İran tarihi derslerle dolu / 2

İran'da mollaların bu kadar güç kazanacağını, İslam cumhuriyeti kurulacağını kimse tahmin edememişti. Ancak beklenmeyen oldu. Kadınlar kapatıldı; Batılı yaşam tarzı ortadan kaldırıldı. İçki yasaklandı. Ayetullahlardan oluşan "Rehberlik Şûrası" ile birlikte "imam", Cumhurbaşkanı'nın, hükümetin ve Meclis'in üzerinde, hepsini denetleme ve yönlendirme yetkisine sahip bir üst otorite demekti.

Yayınlanma: 22.08.2008 - 07:22
Abone Ol google-news


Humeyni cenneti vaat ediyor

Tahran'da görüştüğüm ve Şah devrildiğinde babası general olan Mona (40) devrim günlerini şöyle hatırlıyor:

"...Her şey 8 ay içinde olup bitti... Devrimden sonra herkes sokaktaydı. İnsanlar dışarıdaydı ama bunlara kim önderlik ediyor belli değildi. Humeyni, 'Şah giderse her şey bedava olacak. Hiç kimseyi hapishaneye atmayacağım. Hepiniz cennette yaşayacaksınız' demişti. Devrimden sonra babamın gözlerini bağlayıp götürdüler. Birçok generali idam ettiler. Annemin bir dayısı ünlü bir cerrahtı. Mollalardan birisinin çocuğunu iyileştirmişti. Karşılığında babam idamdan kurtuldu ama 12 yıl boyunca evde göz hapsinde kaldı. Devrim olduğunda Fransız okulu Institute Maryam'e gidiyordum. Sadece kızların gittiği bir okuldu bu. Eğitimi rahibeler veriyordu. Okulun içinde bir kilise bulunuyordu. Ermeni arkadaşlarımız vardı. Bizim açımızdan cami ya da kilise arasında fark yoktu. Kiliseye gidip dua ediyorduk. Devrimden sonra Müslümanların bu okula gitmesi yasaklandı. Üniversiteye gitmemiz zorlaştırıldı. Ve sonra İran-Irak Savaşı başladı..." Mona, Şah'ın Batılı devletleri kast ederek "Ben artık bedava gaz vermeyeceğim, mavi gözler bundan sonra üşüyebilir" dediğini anımsatarak Batı'nın onu nasıl gözden çıkardığını belirtiyor.

Hemen hemen Mona ile aynı yaşta olan ve bugün Fransa'da yaşayan İran kökenli Marjane Satrapi 'nin çok satan çizgi romanı Persepolis'ten uyarlanan animasyon filmi geçen yıl büyük başarı elde etti. Türkiye'de de gösterime giren film, İran'ın İslami devrimle nasıl tepetaklak olduğunu küçük bir kız çocuğunun gözünden çok fazla söze yer bırakmadan anlatıyor. Cannes Film Festivali 'nde "Jüri Özel Ödülü" nü alan film, Fransa'nın 2008 Oscar aday adayı olarak gösteriliyor.

Referandum Tuzağı

Humeyni, 14 yıl süren sürgünün ardından Air France uçağı ile 1 Şubat 1979'da Paris'ten Tahran'a döndükten sonra İslami Cumhuriyet Partisi'ni (İCP) kurmuş ve hükümet içinde tüm kontrolü kendi elinde toplamaya başlamıştı. Devletin karakteri "İslam Cumhuriyeti mi yoksa Şah'ın monarşist diktatörlüğü şeklinde mi olmalı?" şeklinde referanduma sunuldu. Bu Humeyni tarafından düzenlenmiş bir tuzaktı ve başta sol olmak üzere çoğunluk bu tuzağa düştü. 20 milyon kişinin evet oyu verdiği referandumda, hayır oyu verenler 140 bin kişiyle sınırlı kaldı. Böylece halk, ciddi bir alternatif görmediğinden, yıllardır zulüm gördüğü Şah monarşisi karşısında İslamı seçti. Referandum yapıldığı sırada halkın yarısının okuma-yazma bilmediğini hatırlatmakta yarar var.

Örtünmek özgürlük müdür?

Bugün türbanı "kadının özgürleşme aracı" olarak görenlerin özellikle bu bölümü dikkatle okumasını umuyorum. Çünkü burada İran'ın yakın tarihinden alacağımız önemli dersler var.

İran hâlâ dokuz yaşındaki kızların evlendirildiği, kadınların evlilik öncesi cinsel ilişkide bulundukları için cezalandırıldığı, yargıç ya da devlet başkanı olamadıkları, futbol stadyumlarına giremedikleri, örtünmenin zorunlu olduğu bir ülke. Doğru, kadınların yüzde 97'si okuma yazma biliyor, öğrencilerin ve iş gücünün önemli bir kısmını kızlar-kadınlar oluşturuyor, ancak önemli görev ve makamlarda kadınlar yok...

İran'da Hicap Yasası İslam Devrimi'nin hemen ardından çıkmadı. Kadınlar ilk zamanlarda başları açık gezmeye devam ettiler. Humeyni'nin televizyonda yaptığı bir konuşmada kadınlara örtünmelerini emretmesinin ardından 8 Mart 1979'da Tahran'da on binlerce kadın bunu protesto etmek için meydanlara çıkmıştı. Gösterilerin artıp devam edeceğinden çekinen yönetim, ertesi gün yayımladığı açıklamada, "Humeyni'nin yanlış anlaşıldığını, zorunlu örtünmenin söz konusu olmadığını" anlatmak, güvence vermek zorunda kalmıştı.

Kadınların zorunlu örtünme kararı konusunda gösterdikleri ciddi direnişe asıl darbeyi indiren İran-Irak Savaşı (1980-1988) oldu. Rejim, savaş, şehitlik ve şehâdet unsurlarını kadınları kapatmak için fazlasıyla istismar etti. Savaşın olağanüstü koşullarında, vatan savunması ve şehâdet söyleminin yükselmesi, kadın hakları için mücadeleyi ikinci plana itecekti. Böylesine bir atmosferde, yapılmayacağı söylenen uygulamalar hızla devreye sokuldu. 8 Mart gösterisine katılan kadınları ise hapis, sürgün ve hayal kırıklığı beklemekteydi.

İpek Çalışlar ve Oral Çalışlar' ın kaleme aldığı "Bir Erkek Diktatörlüğü: İran" kitabında gazeteci Nefise Kuhnavard, savaşın İslama ait olmayan bir tür siyah çarşaf ve yas geleneğini kışkırttığını söylüyor. Daha yasalar değişmeden, sokaklarda gezinen küçük militan gruplar kadınlara örtünmelerini söylemeye başlamışlardı. "Ruj sürmeyin, boyanmayın, süslenmeyin, rengârenk giyinmeyin, şehitlerimize saygısızlık etmeyin!" diye baskı yapmışlardı.

Hicap Yasası, 1981'de çıkarıldı. Ardından Müslüman olsun olmasın kadınlara kamuya açık yerlerde örtünmeleri emredildi. Yani, kadınlar Şah'ı devirmek için yaptıkları gösterilerde "İstersek takarız" diyerek peçelerini sallamışlardı. Ama artık örtünmelerini zorunlu kılan bir rejimle yönetileceklerdi.

Devrimi çalınan sol

İran solu, başlarda Şah'a karşı Humeyni'ye destek vermişti. Hatta Şirin Ebadi, "İran Uyanıyor" adlı kitabında, birçok solcu aydın gibi kendisinin de Humeyni aracılığıyla demokratik bir yenilenme için Şah'a karşı darbeyi desteklediğini, devrime yakın günlerde bir akşam Tahranlıların çatılara çıkarak "Allahü Ekber" diye bağırdıklarını hatırlatıyor. Devrim coşkusuyla kendisinin de sesi kısılana kadar bağırdığını yazıyor.  "Sessiz kentin üzerinde asılı kalan bu çığlıkların harika ve ilahi atmosferi manen öylesine büyüleyiciydi ki benim en vurdumduymaz ve alaycı arkadaşlarımı bile harekete geçirdi..." diye devam ediyor.

Humeyni'nin Saddam kozu

Humeyni, rakiplerini tasfiye etmek için sözde 'anti-emperyalist' bir mücadeleye girişti. ABD Büyükelçiliği işgal edilip ABD "emperyalizmin başı" ve "şeytan" ilan ediliyordu. Ardından patlak veren İran-Irak Savaşı Humeyni'ye yaradı. Kendisi, Saddam' ın emperyalist devletlerden destek aldığına özellikle vurgu yapıyordu. Oysa gerektiğinde bu devletlerin yetkilileriyle görüşmekten de kaçınmıyordu. Sol ve ulusal cephe durumu kavradığında ise iktidar artık mollaların elindeydi, çünkü solun Humeyni'nin sözleriyle oyalandığı süreçte onlar en önemli kurumları tek tek ele geçirmişlerdi. İslam ile Marksizm arasında sentez kurmaya çalışan Halkın Mücahitleri başarısız bir ayaklanma gerçekleştirdi. Mollalar ayaklanmayı bastırdılar ve emekçi yığınlara gözdağı vermek için bir günde 165 kişiyi idam ettiler.

İran bir anda iç savaşın eşiğine gelmişti. Ülke peş peşe idamlarla sarsılıyordu. Bir günde 200 kişinin ismi birden yayımlanıyor ve asılarak idam edilecekleri açıklanıyordu. Muhalefet ise Humeyni'nin önemli adamlarını suikast düzenleyerek ortadan kaldırıyordu. 28 Haziran 1981'de Halkın Mücahitleri'nin İCP merkezine düzenledikleri bombalı saldırı sonucunda, aralarında 14 bakan ve 27 Meclis üyesinin bulunduğu 74 kişi öldü. 30 Ağustos 1981'de düzenlenen ikinci saldırıda ise yeni cumhurbaşkanı ve başbakan öldürüldü. İşte bu olaydan sonra Humeyni'nin 'Devrim Muhafızları' ve Hizbullah sokaklarda rastgele ateş açmaya, insanları keyfi bir şekilde kurşuna dizmeye başladı. Nitekim birkaç ay içinde idam edilenlerin sayısı 10 bini aştı.

Aslında, İran'da mollaların bu kadar güç kazanacağını, İslam cumhuriyeti kurulacağını kimse tahmin edememişti. Ancak beklenmeyen oldu. Kadınlar kapatıldı, Batılı yaşam tarzı ortadan kaldırıldı. İçki yasaklandı. İslam Devrimi ile birlikte, Ayetullahlardan oluşan "Rehberlik Şûrası" düzenlendi. Bu yetkileriyle Cumhurbaşkanı'nın, hükümetin ve Meclis'in üzerinde, hepsini resen denetleme ve yönlendirme yetkisine sahip bir üst otorite demekti. Böylece kuvvetler "imam" da toplanmaktaydı.

İşçiler İslam Devrimi'ne karşı

İran ekonomisinin kalbi olan petrol sektöründeki işçiler, hem kanlı müdahaleleri hem de sıkıyönetim ilanını protesto etmek üzere 9 Eylül'de 1979'da greve çıkmışlardı. Talepleri sadece ekonomik değil politikti. İran'ın kuzeyi SSCB ile ilişkideydi. SSCB, komünist TUDEH Partisi'ne destek veriyor, grevlerin artmasına ve büyümesine yardım ediyordu.

İran'da 1979'da işçi sınıfı ve ulusal hareket bir yükselişe geçmişti. Devrimle birlikte Kürtlerin, Türkmenlerin, Belucistanlıların ulusal hareketleri de gelişmişti. Ülkede özgürlük havası esiyordu. İşçi sınıfı tüm fabrikalarda önce komiteler sonra da şûralar halinde örgütlendi, devrimle birlikte yurtdışına kaçanların fabrikalarına el kondu, fabrikalarda işçi denetimi başlatıldı. Humeyni Paris'teyken birçok ülkenin istihbarat birimleriyle görüşüyor ve (Şah'ın Ocak 1979'da İran'ı terk etmesinden sonra) Paris'te, "Şerefli İran halkı grevlerini sürdürmeli" çağrısı yapıyordu. Oysa aynı Humeyni daha sonraları işçilerin bu grevini emperyalizm ajanlığıyla suçlayacaktı. Humeyni'nin dini yaklaşımı hiçbir zaman sanayi işçilerini cezbetmedi ve işçiler sonuna kadar İslam Cumhuriyeti'ne karşı oldu. Zaten Humeyni de Ulusal Cephe ve Bazargan Hükümeti'ni tasfiye etmeden önce işçi hareketini bastırmak istiyordu. Humeyni bir bildiri yayımladı, tüm işçilerin grevleri bitirmelerini istedi ve ilerleyen günlerde kendisine karşı çıkan tüm muhalifleri ya emperyalizmin ajanı veya Siyonist, karşı-devrimci ve İslam düşmanı ilan etti. 1979'un sonuna doğru mollalar grevleri, direnişleri zorla bastırdı. Şûraları ve komiteleri dağıttı. Birçok şûrayı imam komiteleri ele geçirdi.

İslami rejimle birlikte işçi sınıfı örgütlenme hakkını yitirdi, eşitsizlik artarak devam etti. Sınıfsal çelişkiler ise mollaların lehine olmak üzere hâlâ devam ediyor.

Devrimden sonra kadın intiharları arttı

1979'da İran'ın ilk kadın Eğitim Bakanı olan Farrokhru Parsa , "Allah'a karşı geliyor, fahişeliği teşvik ediyor" diye idam edildi.

Daha 23 yaşındayken İran'ın ilk kadın yargıcı olan ancak İslam devriminin ardından bu görevden alınan Şirin Ebadi (61), kendi annesinin 1926'da tahta çıkan Rıza Şah Pehlevi' nin modernleşme programının bir parçası olarak başörtüsü takılmasını yasakladığı döneme tanıklık ettiğini, ancak yarım yüzyıl sonra kendisinin başörtüsünü zorunlu kılındığını ve bu kurala uymadığı için sık sık gözaltına alındığını belirtiyor.

Devrimden hemen sonra kadınlara pek çok işten el çektirildiği hatırlarda. Monarşi döneminde önemli mevkiler elde eden kadınların neredeyse tamamı işten uzaklaştırıldı. Bunların arasında binlerce eğitimci, devlet memuru, diplomat, beş belediye başkanı, 330 yerel meclis üyesi, 22 de parlamenter vardı.

1974'te Şah rejimi, kadının evlenme yaşını 15'ten 18'e yükseltmişti. 1980'de İslam Cumhuriyeti şeriatı esas alarak kadının evlenme yaşını 9'a indirdi. 1980 tarihli Medeni Kanun, kadını 9, erkeği 15 yaşında ergin kabul etti. İslami rejimde, erkeklerin tek taraflı boşanma hakkını kazanmaları, yine çocukların velayet hakkının babalarına verilmesi devrimle kesinleşti. Kız ve erkek öğrencilerin ortak eğitim görmelerinin yasaklanmasını, eğitimin köklü biçimde İslamileştirilmesi eşlik etti. İslami rejimde, seyahate çıkmak için kocasının ya da babasının iznine ihtiyacı olan kadın bugün iş ceza yasasına gelince erkekten daha erken yaşta ergen sayılıyor. 9 yaşında evlenebilen kadın 15 yaşına gelmeden çalışamıyor. Çünkü çocukların çalıştırılması yasak.

İslam devriminden sonra önce radyolarda kadın sesi yasaklandı. Arkasından kadın şarkıcıların televizyona çıkmaları yasaklandı. Yuvalar kapatıldı. Doğum kontrolü ve kürtaj yasaklandı. Ziraat, maliye ve mühendislik fakültelerinin erkeklere ait olduğuna karar verildi. Ama tıp alanına ilişilmedi. Devrimin başlarında kadın çalışanlar sadece sağlık sektörüne sıkıştırılmak isteniyordu. Bu planı asıl bozan, İran-Irak Savaşı oldu. Savaşın insan gücü ihtiyacını arttırmasının yanında, kadınların çok ciddi direniş sergilemeleri de bunda büyük rol oynadı. Savaş, daha önce erkeklerin egemen olduğu bazı işlerin kadınlara geçmesine neden oldu.  

Ulema hep karşı çıktı

Bugün Türkiye'de türbana destek veren "sözde aydınlar" belki de ileride pişman olacaklar ancak dogmalar üzerine kurulu bu sistem öylesine hızlı beton tutar ki, bireysel karşı çıkışların bir anlamı kalmayabilir. Hepimiz, İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad 'ın, geçen yıl Öğretmenler Günü'nde yaşlı kadın öğretmeninin üstelik eldivenli olan elini öpüp başına götürünce ulemanın nasıl ayaklandığını okuduk. Bir başka çarpıcı örnek, Ahmedinejad'ın 2006 Nisan'ında, "kadınların ve ailelerin spor müsabakalarına terbiye ve düzey getirecekleri" gerekçesiyle girmelerine onay vermeyi düşündüğünü duyurmasıydı. Ulema yine karşı çıktı: Kadınların bu müsabakalara girmeleri şeriata aykırıydı.

İran'da İslam Devrimi'nin ardından kadın intiharlarında büyük bir artış oldu. Baskılara dayanamayan kadınların çoğu kendilerini yakarak ölüme gidiyorlardı. Bunun en çarpıcı örneklerinden birisi İslam Devrimi'nin 14. yılında 21 Şubat 1994'te Tahran'da yaşandı. Tahran Üniversitesi eski öğretim üyelerinden Dr. Homa Darabi-Tahrani kendisini yaktı. Amerika'da doktora yapmış bir psikiyatr olan Darabi, öğrenciliğinde Şah'a karşı ayaklanmış, daha sonra "İslam Devrimi" ni desteklemişti. 54 yaşındaydı. Çocuk psikiyatrisinde önemli bir isimdi.

İslam rejiminin kadınlara çıkardığı engeller boğucu hale gelmişti. Yurtdışındaki çocuklarını görmek istiyordu ancak kocası seyahat edebilmesi için gerekli izni vermiyordu. Darabi, Tahran'ın kalabalık meydanlarından birine gitti. Üzerine bir bidon gaz döküp bedenini ateşe verdi. Yanarken "Diktatörlüğe ölüm! Çok yaşa sen özgürlük!" diye bağırıyordu. Kız kardeşi Pervin Darabi , "Rage Against the Veil/Peçeye Öfke"

adlı kitapta ablasının yaşamını kaleme aldı. Homa Darabi Vakfı'nın internet sitesi ise www.homa.org. Bu arada, İran'da emredildiği gibi örtünmedikleri için hapis yatan, işkence gören, kırbaç cezası alan binlerce kadını da unutmamak gerekiyor.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon