yıldızlı otelleri dini dünya görüşünün neresine yerleştireceksiniz?
Nasıl bir daha Viyana fethine çıkmak söz konusu değilse, medrese eğitim programı da müzeliktir. Toplum dini inancı güncel yaşamında korur ve sürdürür. Hatta çağı ile uyum içine sokar. Ama öğretim türlüsü yapılamaz. İslam dünyasının hali pürmelalini ekranlarda ve haberlerde izliyorsunuz.

ORTAÇAĞ GÖSTERİSİ

Alevi-Sünni ayrımcılığı ortaçağ gösterisidir. Kaynağı Arap ve İran kültürlerinin politik karakterli kavgadır. Oysa her iki mezhepte Kuran ve Peygamber aynı. Bu ikisi Müslüman’ı tanımlamak için yeterli değil mi? Böyle bir ayrımcılığın sonucu Irak ve Suriye’de gözümüzün önünde: Birbirini boğazlayan Müslümanlar.

Bu gelişmemiş davranışların arkasında Türk tarihini bilmemek yatıyor: Şii’lik Türklerin Müslüman olmasından 400 yüz yıl önce ortaya çıktı. Müslüman olan Türkler Müslümanlığı Sünni ve Şii ortamlarda öğrendiler. Şah İsmail’le Yavuz Selim arasındaki kavga politikti. Şah İsmail Türk’tü. Türkçe bir divanı vardı. Ordusu da Türk’tü. Yavuz Sultan Selim’in divanı Farsçadır. Ordusu da Hıristiyan devşirmesiydi.

Anadolu Türk’ünün Yavuz Selim dönemindeki trajedisi Türk göçer tarihinin doğal sonucudur. Osmanlı sultanlarının Sünni ulema tarafından kışkırtılan baskılarına karşın, Osmanlı Anadolu-Türk halkı Sünni tarikatlerin yanında Alevi tarikatlar içinde de dini eğitim aldı. Alevi’ler Türklüğü ve Türkçeyi temsil edenlerin başında gelir. Hıristiyanlarla, Yahudilerle, Hindularla, Budistlerle, Uzakdoğu inançlarıyla birlikte yaşadığımız, Hıristiyanların kurduğu Avrupa Birliği’ne girmek istediğimiz bir dünyada Alevi-Sünni karşıtlığı anlamsızdır. Türkiye’de Sinagog var, Cem Evi yasak? Yıl 2013. Washington’da bir caddede ondan fazla değişik kilise var. Ama herkes Amerikalı.

Toplumu tehlikeli bir geleceğe iten üçüncü olgu, onu oy yüzdesine göre sınıflandırmaktır. Bunun pratik sonucu 75 milyonluk bir ülkede 35 milyonluk düşman yaratmak olur. Yöneticilere 12 yüzyılda Sühreverdi’nin ‘Nehcü’s Süluk fi Siyaseti’l Müluk’ (Ülkelerin İdaresinde İzlenecek Yollar) kitabını okumalarını sağlık veririm (Türkçe çevirisi var). Toplumun cahilliğini bir kültürel ve politik yıkıntıya dönüştürmemeliyiz.

BU GENÇLER YÖNETECEK ÜLKEYİ

Çağdaş dünya öğretimi ile bir karşılaştırma zahmetine girmeden, çağdaşın cahili bir öğretim programı uygulayamayız. Çağdaş dünyayı yakalayacak bir öğretimin doğasını anlayamazsak on yıl sonraki yaşama uyum sağlayacak insan yetiştiremeyiz. Erasmus programı ile yurtdışına neden öğrenci gönderiyoruz? On binlerce öğrenci yurtdışında okuyor. Neredeyse milyonlarca öğrenci özel okullarda. Bunlar dünya ile kendilerini karşılaştırma yeteneğinden yoksun mu? Türkiye’yi on onbeş yıl sonra ağıza alınmaz sözler söyleyen cahiller değil, bu çocuklar yönetecek.

Milli Eğitimdeki kavramsal tutarsızlık, Osmanlı devletini çağından soyutlayan yetersizliğin devamıdır.

Öğretimi tarihimizi doğru değerlendirelim. Osmanlı döneminin tek öğretim kurumu medresedir. Ulema, Fatih’in Kanunnamesine göre, tümüyle devletin kontrolündedir. Bizde ulema, maaşını kollayan bir devlet memurudur. Montgomery Watt’ın belirttiği gibi, 1500-1900 arası İslam teolojisi ve felsefesinin çöktüğü dönemdir (Islamic Philosophy and Theology, Edinburg, 1972). Bu bizim medreselerinin kurulup çoğaldığı döneme rastlar. Bu medreselerde 16. yüzyıldan sonra Akli İlimler (Bilim ve Matematik) öğretim programından çıkarılmıştı. Bu medreselerde doğayı, fiziği, kimyayı biyolojiyi öğreten bir program olmadı.

HİÇ BİRİNDE OSMANLI ADI YOK

Osmanlı’da öğretim dinsel niteliğini 19. yüzyıla kadar korudu. Osmanlı’lar, Abbasi döneminde gelişen İslam Bilimsel Rönesansının izleyicisi de olmadılar. İslam Bilim ve Felsefe tarihinde ve İslam kültürü üzerindeki başlıca yayınların hiç birinde bir Osmanlı adı bulamazsınız. Batıdaki öğretim ve bilgi toplumunun oluşması ile karşılaştırılınca çok zavallı olan bu durum, Piri Reis, ya da Katip Çelebi gibi bir iki kişi ile doldurulacak bir boşluk değildir.

Tanzimat Döneminde Abdülmecit’in Fossati kardeşlere yaptırdığı ilk üniversite çalışamadı. 1870 de yeni bir binada açılıp bir iki yıl içinde tekrar kapandı. 1896 da yarım yamalak bir programla açıldı. Cumhuriyete de Darülfünun adı yadigâar olarak kaldı. Osmanlı Çağı, doğru dürüst bir orta öğretimi (Rüşdiye ve İdadi) yeterince geliştirmeden yaşamını tamamlamıştır. Bilimsel öğretim sadece askeri okullardaki eğitimdir. Osmanlı toplumunda okumuş oranı hiçbir zaman %10’u geçmemiş, ülkenin %90’ı köylü olan halkı 20. yüzyıla tümüyle eğitimsiz olarak gelmiştir.

Bu öğretim boşluğu, İmparatorluğun sonunu yeteri kadar açıklıkla anlatır. İkinci Dünya Savaşı sonunda dünyanın değiştiğinin farkına varmayanlar vardı. İmam hatip okulları çoğaldı. Bereket bu uygulama öğretimin yaygınlaşmasını engellemedi. Fakat öğretimin içeriği açısından etkili oldu.

AKLI HOR GÖREN TOPLUM

Bugün ortaöğretimden mezun olanlar üniversitelerin öğretim programlarını izlemekte zorluk çekiyorlar. Birkaç üniversitenin daha iyi kalitede olması, 170 üniversitelik sözde öğretimin kalitesini değiştirmiyor. Türkiye Araştırma-Geliştirmeye en az para ayıran ülkelerinden biri. Uluslararası istatistiklerde bu performansı izleyebilirsiniz. Türkiye’nin nereye sürüklediğini yeteri kadar konuşmuyoruz.

Sorunların temelinde, çağdaş dünya görgüsü az, kentleşememiş kitlelerin iktidarı seçmesi var. Jefferson’un öngördüğü gibi, cehalet üzerine demokrasi kurulamıyor. Çağdaş öğretim de kurulamıyor. Biz aklı hor gören bir toplumda yaşıyoruz.
Irak ve Suriye’de yaşananlar gözümüzün önünde. Alevi-Sünni ayırımı, halkı ‘benden ve benden değil’, diye ayırmak benim gibi Cumhuriyetle yaşıt olanların anlayacağı davranışlar değil! Sağduyu ve hoşgörü de gerek! Gençlerin barışçı protestoları, gelecek için bir garantiye dönüşebilir. Bu iktidar için de kurtarıcı olabilir.

Sayın Okuyucular, Bu düşüncelerle uyuduğum sıkıntılı gecede bir rüya gördüm. Rüyada çiçeklerle süslenmiş tomalar müzik çalarak kent caddelerinde dolaşıyorlardı. Maskesiz polisler halka karanfil dağıtıyorlardı. Böyle bir jest ‘DuranAdam’ kadar güçlü ve heyecan verici idi. Beni uyandırdı. Türkiye’de, en karşıt uçlar arasında da olsa, iç barışa ulaşma potansiyeli olduğuna hep birlikte inanmak ve bunu gerçekleştirmek gerek!


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler