Bilim adamlarının toplumsal görevi ve sorumluluğu

Yayınlanma: 29.08.2008 - 07:57
Abone Ol google-news

Geçmişten günümüze toplumsal yaşamda her bireyin sorumluluğundan, bilim adamlarının sorumluluğu daha fazladır. Bilim adamının toplumsal sorumluluğu bir göreve dönüştüğü zaman, toplumun bilinçlenmesinde daha önemli rol oynar. Bilim adamı öncelikle bir “aydın” insandır. Bilim adamının topluma karşı sorumlulukları öne çıktığında, bir tekniker ya da uzman insan olması gerekir. Hem aydın ve hem de topluma karşı sorumluluklarını daha gerçekçi yaklaşımlara ve uygulamalara yönlendiren bilim adamı, bir uzman olarak yaşam bütünlüğünü ve kolaylığını kendine görev yapabilir.
Batılı uygar toplumlarda, ilk üniversitenin Bologna’da 1088 yılında kurulduğundan beri, bilim adamlarının yeri üniversiteler olmuştur. Üniversitelerin dışında da birçok bilimsel kurumda bilim adamları çalışmaktadır. Ancak bilim adamının esas yaşam ortamı üniversitelerdir. Üniversitelerin oluşumu ile bilim adamına sahip çıkılmıştır. Üniversitelerden önce bilim adamları siyasi ve dini otoritenin baskısını yaşamıştır. Bilindiği gibi Galile engizisyon mahkemelerince hapse atıldı. Ancak kendisine yakışır bilim adamlığıyla engizisyona, önyargıya ve cehalete karşı korkusuzca direndi.
Ülkemizde Cumhuriyet döneminden önce bilimsel işlevlerin sınırlı olması ve üniversitel anlamda kurumsallaşmanın bulunmaması, bilim adamlarını fazla gündeme getirmemiştir. Cumhuriyetin onuncu yılında, ülkemizde toplumsal anlamda yeni gelişmelere ve reformlara paralel olarak, 1933 Üniversite Reformu ile birlikte, bilimsel araştırma ve geliştirme kavramları da önem kazanmaya başlamıştır
Bugün ülkemizde 85 devlet üniversitesi ve 30 vakıf üniversitesi olmak üzere toplam 115 adet üniversitemiz vardır. Devlet üniversitelerinde; 11.517 profesör, 5.477 doçent, 14.162 yardımcı doçent olmak üzere 31.156 öğretim üyesi vardır. Bunun 21.531’i erkek öğretim üyesi ve 9.625’i de bayan öğretim üyesidir.
Ülkemizde geçmişten günümüze siyasi otorite ve hükümetler üniversiteleri hep ele geçirmek istemişlerdir 06.11.1981 tarih ve 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu (YÖK), 12 Eylül Askeri Darbesinin ürünüdür. Bu yasa ile üniversitelerin idari ve mali özerklikleri ellerinden alınarak, merkezi bir yapının içine alınmıştır. Bu uygulama ile sayısal bakımdan tüm üniversiteler tek çatı altında toplanmış ve belki de sayısal olarak arttırılmıştır. Ancak bu yasa ile üniversitelerimizde merkeziyetçi tek adam tek idare anlayışı etkin kılınmıştır.
Esasında gerçek bilim adamı, bilimsel çalışmalarının yanında, yaşadığı çağa ve topluma karşı da sorumludur. Toplumda gördüğü birçok sorunu çözümlemeyi de kendisine görev edinmelidir. Böylece bilimsel kimlik yanında, bir aydın ve uzman kişi olarak topluma karşı da sorumluluğunu yerine getirir.
Ülkemizde özellikle son yıllarda üniversiteleri siyasi otoritenin eline geçirme çabası hız kazandı. 01.07. 1992 tarihinde 2547 sayılı YÖK Yasası’nın 13. maddesinde yapılan değişiklikle, üniversitelerde sonu belli olmayan bir seçim sistemi ile rektör seçimi getirildi.
Dünyada örneği olmayan bir seçim sistemi ile bu defa da rektör atamada, YÖK’ün ve Cumhurbaşkanı’nın tercihi öne çıktı. Bu sistem üniversitelerimizde, idari görev dağıtma becerisini iyi kullananların öne çıkmasını sağladı. Üniversitelerdeki alınan oylardan çok Ankara’da yandaş aranmasına yol açtı. Üniversitelerde “bana oy vermedi” mağdurlarını çoğalttı. Üniversitelere nifak ve bölünmeleri soktu. Öğretim üyeleri arasında huzursuzluklar yaşandı.
Üniversitelerde uygulanan bu rektör seçimi ile öyle gerçekler yaşandı ki, yüzde 96 oy alan atanmadı, yüzde dört oy alan rektör atandı. Zamanın cumhurbaşkanı YÖK’e baskı yaparak, üniversitelerin ilk sırada gönderdiği kişileri, kendine gelen sıralamaya sokmadığı durumlar bile yaşandı. Üniversitelerdeki öğretim üyelerinin sıralamasına fazla da dikkat edilmedi. Yüksek Öğretim Kurulu ve Cumhurbaşkanı, rektör atamasında etkin oldu. Kendilerince istenilen kişi atandı. Bunu Türkiye’nin 8’inci Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 9’uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve 10’uncu Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer hep yaptı. Şu anda 11’inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de işine gelecek şekilde yapacaktır
Haziran 2008 döneminde Türkiye’de 22 üniversitede rektör seçimi var. Bu üniversiteler: Akdeniz, Ankara, Atatürk, Boğaziçi, Cumhuriyet, Çukurova, Dicle, Dokuz Eylül, Ege, Fırat, Gazi, Gaziantep, İnönü, İstanbul Teknik, Karadeniz Teknik, Ondokuz Mayıs, Orta Doğu Teknik, Selçuk, Süleyman Demirel, Trakya, Uludağ, Yıldız Teknik gibi Türkiye’nin en büyük üniversiteleridir.
Bence bu dönemde rektör seçimine giren bu 22 üniversitenin tüm öğretim üyeleri, kariyer ve gönül birliği yaparak, kendi üniversitelerine sahip çıkmalılar. Tek rektör adayı seçip YÖK’e göndererek; YÖK’ün ve Cumhurbaşkanı’nın oyununu bozabilirler.
“Ülkemizin en büyük zenginliği, eğitim çağındaki genç nüfus ve bu nüfusu özveriyle eğiten kurumlardır. Türkiye Bilimler Akademisi, tüm makamları, çağdaş, demokratik ve insan haklarına saygılı her toplumda olması gerektiği gibi, bilim ve eğitim kurumlarına ve insanlarına saygılı ve özenli davranmaya çağırmaktadır.”
Ülkemizde bilim adamına düşen görev ve sorumluluk, bu çağrıya kulak vererek, üniversitesine, toplumuna ve çağına sahip çıkması ve duyarlı olmasıdır.
 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler