Gökçeada sizi çağırıyor

Türkiye’nin en büyük adası Gökçeada sizi çağırıyor. Güneşi batırmak ve ardından gökyüzünde örtü olan yıldızların seyrine dalmak. Ya da tarihin tanıklarıyla dostluklar kurarak, taş evleriyle kaplı köylerini adımlamak. Serin sularında yüzmek, rüzgar sörfü yapmak ya da balığa çıkmak. Hepsi ve daha nicesi Gökçeada’nın sunduğu olanaklar arasında.

Yayınlanma: 14.08.2008 - 06:44
Abone Ol google-news

“Şiddetli fırtına nedeniyle Çanakkale-Gökçeada feribot seferleri yapılamamaktadır.” Eğer geçmiş zamanlarda TRT radyosuyla ilgisi olanlardansanız, pek de yabancısı olmadığınız bir vurgudur bu.

TRT’nin radyo haberlerinde özellikle kış aylarında dile gelen bir söylem olmuştur, şiddetli fırtına nedeniyle Gökçeada’yla ulaşımın kesildiği bilgisi.

Ayrı bir yere koyarsınız hemen sözü edilen yeri. Bağlantısı kesilmiş sayarsınız. “Orada yaşayanlar ne yapar şimdi?” dersiniz. “Ya fırtına günlerce kesilmez de, hiç giden, gelen olmaz ise” diye söylenirsiniz.

Ada yaşamı gözünüzün önüne gelir. Yaşam merkezlerinin uzağında akan hayatlar gelir usunuza. Özenirsiniz belki de bir parça. Sıkıldıysanız olan bitenden, “sessiz, sakin bir yer liman arıyorum” diyenlerdenseniz, merak hissi baskın olur. “Ne yapar bu Gökçeadalılar?” demekten kendinizi alamazsınız.

Şayet niyetlenir de yola koyulursanız Gökçeada’ya doğru, TRT radyosunun haberi yankılanır kulağınızda. “Acaba” dersiniz, “acaba bu sefer de fırtına çıkacak ve vapur seferleri iptal olacak mı? Kalabilecek miyim, adı konulmuş dönüş yolculuğunu yok sayarak?”

Böyle diyenlerdenseniz, o halde Türkiye’nin en batı ucunda, güneşi batırmaya ne dersiniz? Güneşin, denizin ufuk çizgisiyle buluştuğu noktada usul usul gözden kayboluşuna tanıklık etmek. Göğün ve denizin olabildiğince mavi halinin turuncuya çalan durumuna şahit olmak. “Geçen gün, ömürden” diyerek batmakta olana takılıp kalmak...

Gökçeada’nın size sunacağı olanaklardan sadece birisidir, giden bir güne Türkiye topraklarından el sallayan kişiler arasında olduğunu bilmek.

Türkiye’nin en büyük adası Gökçeada sizi çağırıyor. Güneşi batırmaya, ardından gökyüzünde örtü olan yıldızların seyrine, açık denizde dalmak. Kendini rüzgarın koynuna bırakmak, tarihin tanıklarıyla dostluklar kurmak. Taş evleriyle kaplı köylerini adımlamak. Zeytini, üzümü ve daha pek çok organik tarım ürünleriyle zenginleşen sofralarına oturmak. Ve de serin sularında yüzmek, rüzgar sörfü yapmak ya da balığa çıkmak. Hepsi ve daha nicesi Gökçeada’nın sunduğu olanaklar arasında.

Antik dönemlerden günümüze

Ada binlerce yıl öncesinin kültürleriyle harmanlanmış bir coğrafya. Antik dönemlerden kalma yapılar toprak altında, gün yüzüne çıkarılacağı günü bekliyor. Şöyle bir gözlerini yumuyor insan. Antik dönemler ve ada yaşamı. Teknoloji bugünkü kadar gelişmiş değil. Ulaşım zor, engellerle dolu ve bir adaya kümelenmiş insanlar. Merak hissi daha da baskın hale geliyor. Nasıl diyorsunuz, yaşam nasıl akıyordu? Ama biliyorsunuz ki, Gökçeada, Ege Denizi’nde birinci, dünya genelinde su kaynağı en bol olan dördüncü sıradaki ada. Yaşamın en temel kaynağının küçük bir adada fazlasıyla olması, yaşamın binlerce yıldan bu yana aktığına en güzel işaret.

Adanın giriş kapısı

Adanın giriş kapısı Kuzu Limanı diye adlandırılan bölge. Gelibolu Yarımadası’yla karşı karşıya olan Kuzu Limanı, Gökçeada’yı anakaraya bağlayan gemilerin yanaştığı iskelenin bulunduğu alan. Adaya gelenler ilk adımları burada atıyorlar. Bunun yanı sıra az sayıdaki konut ve plajı da Kuzu Limanı’nı ayrı kılan özelliklerden birisi. Yaz aylarında burası plaj voleyboluna mekan oluyor. Ama hepsinden önemlisi, üzerinde bulunduğunuz geminin iskeleye yanaşmasına kısa bir süre kala, Gökçeada tüm heybetiyle karşınızda duruyor ve adaya büyük bir heyecanla adımlar atılıyor.

Güneşin batışı

Gökçeda, Türkiye üzerinde güneşin battığı en son nokta olarak biliniyor. Türkiye’nin en batı ucu olan adada, güneşin batışını seyre dalmak ayrı bir keyif. Denizin ufuk çizgisiyle birleştiği noktada, güneşin kavuşma anı oluşan renk tayfını görmek için bile adanın yolu tutulmalı. Denizin mavisi bir yanda, gökyüzünün maviden turuncuya çalan hali öte yanda. Uzansan tutacak kadar yakın görünen güneş, istenmiyor ki alandan ayrılsın, “ama olsun yarın yine sahne alacak nasıl olsa” diyerek günün son bakışı konduruluyor üzerine. Kimisi sevgilisinin omuzunda, bazısı bir başına, çoğunluk gruplar halinde seyre dalıyor güneşin batışını. Tüm bu seyir hali adanın en güzel ve etkili Kaleköy denilen mevkide gerçekleştiriliyor. Cenevizliler döneminden kalma İskiter Kalesi’nin kalıntılarının da yer aldığı alanda, adanın kuzey yönüne denk gelen Kaleköy, yamaçları gün batımı anında bir tiyatroya dönüşüyor sanki. Pek çok insan yamaçlardaki yerini alıyor ve günün ilk yarısının “perde” dediği ana tanıklık ediyor. Bu alan akşam üzeri sürekli kalabalık ancak yoğunluk saat 20.00 gibi artıyor, çünkü az sonra güneş ufuk çizgisinde kavuşacak. Görülmeye değer bir telaş yaşanıyor bu saatte. Adanın misafirleri tüm programlarını gün batımını Kaleköy’den izlemeyi hesaba katarak yapıyorlar.

Kaleköy mevkii sadece gün batımını izleme adına adımlanan bir mekan değil. Buradan Çınarlı Ovası da kuşbakışı izlenebiliyor.

Bu anlattıklarımız Yukarı Kaleköy’e dair. Bir de Aşağı Kaleköy var ki, burası ada akşamlarının en hareketli yaşandığı mekan. Balıkçı lokantaları, yanı sıra çay bahçeleri, hediyelik eşya satanların varlığı, gençlerin küme küme dolaşmaları, sabahı bekleyen balıkçı teknelerinin yan yana dizili halleri Aşağı Kaleköy’ün özelliği.

Gökçeada’nın balkonu

Gökçeada’dan seyre dalma diyorsak, bu eylemin en etkin karşılığını bulduğu yerlerden birisi de Bademli Köyü’dür şüphesiz. Adanın balkonu diye nitelendirilen Bademli Köyü, çevreye hakim bir tepe üzerinde kurulu duruyor. Gün batımı buradan da kusursuz güzellikte izlenebiliyor. Kaleköy’den bir farkı, güneş batarken gözünüzün önüne adanın belli bir parçasını da katabiliyorsunuz. Adanın genelinde yaygın olan taş ev geleneği Bademli Köyü’nde de, etkin biçimde gözleniyor. Kış aylarında üç, beş hanenin yaşadığı Bademli de, yaz aylarında daha bir yoğunluk gözlense de, diğer turistik köylere göre daha sakin olduğu söylenmeli. Köyün yıkılan ve kaderine terk edilen okulu geçtiğimiz yıllarda onarıldı ve şu an otel olarak hizmet veriyor. Ada genelinde sayıları dört olan asırlık çınar ağaçlarının biri burada. Eski çamaşırhanenin önünde duran ağaç, o denli büyük ki, gövdesine bir küme insan dolansa anca el ele tutuşma halini alırlar. Adanın baş karakterlerinden olan rüzgarı siz bir de bu çınar ağacının altında yaşayın. Çınarın dalları ve yaprakları bu rüzgarlı hava sırasında dev bir orkestranın enstrümanlarına dönüşüyorlar. Zaten adadasınız, yalnızlık ve kopukluk hissi baskın, bir de çınarın kendini rüzgara bıraktığında ortaya çıkan olağanüstü etkileyici sesini duyuyorsunuz, neler neler kabarır artık içinizde, siz karar verin.

650 yıllık çınar

Adanın bir diğer büyük çınar ağacı da, Zeytinli Köyü’nün az ilerisinde yer alan tepenin üzerinde konuşlananı. Buradaki ağacın yaşı tam 650. Dile kolay, altı yüz elli. Neler görmüş, neler geçirmiş bir düşünün.

Zeytinli Köyü’nden söz edilecekse ilk olarak ünlü dibek kahvesinden bahsetmeli. Zeytin ağaçlarının arasında, bir tepe üzerine kurulu köy, koruma altında. Adaya gelip de, bu köyde dibek kahvesi içmeyen yok gibi. Köyün şirin bir meydanı var ve burada kahvehaneler sıraya dizilmiş durumda. Özellikle akşam üzerine doğru hareketliliği yaşandığı Zeytinli’de, “Orhan Karatay’ın Yeri” adlı kahvehane görülmeye değer. Bu kahvehanenin duvarları adanın resimli ve yazılı tarihi gibi. Bir duvarda, Gökçeada’ya gelerek, ada hakkında düşüncelerini küçük kağıtlara yazanların bıraktığı notlar, öte duvarda çektirilen resimler asılı. Kahvenin ziyaretçileri burada gördükleri kompozisyon karşısında ilk olarak kağıt, kaleme sarılıyorlar ve küçük de olsa bir not düşüyorlar, Gökçeada’dan, yarınlara.

BJK’li Hiristo

Zeytinli’nin bir diğer önemli figürü de, 1950’li yıllarda Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nde futbol oynayan Rum asıllı Hiristo’nun mekanı. Şimdilerde yaşı 80’leri bulan Hiristo’nun kahvehanesi de, ada ziyaretçilerinin uğrak mekanlarından. Burada Hiristo’nun ağzından dönemin futbol ortamına dair hatıralar dinlemek, ayrı bir keyif. Adada koruma altında bulunan köylerden birisi de, Tepeköy. Adanın en yüksek noktasındaki yerleşimi diye biliniyor. Taş evleri üzerinden sarkan begonviller ilk bakışta dikkat çekiyor. Burada pek çok ev, kendisine bir el değmesini ve yeniden ayağa kalkmayı bekliyor desek yeridir. Burası ayrıca Rum vatandaşların ada genelinde en fazla olduğu köylerden. Tepeköy her yılın 15 Ağustos tarihinde Rumlar tarafından kutlanan Meryem Ana etkinliklerine ev sahipliği yapıyor. Bu tarihte dünyanın dört bir yanından Rumlar, Gökçeada’ya geliyorlar ve ada tüm ziyaretçilerin katılımıyla bir şenlik mekanına dönüşüyor.

Bir diğer koruma altındaki yerleşim de, Dereköy. Burası 1960’lı yıllara kadar Türkiye’nin en kalabalık köyü olarak biliniyordu. O tarihten sonra Rumların adayı terk etmeye başlamasıyla evlerin tamamına yakını boşaltıldı. Şimdilerde, sessiz. Sokaklarında gezinirken, adımlarınızdan başka ses duymanız olası değil. Yüzlerce ev boş halde duruyor ve çoğu restorasyon bekliyor.

Serin suları

Adaya gelen hemen tüm misafirlerin öncelikli tercihi köyleri görmek olurken, kitleler, kendilerini, bu eylemin ardından kuzey Ege’nin serin sularına bırakıyorlar.

Aydıncık Sahili, adanın en kalabalık kitlesini ağırlayan plajı konumunda. Burada bir sörf okulu da yer alıyor. Rüzgar sörfüne meraklı olanların uğrak durağı. Adada deniliyor ki, ‘buraya biraz daha fazla ilgi gösterilsin, dünyanın bir numaralı sörf parkuru oluruz’. Haksız da sayılmaz bu söylemi dile getirenler. Gökçeada’da, bırakın deniz kıyısında olmayı her hangi bir noktada durun ve kollarınızı iki yana açan, rüzgarın sizi uçuracağını sanırsınız. Bir de, denizin üzerinde rüzgara yelken açtığınızı düşünün.

Kuzey Ege’nin seçkin plajlarından birisi olan Aydıncık’ta denize girmek neredeyse bir ayrıcalık. Plajın açık denize bakan yüzü, burada kulaç atanlara serinliğin yanı sıra özgürlük hissi de veriyor.

Aydıncık Sahili’nin hemen bitişiğinde yer alan Tuz Gölü, ada ziyaretçileri tarafından farklı bir amaçla kullanılıyor. Yaz aylarında suyun çekilmesiyle, ortaya bir çamur çıkıyor ve bu çamurun sedef ile kireçlenme hastalığına iyi geldiği yaygın inanış. Bu anlamda çok sayıda kişi tuz gölünün, çamuruna bulanıyor ve öylece denize giriyor. Tuz gölü ayrıca göçmen kuşların yolu üzerinde bulunan Gökçeada’da pelikan, flamingo, yaban ördeği, yaban kazı gibi kuşların mekanı konumunda.

Gökçeada’da, denize girilecek en ideal alan Aydıncık Plajı dersek diğer alanlara haksızlık etmiş oluruz. Tamamı mavi bayraklı olan plajlar içerisinde Gizlikoy, Kuzulimanı, Kaleköy, Kefaloz, Güzelceköy, Yuvalı, Uğurlu adı öncelikle sayılması gerekenler. Gökçeada denizinin sunduğu olanak ile Türkiye’nin ilk ve tek sualtı parkına ev sahipliği yapıyor. Dalış meraklıları için de uygun bir mekan ada. Ada çevresinde pek çok batık bulunuyor.

Gökçeada’nın, Ege Denizi’nin en fazla temiz su kaynağına sahip adası olduğu söyleniyor. Ada bu özelliğiyle dünyadaki diğer benzerleriyle kıyaslandığında dördüncü sırada yer alıyor. Düşünsenize küçük bir ada ve bu mekan üzerinde üç baraj var. Sadece bu bile adanın temiz su kaynağı bakımından ayrıcalıklığını gözler önüne sermeye yeterli.

Adada su sadece denizle sınırlı değil. Marmaros Şelalesi de, ilgi çeken yerlerden birisi. Ormanlık bir alanın ortasından geçilerek ulaşılan şelalenin suyu 38 metre yükseklikten aşağıya süzülüyor ve ilginç bir görüntü bırakıyor.

Eko turizm

Su kaynağının bol olması beraberinde organik tarımı getirmiş durumda. Zeytin, üzüm başta olmak üzere organik tarım adanın şimdilerde en fazla üzerinde durduğu alanlar. Kısa bir süre sonra Gökçeada’da, ekolojik turizm ön plana çıkarsa kimse şaşırmasın. Deniz, kum, güneş olgusunun öne çıktığı tatil anlayışından sıkılanların aradığı alternatif tatil anlayışı Gökçeada’da kısa bir süre sonra yaşamsal karşılığını bulacak gibi. Adaya ekolojik turizm için gelenler organik bahçelerde toprakla haşır, neşir olacaklar. Zeytin, üzüm, erik gibi meyveleri toplayacaklar. Küçük ve büyük baş hayvanları bakacaklar. Bu anlamda önemli adımlar atan Elta Organik Tarım İşletmesi’nin sahipleri Oktay ailesi oldukça iddialı. Hadır, Enis ve Yonca Oktay, Gökçeada’da ekolojik turizm olgusuna baş koymuş durumdalar. Bu anlamda altyapı çalışmalarını sürdüren aile kısa bir süre önce başladığı organik tarım ve organik hayvancılık adına önemli yol almış durumda. Zeytin başta olmak üzere çeşitli meyveler yetiştirilen Oktay ailesinin çiftliğinde bir de organik süt ürünleri hazırlanıyor.

Hıdır Oktay, Gökçeada’nın, organik tarım için uygun bir zemin olduğunu söyleyerek, girişimlerinin adanın çehresini değiştirecek nitelikte olduğunu kaydediyor. Oktay, eko turizmin Gökçeada’nın ekonomik, kültürel ve sosyal yaşamına ivme katacak bir olgu olduğunu belirterek, kısa bir süre sonra eko turizm uygulamasına başlayacaklarını vurguluyor.

Buna göre çiftliğe gelen turistler, buradaki günlük yaşamın bir parçası olacaklar.

Zeytin bahçesinde zeytin toplanacak, gerekirse ağaçlar budanacak, ayak toprağa basacak, negatif elektrik boşaltılacak. Ardından yan taraftaki yoncalar toplanacak, erik ağacı sulanacak. Sonrasında üzüm bağında vakit geçirilecek.

Büyük baş hayvanların sağılmasına yardımcı olunacak. Yapılabiliyorsa, arıların kovanlara bıraktığı petekler toplanacak. Bu ve benzeri günlük pratiklerin tümü kısa bir süre sonra Gökçeada Elta Organik Tarım İşletmesi’nde kendisini gösterecek.

Hıdır Oktay, girişimleriyle ilgili olarak, “Farklı bir tatil seçeneği sunmanın yanı sıra yeni dostları adayla tanıştırmak istiyoruz” diyor.

Sizlerde yeni bir mekan, yeni bir heyecan diyorsanız rotanızı Gökçeada’ya doğru çevirin. Yeni bir insan, yeni bir heyecan olursunuz belki. Bakarsınız şansınıza, fırtına boy gösterir de, dönüş yolculuğu da ötelenir hani.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler