Kıskaca alınmış insan

Richard Sennett, Yeni Kapitalizmin Kültürü adlı çalışmasında bürokrasiden işe yararlığa, oradan da tüketime kadar uzanan bir konuya el atıyor. Bunu yaparken okuyucuya, kapitalizm kültürünü ve bu çemberden çıkış yollarını göstermeye çabalıyor.

Yayınlanma: 23.04.2009 - 07:57
Abone Ol google-news

Kapitalizmin içine düştüğü krizden ve çıkış yolları aranışından bahsedildiği bugünlerde, geleceğe dair beklenti ve tahminler de dillendiriliyor. Kapitalizm ve onun kendini yenileyen biçimleri kendi yarattığı krizin tam ortasında yer alırken 'kültür'; kapitalizm 'kültürü' ne durumda? Richard Sennett burada 'sanatsal değil antropolojik kültürden söz ettiğini' belirterek konuya giriyor ve soruyor: 'İçinde yaşadıkları kurumlar parçalanırken, insanları hangi değer ve pratikler bir arada tutabilir?' (s. 10). Cemaatlerin bu anlamda çok da iş görmediğinin ortaya çıkması krizi, özellikle yeni kapitalizmin 'kültürüne' ilişkin krizi, biraz daha çetrefilli hale getiriyor. Katı bürokrasiyi yerle bir etmek için yola koyulanlar, kapitalizmin kendine has ve bir anlamda yıkıcı yapısıyla karşılaşınca cemaatlere yönelmişlerse de, Sennett için bu çözüm olmaktan uzaktır.

Bürokratik demir kafes

Sennett'e göre Marx'tan bu yana 'kapitalizmin tek değişmezi istikrarsızlıktır' (s. 19). Yatırımcıların değişen uygulamaları, hızla açılıp kapanan üretim merkezleri, göç gibi unsurlar bu istikrarsızlığı yaratmış ve beslemiştir. Gelir eşitsizliği ise tüm bu olup bitenin kreması olmuştur. İşte çokuluslu şirketlerin palazlanmasından başka bir işe yaramayan küreselleşme, yeni kapitalizmin belki de en yeni 'gerçeği' haline gelmiştir. Bir başka deyişle 'yaratıcı yıkım', küreselleşme ile enikonu ete kemiğe bürünmüştür. Küreselleşme kavramının ortaya atılmasından çok önce, 19. yüzyılda filizlenen toplumsal kapitalizm, işçi sınıfının bilinçlenme ve buna göre hareket etme dürtüsünü denetim altında tutmaya çalışmıştı: 'Ne kadar fakir olursa olsun, toplumda yerleşik bir konumu olduğunu bilen bir işçinin ayaklanma ihtimali, toplumdaki konumuna anlam veremeyen işçinin ayaklanma ihtimalinden daha azdı. Toplumsal kapitalizmin kurucu politikası buydu' (s. 22). 20. yüzyılda stratejik planlamaya katılmaya başlayan işçilerin konumu, birlikler ve sendikalarca güçlendirilmeye çalışılmıştır. Bürokrasi de bu noktada, piyasalar tarafından tehlikeye atılan kârları onarmak adına devreye girmiş ve bir anlamda 'düzen arayışının' simgesi olmuştur. Zaman, söz konusu 'düzen arayışının' lokomotifine dönüşürken 'insanların, yaşamlarını birer anlatı olarak görmesinin de yolunu açmıştır' (s. 23). Hayat, en ince ayrıntısına kadar, kestirilebilir zaman kavramı etrafında şekillendirilmeye çalışılmış ve kişi de, önündeki merdivenleri 'istediği gibi kullanabileceğine' inandırılmıştır. Bürokrasinin özünde yer alan düşünce, verimlilikten çok 'içerme' olunca, toplumsal kapitalizmin kuruluşunda bir hayli işe yarayan 'herkese bir yer vererek çatışmayı önleme' de temel araç haline gelmiştir (s. 28). İşte burada bürok-ratik yapıların bir başka özelliği karşımıza çıkıyor: Bürokrasi, iktidarı yorumlama ve ondan bir anlam çıkarma olanağı sunarak, bireye 'eylemlilik' duygusu aşılamaktadır. Sennett ise bürokrasinin, istikrar ve dayanışma ile eşit sayılmasını 'yanılsama' şeklinde niteler ve 'toplumsal kapitalizmin bürokratik yapısının tahmin edilemeyen darbeler aldığını' vurgular (s. 33). Bu darbelerle birlikte Sennett'e göre üç temel eksiklik doğmuştur: 'Düşük kurumsal sadakat, işçiler arasında enformel (baskı altında kimin ayakta kalıp kalmayacağı) anlamda güven azalması ve kurumsal bilginin zayıflaması' (s. 49). Kısacası toplumsal kapitalizm, krizde bile olsa eşitsizlik farklı biçimde yine devam ediyor. İnsanlar, zayıflayan bürokrasi ile 'demir kafesten' çıkacağına inandırılmıştı. Bürokrasi zayıfladı ama iktidarın merkezi, çevreyi çok daha sıkı şekilde denetlemeye başladı.
 

İşe yarıyorum, o halde varım!

Bugün beceri toplumlarında işsizlikle karşı karşıya kalanların çoğunun eğitimli ve vasıflı kişiler olduğu su götürmeyen bir gerçektir. Yeteneğin, insanı ekonomik değere dönüştürmesi de bu gerçeğe eklemlenen bir başka varolandır. Sennett burada önemli bir soruna değinir; o da işe yaramazlık kâbusudur. Bu kâbusu üç etken tetikler: 'Küresel emek arzı, otomasyon ve yaşlanmanın yönetimi' (s. 64). Küresel emek arzı ile kastedilen insan enerjisi kaynaklarının sürekli yer değiştirmesidir. Otomasyon ise, insanların yerine makinelerin geçeceğine dair yarattığı endişeyle işe yaramazlık kâbusunu besler. Yaşlılık da verimliliği düşürdüğü için 'tehlike' olarak görülür. Bugünün çalışma düzeninin merkezinde bulunan nesneleştirme, Sennett'e göre öz olarak 'kendi içinde anlamlı bir şey yapmak' demektir ve 'bu nesneleştirme ruhu, alt düzeyden ve vasıfsız görülen emekçilerin bile işiyle gurur duymasını sağlayabilir' niteliktedir (s. 76). Sennett, meritokrasi kavramına atıf yaparken hem adı geçen nesneleştirmeyi hem de meritokrasinin tanımı olan 'az sayıda vasıflı insanın bütün bir toplumu denetim altında tutmasını' göz önüne alır. Meritokrasi çoğunlukla, 'sende potansiyel yok' diyerek ayrımlama yoluna gider (s. 89) ve bu da daha derin bir işe yaramazlık duygusu uyandırır. Bu bağlamda potansiyelin ya da potansiyel yeteneğin sosyal ifadesi 'herkesle çalışabilirim'dir (s. 90). Bir başka deyişle sahip olunan beceri, her koşulda işbirliğine yönelme becerisidir. İnsanların, başkalarının gözünde işe yarar veya 'değerli' hale gelebilmesinin ilk koşulu, özel bir yetenek ya da beceri geliştirmektir. Ancak bugün yeteneklerin keşfinde kullanılan teknoloji, gün geçtikçe incelikli hale gelmiş ve şirketler bu aracı, insanları hem elemek hem de teşvik etmek adına kullanmıştır.
 

Tüketmek, hep tüketmek

21. yüzyılın taşıyıcısı konumundaki tüketim, hemen her şeyi nesne haline getirmiştir. Bu nesnelerden biri de siyasettir. Sennett şu soruyla konuyu açıyor: 'İnsanlar siyasetçileri giysi seçer gibi mi seçiyor?' Sennett'in bu soru karşısındaki tavrı çok nettir: 'Yurttaş, öfkeli bir seçmen değil de, satın alma baskısıyla karşı karşıya olan siyaset tüketicisi olarak değerlendirilebilir' (s. 95). Her şeyin tüketim nesnesi haline getirildiği günümüzde, 'tüketici de markalaştırma eylemine katılır' (s. 105). Reklamcılığın yaratıcılığı, tüketicinin alım açlığı ve yönelimiyle ustaca birleştirilir. 21. yüzyılda satın almak ve tüketmek bir anlamda güç kazanmaktır. Daha açık söylenirse tüketici, nesnelerden haz almaktadır ve bu, aslında dayatılmaktadır. Günlük hayatın rutininin dışına çıkış, nesnelerden haz alma ve onları tüketme zorunluluğu biçiminde pazarlanır. Bu eylem, insanların kendisini 'özgür hissetmesini sağlayabilir'; Sennett'e göre 'tüketme tutkusu belki de 'özgürlüğün' diğer adıdır' (s. 110). Sennett, tüketim alanını 'teatral' olarak niteler. Çünkü satıcı, 'tıpkı bir oyun yazarı gibi, tüketicinin satın alması için inanmayışın gönüllü olarak askıya alınmasını sağlamalıdır' (s. 113). Teatral tüketim alanıyla beraber, idealleştirilmiş tüketme tutkusu, Sennett'e göre kapitalist 'kültüre' tam anlamıyla uygundur ve o, bu 'kültürün' ilerici olmayan sürüklenişini 'yeni 'kültürün' zamanı şekillendiriş biçimine bağlar' (s. 124).
 

Yeni 'kültüre' karşı duruş

Sennett'e göre, 'demir kafes' olan ve insanlar için 'hem hapishane hem de ev' konumundaki bürokrasi, kendini geçmiş otuz yılda 'küresel finansın, teknolojinin, medyanın ve ticaretin ekonomik açıdan ileri sektörlerinde yeniden örgütlemiştir' (s. 126). Bu bağlamda Sennett, yeni kapitalizmin 'kültürüyle' mücadele için üç çözüm önerisi sunar: Anlatı, işe yararlık ve zanaat. Anlatı, olayların zaman içinde birikerek, deneyimin çoğalmasıdır. İşe yararlık, başka insanlar için önemli bir şeye katılmaktır. Bu, faydacı alışverişten çok daha anlamlı ve içi dolu bir yaklaşımdır. Zanaatçılık ise, bir şeyi o şeyin kendisi için iyi yapma arzusudur. Zanaatçılık, yeni iş ve eğitim kurumları ile siyasetin gerektirdiği idealleştirilmiş benliğe bir meydan okumadır. Sennett, Yeni Kapitalizmin Kültürü'nde esas olarak şunu vurguluyor: Kapitalizmin yeni biçimi, yüzeysel bir 'kültür' yaratıp insanları bunun içine çekmektedir. Bu anlamda Sennett işe, zayıflatılmış ve yüzeyselleştirilmiş 'kültüre' isyan etmekle başlanabileceğini, çünkü yeni kapitalizm 'kültürü'nün insanları özgürlüğe kavuşturmadığını savunuyor.

Yeni Kapitalizmin Kültürü/ Richard Sennett/ Çeviren: Aylin Onacak/ Ayrıntı Yayınları/ 142 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon