Kadınım, bedenim benim!

Ne kadar güzel cümleler üretirseniz üretin, ne kadar güzel kafiyeler bulursanız bulun. Kadın bedenini onlar gibi anlatabilir misiniz? Bugün onların; 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Bir performans sanatçısı, bir şarkıcı, bir manken, bir set çalışanı ve bir sporcuya bedenleriyle ilişkilerini ve bedenleriyle hayatta varoluş hikâyelerini sorduk...

Yayınlanma: 08.03.2009 - 12:17
Abone Ol google-news

İnsan dünyayı bedeniyle anlar, yoklar, izler... Kadınsanız, daha doğar doğmaz belli anlamlara sıkıştırılır bedeniniz, dolayısıyla algınız da. Elinizi uzatacağınız sınırlar daha siz doğmadan çizilmiştir, gözünüzü her şeye dikemezsiniz... Eğer ayağınızı sistemin dışına atamadıysanız, -ki attıysanız bile elinizin gitmediği, dilinizin dönmediği şeyler kalır- dünyayı yarım algılamak, görmek zorundasınızdır. Dünyanın geri kalanı da, sizi sıkıştırıldığınız yer üzerinden anlar, çünkü öylesi işine gelir.

 

Bedenini özgürleştir, ruhunu da

Yaşamın kaynağı, sanat eseri, meta, estetik, göz doyurucu... Kadın bedeni izleniyor, arzulanıyor, üstüne anlaşmalar yapılıyor, metaya dönüştürülüyor, dolaştırılıyor, tabulara sıkıştırılıyor... Bize de, tam anlayamadığımız ve anlatamadığımız bedenlerimizle yaşamak kalıyor. O yüzden de hâlâ bedenimizi keşfetmekten korkuyoruz. Çünkü keşfetmek, çemberden dışarı adım atmayı gerektiriyor. Buna değer, çünkü Isadora Duncan’ın dediği gibi, “Bedenimiz özgürleşmeden, zihnimizi özgürleştiremeyiz”. Siz yine de kadın ya da erkek fark etmez, bir düşünün, bedeniniz sizin için ne ifade ediyor? En basit ihtiyacınızdan, en derin ruh yansımalarınıza kadar sizin ihtiyacınızı o karşılamıyor mu? Toplumsal baskılar, onunla aranızdaki ilişkiyi nasıl etkiliyor? Meslek hayatlarında bedenleriyle var olan beş kadının hikâyesi, kendi bedenlerini tanıma halleri bu sorulara bir cevap olabilir. Şükran Moral sanatını bedeniyle anlatıyor. O bir performans sanatçısı. Üstelik de kadınlık halleri, toplumun kadınlar üzerindeki baskıları, kadına yönelik tabular üzerine işler üretiyor. Kimi zaman bir genelev oluyor sanat mekânı, kimi zaman bir çarmıh ya da erkekler hamamı. Düşüncelerini bedeniyle aktarırken, izleyeni de düşündürtüyor, hatta eleştiriyor. “Performans yaparkenki tavrım beni izleyene karşı eleştirel bir bakış, ben de onları eleştiriyorum” diyor, “Röntgenci bakışın karşısına eleştirici bakış... Mesela, jinekoloji yatağında vajinama bakan sanat seyircisini eleştiren bir vajina koyuyorum. Gerek genelevde, gerek hamamda performans yaparken zor anlar yaşadım, bunları yapabilmek için cesaretin yanı sıra, özgür ruh da gerekir. O nedenle herhalde yeterince özgür ruhluyum diye düşünüyorum.” Gözlerin hep üzerinde olmasını amaçlıyor, ama bedenini bu kadar ortaya koymaktan rahatsız olduğu, kendini sakınma ihtiyacı duyduğu zamanlar da olmuyor değil, çünkü o da “bedenini istediğince sergilemenin” yasak olduğu bir çevrede yetişmiş, iplerini inceltmiş, ama koparamamış. Yine de işine duyduğu tutku öyle büyük ki, sınırları zorlamaktan geri durmuyor. Sadece önyargıları değil, bedeninin sınırlarını da zorluyor. “Bedenimin sınırları kişiliğimin de bir parçası, yani kültürel yapılanmamla eşdeğerde. Bir performansımda sesim kötü olsa da türkü söylüyorum, bu bir zorlama. 2003 ve 2007’de gerçekleştirdiğim ‘Zina’ performansımda az kalsın boğuluyordum. Boynuma dek beni toprağa gömdüler, kan dolaşımım sıfıra indi. Yine de bedenden önce ben zihnimi zorluyorum.”. Bu kadar bedeniyle uğraştığı için zaman zaman ona yabancılaştığı da oluyor. Öyle ki aynanın karşısına geçip, “Tanrım bu da kim, dediğim çok oldu, ama özgüvenim yüksek olduğundan sınıfı hep geçtim.

Yine de bedenle iyi ilişki kurmak gerekiyor, ama ben henüz buna ulaşamadım, sürekli diyet yapmayı düşünüyorum, spor yapmaya çalışıyorum, ama yeterli değil. "Bir kadın olarak bedeninin farkına ilk defaregl olduğunda varmış, “Çünkü” diyor, “her şey değişmişti. ‘Sen artık büyüdün, sokakta oynayamazsın’ dedikleri zaman, memelerim büyümesin diye dua ederdim, nefret ettim değişen bedenimden. Çünkü sinemaya bile gidemezdim, bir erkekle yan yana duramaz konuşamazdım, yoksa dayak yerdim." Bunları Türkiye’de yaşamış olsa da, kadının hiçbir yerde özgür olamadığının farkında, “Ortaçağ kafası kadına çarşaf giydirerek, onun varlığını yok etmek istiyor, ama Batı da bedeni konusunda kadınları sadece obje gibi görerek onun kişiliğini yok ediyor. Tercih yapmıyorum, iki yol da çok kötü.”



Kendimle Barışığım

Bedeniyle kurduğu ilişki için Tülin Şahin’in tek kelimesi var: Barışık. Sadece şimdi değil, hayatının her döneminde bu ilkeyle yaklaştığını söylüyor bedenine. “Hayatımın bir döneminde” diyor, “oldukça kilolu günler geçirdim, ama o zaman bile bedenimle kavga etmedim, psikolojik sorunlar yaşamadım.”

Bu barışıklıkta her dönem düzenli spor yapışının, sağlıklı beslenmesinin payı büyük. Bunları yapmanızda “mevcut güzellik” kriterlerine uyma baskısı yok mu diye soruyoruz. Ona bunu yaptıranın “formda kalmak için sağlıklı beslenmenin ve spor yapmanın önemine inancı” olduğunu söylüyor. Zaten dünyada moda olan birçok güzellik kriterini de doğru bulmuyor, “Bedenin zayıf olmasından ziyade güçlü ve sağlıklı olmasından yanayım. Bu yüzden hiçbir zaman zayıflık takıntılarım olmamıştır” diyor. Oysa zayıflığın güzellik kriterleri arasında yer aldığı bir mesleği yapıyor. Yine de bu bedeniyle ilişkisinde ona zıtlıklar yaşatmıyor. Mesleğini yaparken ne bakışlardan rahatsız oluyor ne de bedenini sakındığı... Hâkim anlayışın pazarlanacak her şeyin yanına “güzel bir kadın” diktiği, bedenleri “meta”laştırdığı bir gerçek. Yine de kendini bir meta gibi hissettiği hiç olmamış Şahin’in. “Ancak” diyor, “şunu da söylemek gerekir ki, yaptığımız iş aslında canlı bir askı olabilmek. Ancak son yıllarda modellikle birlikte moda ve kadın konusunda birçok projeler üretiyorum ve çalışıyorum. Ne kadar modeller bedenleri ile iş yapıyor olsalar da, bence istek, ruh, disiplin, birikim olmadan hiçbir meslekte başarılı olunamaz”. Bedenini ne kadar özgürce mi kullanabiliyor? “Ben Danimarka doğumluyum ve eğitimimi orada aldım. Bence kadınlar sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada bedenlerini özgürce yaşayamıyor ve düşüncelerini sansürsüz söyleyemiyorlar.”

Aşkın Nur Yengi’nin mesleği de Tülin Şahin’inki gibi kendisine bakan gözlere alışık. Ona göre, bedenini sahnede göstermek, müzisyenliğin farklı bir rengini daha ortaya koyuyor. Orada yaşadığı, bedeninin bir gösteri aracına dönüşmesinden fazlası; “Bedenim, sesim, ışıklar ve sahne hepsi şarkının bütünü. Dolayısıyla bedenimi bu bütünlükten ayrıştıramam” diyor. Yine de sahnede, tarlada ya da fabrikada, bu ülkede kadın olmak zor, kabul ediyor, “Aslında” diyor, “hepimiz aynı kaderi paylaşıyoruz. Duygu her yerde duygudur. Acımızı da evde bırakıp gidiyoruz, mutluluklarımızı da çantamıza koyup götürüyoruz. Kadın olmak işte böyle bir şey. Hepimizin anne  olduğunu düşünürsek her yönüyle zor bir meslek icra ediyoruz. Benzer yorgunluk ve hikâyeler ile bir enstrümanın teli üzerinde gidip geliyoruz. İyi ki kadın doğmuşum! Hayatın tüm gelgitlerini doya doya yaşıyorum.”
 

Bedenim ruhumu yansıtıyor

Semra Demir, 26 yaşında bir set çalışanı. Ona göre, beden ruhu da yansıtıyor, “Giydiği kıyafetten, saçını yapma şekline kadar, herkesin dışı içini yansıtır” diyor. O kendi
bedeninin farkına ilk kez genç kız olmaya başladığında varmış. Ne mi olmuş? “Kendine daha çok özenmeye başlıyorsun. İnsanlara kendini beğendirmek istiyorsun. Ancak bu daha çok ergenlik döneminde oluyor. Geçince bu sefer içsel olarak beğendirmenin daha önemli olduğunu fark ediyorsun. On yedi yaşındaki gibi süslenmiyorsun”.

İş hayatı da insan karakterinde büyük rol oynuyor. Çok uzun saatler çalışıyor, kimi zaman 20, kimi zaman 24 saat. Doğal olarak hem kafasının hem de bedeninin çok yorulmasından şikâyetçi. Şimdiden meslek hastalıkları başlamış bile, kılcal damar çatlaması, varis, arpacıklar... Bunları dert etmiyor değil, “Kadın olduğum için kaygım daha çok estetik açıdan. Erken yaşlanmak istemiyorum” diyor, “Ama yaşlandığımı hissediyorum. Bir on sene bu işte çalışsam... Bir kadın hiçbir zaman çirkinleşmek istemez. Sette çalışırken zaten pissin, pasaklısın. Çirkin görünüyorum diye düşünüyorsun. İçten içe hissiyatın değişiyor. Sete giderken kadınsal kimliğini unutuyorsun”.

Onun kadınlığını yaşamasını kısıtlayan tek şey, işi de değil. “Türkiye’de dekolte giydiğin zaman direkt teşhirci oluyorsun” diyor, “O yüzden kendini istediğin gibi yansıtamıyor,
kısıtlanıyorsun. Bir kere kadın olmayı kabul ettiysen, bunları da ister istemez kabul ediyorsun. Yani üstüne gideyim, açık giyineyim diye bir şey yok. Olur da gidersen, bu sefer de izlenme psikolojisine giriyorsun. O yüzden daha mütevazı giyiniyorum”.

 

Kendimi kısıtlamıyorum

Galatasaray taraftarları içinde Işıl Alben ismine aşina olanların sayısı bir hayli fazla. Kendisi sarı-kırmızılıların kadın basketbol takımında forma giyiyor. Kadın basketbolu, dünyanın geri kalanında olduğu gibi, Türkiye’de de erkek takım sporları kadar popüler değil, ancak Alben bu anlamda tam bir istisna. Çünkü Galatasaray’da son yıllarda futbolcular kadar popüler olan ve sevilen yegâne sporcu. Bunda dış görünüşünün etkisi ne kadar bilinmez, ama herkes Alben’in güzel ve sempatik olduğunda hemfikir. O, taraftarın kendisini basketboluna ve Galatasaraylılığına inandıkları için sevdiklerini söylüyor. Sahada olmanın tehlikelerini de yaşıyor. Fenerbahçe- Galatasaray maçında rakip taraftarlarca atılan yabancı maddelerden biri başına isabet etti. Ancak Alben bunu unutmuş görünüyor, hatta kanıksamış, “Olur öyle şeyler” diyor. İlginç belki ama Alben konuştuklarımız arasında fiziksel şiddetle karşı karşıya kalmaya en yakın kişiydi, ama onun derdi daha çok küfürle. Birçok başarılı sporcu gibi Alben de küçük yaşlardan beri sporla iç içe. İki üç senedir yoğunlaşan maç programı nedeniyle bedenini daha da zorluyor. Yine de her şeye rağmen kendine kısıtlama getirmediğini söylüyor.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler