Devletçilik...

Yayınlanma: 11.03.2009 - 06:52
Abone Ol google-news

Atatürkçü devletçilik ilkesi çağdışı değildir. Nasıl ki katı bir devletçilik anlayışı ile bir yere varamazsak, gözü kara, aşırı bir özel girişim anlayışı ile de bir yere varamayız.

Kapitalist sistemin yarattığı ekonomik ve mali krizin tüm dünyaya yayılması sonucu, bu krizi çözmek için devletin ekonomiye müdahale gerekliliği en çok gündemde olan konulardan biridir. Aslında devletin ekonomiye müdahale ederek kapitalist sistemin yeniden işlerliğe kavuşması istenmektedir. Yoksa bu müdahalenin amacı, tüm gerekleriyle “sosyal devleti” kurmak ve yaşatmak değildir. Örneğin, 2. Dünya Savaşı sonrası Keynes ve günümüzün Nobel ödüllü ekonomisti Paul Krugman, kapitalist sistemde köktenci bir değişim yaratmak amacında değillerdir. Krugman, yıllardır “Güdülen ekonomi politika yanlıştır, bu böyle süremez; ergeç yeni bir New Deal dönemine dönmemiz gerekecektir” diyerek Roosevelt döneminde kapitalist sistemi buhrandan kurtarmak ve bu sistemin daha sağlıklı bir işlerliğe kavuşması için bir ölçüde devlet müdahalesinin uygulandığı döneme işaret etmektedir.

Özellikle 1980’lerden bu yana Batı düşünürlerinin önemlice bir kesimi, küreselleşme siyasaları sonucu geniş halk kitlelerinin fakirleştiğine ve toplumsal dengelerin altüst olduğuna işaret etmektedir. Örneğin ünlü Amerikalı siyaset bilimci Theodore J. Lowi, demokrasinin ekonomi kuramı açısından tanımlanmasının, “serbest pazar” anlayışının tek başına her amacı gerçekleştirebilir değerlendirmesine yol açtığına işaret etmekte ve demokrasinin bu “ekonomik” değerlendirmesinin bilimsel ekonomi olmadığını vurgulamaktadır. Lowi’ye göre bu bir “ideolojidir” ve aynı zamanda iyi bir ideoloji de değildir, çünkü serbest pazar, bu pazara giren herkesi “özgür” yapmamaktadır.

Yine Lowi’ye göre 1980’den bu yana iftiralarla devleti küçümseyen ve onu, tabii bu arada “politikayı” da dünyada “mantıksızlığın” kaynağı olarak gören tehlikeli anlayış yayılmaktadır. “İktisat” yalnızca ekonomik düşünce sistemini değil, sosyal ve siyasal teori’yi de içine alarak “ideolojik” bir içeriğe kavuşmuştur. Ve tüm bu gelişmeler göstermektedir ki “iktisat”, “ekonomi” diye bir şey yoktur. Ortada olan “politik ekonomi”dir. Ve politik ekonomi beraberinde 3 konuda önemli sorun getirmektedir: Bunlardan biri “yurttaşlık” konusudur. Aşırı bireyci, aşırı rekabetçi bir “pazar” iyi yurttaşlık olgusunu geçersiz kılmaktadır. İkincisi ise “ekonomik değer”, “ekonomik zenginlik” konusudur. Rekabet zenginlik doğuruyor deniyor. Ancak zenginlik fakirlik doğurmaktadır. Çünkü küreselleşme siyasaları ile elde edilen zenginlik, bu siyasalara koşut benimsenen sosyo-politik anlayış nedeniyle halka dağıtılmamaktadır. Bu siyasalardan insanlığın büyük çoğunluğu zarar görmektedir. Üçüncü şık ise küreselleşme nedeniyle güdülen siyasalar, kısa sürede çok para kazanma hırsı, özellikle gelişmekte olan ülkelerin “çevresine” onarılmaz zararlar vermektedir.

Atatürk Türkiye’sinde Devletçilik (1)

Kapitalist sistemin karşılaştığı açmazlar nedeniyle gelişmiş Batı dünyasından tüm dünyaya yayılan ekonomik kriz, özellikle Türk düşünürünü devletçilik konusunu yeniden incelemeye itmiştir. Aslında devletçilik ilkesi hiç unutulmamalıydı. Atatürk ilkeleri bir bütündür. Bu ilkeler birbirini tamamlamakta, her biri öbürleriyle anlam kazanmakta ve güçlenmektedir. Atatürkçülük 6 ilkesi içinde vardır. Devletçiliği ya da bir başka ilkeyi geçici görmek, yok saymak, Atatürk ilkelerini yadsımak ve bütünsellik içindeki bir düşünce sistemini yozlaştırmaktır.

Devletçilik ekonomik büyümeye, emeğe, dağılıma, insan öğesine bir bakış, bir anlayış biçimidir. Devletçilik ulusal ekonomiyi kurmak ve bu ekonomiyi halk yararına, ulus yararına, ulusal devlet yararına yönlendirme girişimidir. Bu nedenlerle, içerik ve amaç olarak Keynes ve Krugman’ın görüşlerinden farklıdır:

Uzun bir kapitülasyon döneminden, bu dönemin ülkeyi her şeyi ile sömüren, tüm varlığını, yeraltı, yerüstü kaynaklarını dışa akıtan uygulamasından sonra yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti için ulusal bir ekonomiye yönelmek kaçınılmaz, onurlu yaşamanın ön koşulu sayılmıştır. Devletçilik ulusal bir ekonomiyi kurmanın ve bu ekonomiyi güçlendirmenin ilkesidir. Devletçilik, Atatürkçülüğün devlet, ülke olanaklarının kullanımında, işletilmesinde, kalkınmada, çağdaşlaşmada devletin ekonomik işlevine yön veren ilkedir. Ulusun, devletin olanaklarını, ülkenin varlıklarını ulus yararına, halk yararına kullanmak, kalkınmayı gerçekleştirmek, ulusu tüm bireyleriyle mutlu kılmak, ülkeyi bayındırlaştırmak, gönendirmek devletin birincil görevidir. Ülke içinde olduğu gibi ülke dışında da yabancı devletlere karşı ulusu bağımsız, güçlü, çağdaş kılmak; ezilmekten, sömürülmekten, bağımlılıktan kurtarmak devletin birincil yükümlülüğüdür.

Özel girişim

Özel girişime, 1923-1930 yıllarında atılım yapması için olanaklar tanınmıştır. Ancak özel girişim, kalkınmada güçlü ve yeterli bir etken olabilecek durumda değildi. Özel anamal kıtlığı, teknik bilgi noksanlığı ve deneyimli Türk işadamlarının bulunmaması gibi nedenlerle özel girişim, o yıllarda bir güç oluşturamamıştır. Devletin ekonomide etkinliği Cumhuriyetin başından beri var olan bir gerçekti, fakat devletçilik resmi bir siyasa olarak 1931’de benimsenmiştir. Devletçilik, salt kapitalist ve salt Marksist modeller dışında bir ekonomik kalkınma yöntemi aramanın ve bunun gereğine inanmanın ürünüdür. 1929 yılından başlayarak bir yandan anamalcı dünyanın en derin bunalımlarından birini yaşaması, öte yandan Sovyet modelinin ulusallığı yadsıması, aşırı yeğinlik yöntemine başvurması Türkiye’yi, bu dönemde devletçilik ilkesi yoluyla kendi ulusal ekonomik kalkınma modelini oluşturma çabasına itmiştir. Çağdaş Türk sanayiinin kurulması bu dönemde başlamıştır. Atatürk, kuram olarak ve uygulamada “sosyal devlet” kavramını içeren ulusal ekonomik kalkınma modeli oluşturmaya ve bunu devletçi bir siyasa ile uygulamaya çalışmıştır.

Atatürk devrim modelinde köklü ekonomik değişmeleri sağlama konusunda aşamalı bir yöntem kullanılmıştır. Devletçilik ilkesi böyle aşamalı bir değişimin ilkesi olmuştur. İlk beş yıllık plan da bu doğrultuda bir uygulamadır. Çok geniş kapsamlı, olağanüstü çabuk ve köklü sosyal, ekonomik değişmeler, totaliter bir yönteme özgü olan yıldırı ve yeğinliği gerektirir. Atatürk ve kadrosu böyle bir yöntemi yeğlememişler, kalkınmanın bedeli üzerinde de durmuşlardır.

1929’daki dünya ekonomik bunalımının Türkiye’yi etkilemesi sonucu 1932’de devletin ekonomik alana, kalkınma çabasına kesin olarak katılma zorunluğu duyulmuş ve hazırlanan beş yıllık plan 1933 yılında uygulamaya konulmuştur. Türkiye’nin ilk büyük sanayi yatırımları bu ilk beş yıllık plan döneminde yapılmış, bunlardan verimli sonuçlar alınmıştır. Atatürk Devrimi’nin halkçı, toplumcu, devrimci içeriği devletçi bir ekonominin geliştirilmesine uygun düşmüştür.

Devletçilik ilkesi özel girişimciliği reddetmez. İyelik hakkına saygılıdır, fakat iyelik hakkının toplumun, ulusun yararlarına aykırı biçimde kullanılmasına da izin vermez.

Sanayileşme

Atatürk Türkiye’si özde kendi çabasına dayanarak sağlıklı, olumlu bir sanayileşme siyasası gütmüştür. Genel olarak çok geri bir ekonomik yapıya sahip ve iç anamal birikiminin çok zayıf olduğu bir ülkede, üstelik dünya ekonomik bunalımı nedeniyle dünya ekonomisinin de en olumsuz geliştiği bir ortamda, Atatürk Türkiyesi, hiçbir anlamlı dış yardım ve iç borçlanmaya başvurmadan, sağlıklı bir sanayileşme siyasası güdebilmiştir. Sanayileşme siyasasının sağlıklı olarak nitelendirilebilmesinin başlıca nedeni, gerek ağır, gerekse tüketim maddeleri sanayileri yatırımlarına, üstelik o zamana göre, çağdaş teknoloji ile başlanabilmesidir. Öte yandan, söz konusu sanayileşmede gerek enerji kaynakları, gerekse diğer hammaddeler açısından öz kaynaklara dayanılması, bağımsız ekonomik gelişmeyi pekiştirici nitelikte olmuştur. Eğer söz konusu sanayileşme stratejisi daha sonraki yıllarda da sürdürülebilseydi durumun bugünkünden çok farklı olacağı rahatlıkla söylenebilir.

Atatürkçü devletçilik ilkesi çağdışı değildir. Nasıl ki katı bir devletçilik anlayışı ile bir yere varamazsak, gözü kara, aşırı bir özel girişim anlayışı ile de bir yere varamayız; sağlıklı bir toplum olamayız. Aşırı bireyselciliği ilke edinmiş, sosyal adalet anlayışından yoksun, teknolojiyi yakalamış, gelişmiş ama yurttaşlarının bir kesiminin karton kutular içinde yaşamasına duyarsız, bu duruma çözüm üretemeyen, üretmek istemeyen “güçlü”nün her şeye hakkı olduğuna inanan özel girişim anlayışı da çağdışıdır, insancıl değildir. Nitekim, bugünlerde dünyada yaşanan ekonomik ve mali kriz, gelişmiş ülkelerce sürdürülmüş olan ekonomi-politikaların doğru olmadığının, insancıl olmadığının yeni bir kanıtıdır.

Devletçilik anlayışı, kalkınmada, sanayinin kurulup geliştirilmesinde karma ekonomiyi destekler ve sosyal adaletin gerçekleşmesinde, sosyal güvenliğin sağlanmasında karma ekonominin başarılı olacağına inanır. Özel girişimin kalkınmada önemli bir işlevi vardır. Ancak devletin kalkınmada, özellikle eğitim, sağlık ve savunma alanlarında birincil görevi vardır.

Sonuç

Dünyanın karşılaştığı ekonomik krizin tüm gelişmiş ülkeleri “devletçi” bir çözüme ittiği gerçeği karşısında, devletçi ekonomi-politikaların ne denli önemli olduğu bir kez daha vurgulanmaktadır. Ancak bu ülkeler devletçi politikalarını, en azından şu aşamada, kapitalist sistemi kurtarmak için kullanmaktadırlar.

Oysa, Atatürk Türkiyesi ekonomisini kurmak, halkın gönencini sağlamak, ülkenin, bağımsızlığını ve onurunu korumak için devletçi bir ekonomi-politika yürütmüştür. Ülkemizin esenliği için devletin kalkınma-çağdaşlaşma sürecinde devletçilik ilkesinin önemi yadsınamaz. Unutmamak gerekir ki, devletçilik “kamu yararını” ön plana aldığından “Cumhuriyetçi” bir ilkedir.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler