Başka bir dil mümkün

Murat Daltaban, hayata dair yeni bir dil kurmanın derdinde. Bunu yalnız yapamayacağını biliyor çünkü eninde sonunda herkes bir bütünün parçası. Oyunlarıyla bu bütünü bozmayı arzuluyor. Vur/Yağmala/Yeniden projesi de bu arzunun ürünü.

Yayınlanma: 07.06.2009 - 07:50
Abone Ol google-news

Vur/Yağmala/Yeniden... Bir tiyatro oyunu. Demokrasi, savaş, barış, ceza ve pek çok kavramı sorguluyor. Hatice Aslan, Beste Bereket, Uğur Polat gibi 33 oyuncunun yer aldığı 10 saatlik bir tiyatro şöleni bu. Dot’un sekiz ay boyunca oynadığı 17 kısa oyunun toplu gösterimleri bugün ve 13-14 Haziran’da yapılıyor. İzlemek sabır istiyor, ama oyundan çıktıktan sonra ne siz eskisi gibi olacaksınız ne de etrafınızdakiler her zamanki gibi görünecek. Çünkü Dot izleyicilerine oyunlarıyla yeni bir dil kurduruyor. Bu dilin arkasında üç isim var; Murat ve Özlem Daltaban ile Süha Bilal. Biz de oyunun yönetmeni Murat Daltaban ile oyunu, oynamayı, Dot’u konuştuk.

- Vur/Yağlama/Yeniden Türkiye’de şimdiye kadar denenmemiş bir proje. Bunu başarmış olmak sizin için ne ifade ediyor?


- 17 kısa oyunluk projeyi soluğumuz kesilmeden yapabilmek, gelecek projeler için yapabiliriz inancını verdi.

- Oyun, savaş, barış, otorite, özgürlük, suç, ceza, hastalık kavramlarını kullanarak bugünün kaosunu anlatıyor. Sizce en çok hangi kavramla başımız dertte?


- Bence, başımız bunların ötesinde, asıl dil yapısıyla dertte, yani bu kavramlar zamanla çoğaltılıyor, entelektüelizmle ya da cahilce boşaltılıp başka şeylerle dolduruluyor. Her kavramın karşılığı kişiye göre değiştiğinden iletişimsizlik sürüyor. Demokrat, faşist, liberal, komünist... Hepsi birbirine karışıyor. Bir süre sonra kaosun nereden başladığını bilemiyor, başa dönüp düzeltecek nokta bulamıyorsunuz. Bir kısır döngünün içinde kaldığınızı fark ettiğinizde de edilgen hale getiriliyor, köşenize çekilip izlemeye başlıyorsunuz. Oyunlar da bunu anlatıyor; çözümlemeye çalıştığım birçok şeyi sahneye taşıyor.

- Sizin hayata karşı kurmaya çalıştığınız dil nasıl?

- Ben gözlemciyim. Hayattaki yerim, daha çok okumak ve okuduğumu kendimde temizleyip bir dile dönüştürmek üzerine. Ama sonuçta ben de mevcut bütünün parçasıyım, bu yapıyı besliyorum.

- Oyun afişinde, “Gerçek yetişkinlere tavsiye edilir” diyor... Kim bunlar?


- O hem ironi hem de gerçek bir uyarı... Oyunda argo, küfür, cinsellik gibi çocuklar için sakıncalı olabilecek motifler var.

- Sadece çocuklar için değil, geleneksel tiyatro izleyicisini de zorlayan bir dil sizinki; sert, küfürlü... Seyircilerin oyunları kaldırmakta zorlandığı oluyor mu?


- Bazen. Kürklü Merkür’den sonra bir kadın elleri sinirden titreyerek; “Bana bunu nasıl yaparsınız?” dedi, “Buradan eğlenmeye gidecektim, bu halde hiçbir yere gidemem”. Seyirci, tiyatronun sadece eğlence olmadığını anlamalı.

- Oyundan insanlar nasıl çıksın istiyorsunuz?

-Böyle bir hedefimiz yok, çünkü işleri seyirci odaklı yapmıyoruz... Okuduğumda etkileniyorsam, üstünde çalıştığımda oyun benim için derinleşiyorsa, bana ve yakın çevreme ait bir şeyler anlatıyorsa, ciddiye alıyorum. Seyircinin de ciddiye alması, etkilenmesi benim için yeterli.

- Vur/Yağmala/Yeniden’le Afife Jale Yeni Kuşak Özel Ödülü’nü, Tiyatro Eleştirmenleri Birliği’nden de Yılın Tiyatro Ödülü’nü aldınız. Türkiye’de tiyatroya farklı bir akım getirdiğiniz düşünülürse, ödüller sizin için ne ifade ediyor?

- Ödül hem çok arzu edilir, hem de mesafeli durma ihtiyacı uyandırır bende. Ödülü prestijiyle ya da kirliliğiyle kabul etmek zorundasınız. Alırken, yaptıklarınıza, yapmak istediklerinize aykırı düşmemek için dikkatli olmalısınız. Oyuncu arkadaşlarımıza da hep ödülü ego güçlendiricisi gibi bir yere yerleştirmemelerini söylüyorum. Ödüllerin asıl amacı da tiyatronun geliştirilmesi olmalı, kişilerin piyasasını, fiyatını arttırmak değil.

- Söylediklerinizden sizin egonuzla ilgili sorununuz olmadığı anlaşılıyor...

- Elbette var, ama tiyatroda oyun seçerken de önce oyuna karar veriyorum, sonra rolleri dağıtıyorum. Kendime oyun bulmaya çalışmıyorum. Oysa ben oyunculuktan vazgeçtiğim için yönetmenlik yapmıyorum, oynamayı çok istiyorum, ama asıl olan Dot’un yerinin sağlamlaşması. Egomu tatmin etmek benim için ikinci planda.

- Hem sahnede olmayı istemek ve bunu sağlayabilecek iktidara sahip olmak, hem de dengeyi korumaya çalışmak; zor olmalı... Kişisel hırslarınızı nasıl törpülediniz?

- Başarıyı paylaşabilmek, tek tek başarılı olmaktansa bir bütünü başarılı hale getirmek daha önemli. Böyle olunca zaten herkesin kişisel egosu tatmin ediliyor. Dot’ta çok farklı yaşıyoruz, elbette herkesin kişisel hırsları var, ama kimse birbirini ezmeye çalışmıyor, gerekirse uyarıyorum.

- Dot’u kurarken hedeflediklerinizin ne kadarını başarabildiniz?

- Öngördüğüm süreden çok daha hızlı ilerledik, demek ki bir ihtiyaç varmış. Seyirci söyleyemediğini seslendirdiğinde seni sahipleniyor. Seyirci sayısı da, beklentileri de arttı. Oyuncu sayımız 35’e çıktı ve daha fazla oyuncu bizle çalışmak istiyor. Tiyatro kontrolü ele aldı, biz ona uyum sağlamaya çalışıyoruz. Seneye galiba biraz daha büyüyecek, üç salonda oynamaya başlayacağız.

-Anlaşılan risk almayı seviyorsunuz?

- Riskin üzerine gitmeye çabalayan biri değilim, ama riskten de kaçmam. Riske gireyim diye değil hayatımı mahveden şeyi atayım diye uğraşırım, onun yerine bir şey koymaya kalktığımda da o biraz riskli bir alan oluyor.

- Şehir tiyatrolarından ayrılmanız da böyle oldu sanırım...

- Bürokrasiden, kurumsal tavrından çok sıkılmıştım. Heyecanı kalmamıştı benim için. Depresyona giriyordum, mutsuzdum, bıraktım. Dot’a adını koyarken de “bir şey” tiyatrosu olmasın, dedim; tiyatro kelimesinden, çağrıştırdıklarından ve taşıdıklarından uzak durmak istedim.

 

Kendi politikanı yaratıyorsun...

- Tiyatronuz ve sahneye koyduğunuz oyunlar çok politik, oysa üniversitede politikadan hep uzak durmuşsunuz...

- Üniversite zamanımda politik olmak, komünist, solcu ya da sağcı olmak demekti. 12 Eylül olduğunda üç yaşındaydım, zorlu bir çocukluk dönemiydi...

- Bu döneminden size ne kaldı?

- Babam hâkim olduğundan yaşananları içerden gözlüyordu. Çok tedirgin bir ortamda büyüdüm ve anksiyetesi olan bir çocuk oldum. Hâlâ da endişeli bir adamımdır.

- Ne oldu da sert sistem eleştirisi yapan oyunları sahneleyecek kadar politik oldunuz?

- Zaman zaman net olarak ayrılan, ama zaman zaman da aynı şeyi söyleyen bir sürü “izm”leri görmeye başlıyorsunuz. Bunlar öğreti haline gelince hayata başkalarının cümleleri üzerinden bakıyorsunuz. Oysa kimliğinizi keşfedebilmeniz için kendi dilinizi yaratmalısınız. Mesafeli duruşum dışarıdan bakmama sebep oldu. Bir süre sonra kendi politikanız bu olmaya başlıyor. Hiçbir sisteme, yapıya dahil olmadığınızda sırtınızı yaslayacak fikri kendiniz oluşturmak zorunda kalıyorsunuz. Böylece politik olmak tutarlı bir fikir üretmek ve arkasından gitmek demek oldu benim için.

 

Durunca yoruluyorum

- Tiyatroya nasıl başladınız?


- Üç üniversite değiştirdim, ODTÜ’yü bırakıp, Hacettepe İktisat’a, onu bırakıp Ankara Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği’ne gittim, orayı da bıraktım, geziniyordum. Tiyatrocu bir arkadaşımla karşılaştım. Sonra da konservatuvar sınavına girmeye karar verdim. “Bin kişi giriyor, onu kazanıyor” dedi. “Olsun”, dedim, “ne olacak bugüne kadar hiçbir şeyde başarılı olamadım, onda da bir tokat yiyeyim”. Ama kazandım.

- Nasıl oldu da tiyatrodan sıkılmadınız?


- Sürekli kendinle uğraşıyorsun, birileri seninle uğraşıyor. İnsanları etkileyebilmek de çok güzel.

- Mükemmelliyetçi biri misiz?


- Aslında çok dağınığımdır, ama zamanla Özlem’den mükemmelliyetçiliği öğrendim, öyle olmaya çabalıyorum. Özlem ve bana çalışma kuduzu diyorlar. Seviyorum çalışmayı, rahatlatıyor. Durunca yoruluyorum.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler