Bu ülkeyi sanatçılar daha iyi yönetebilir

Yavuz Bingöl'ü herkes farklı bir yönüyle tanıyor. Kimisi için sesi, kimisi için oyunculuğu ön planda. Siyasete uzak görünse de aslında tam kalbinde, ama karar için zamanı olduğunu düşünüyor. Türkiye'nin daha yaşanabilir bir yer olabileceğine inanıyor.

Yayınlanma: 09.08.2009 - 08:51
Abone Ol google-news

Yavuz Bingöl, türküleriyle, sesiyle, müziğiyle girdi hayatımıza. Gün geldi oyunculuğunu konuşmaya başladık. Dizilerde de rol aldı, filmlerde de. Ancak en çok Cannes’dan ödülle dönen Üç Maymun rolü kazındı hafızalara. Peki, müziğinden çok oyunculuğu tartışılan, eleştirilen, hatta “Türkücüden oyuncu olur mu?” şeklinde yürüyen konuşmalardan nasıl arındırmıştı kendisini? Nasıl bakmıştı yoluna?

Biz de Bingöl’ü tanımak ve önümüzdeki süreçteki projelerini konuşmak üzere buluştuk. Sakin ve kendinden emin tavrıyla anlattı kendini. Hem ülkede yaşananlara dem vurdu, hem de yapmak istediklerinden söz etti samimi bir şekilde; bazen kırgın ama çokça umut yüklü... Önümüzdeki süreçte Gecenin Kanatları’nda izleyeceğiz Bingöl’ü. Bir de yeni sezonda tiyatro oyununda.

- Edebiyatçı bir baba ve müzisyen bir annenin oğlu olarak onlardan nasıl etkilendiniz ve nasıl başladı sanat yolculuğunuz?

- En çok annemden etkilendim. Bizim evde müzik sesi eksik olmazdı. Hep bir bağlama sesi çalınırdı kulağımıza. Kurs görmedim ama usta çırak ilişkisiyle annem sayesinde geliştirdim bağlamayı. Babamınsa etkisi başka. Okul müdürlüğü ve öğretmenliği boyunca hep öğrencileriyle iç içeydim. Yıl sonu müsamerelerinde sahneye çıkardım. Ta ki 12 yaşına kadar. Konservatuvara girdim ve Batı bölümünde okudum. Her alanında bulundum müziğin. Mutfakta iyi pişmiş bir müzisyenim aslında.

- Oyunculuk nasıl başladı peki?

- Tesadüfen başladı aslında. Sonra da Cannes’a kadar giden bir hikâyem oldu. Cannes, filmin başarısıydı. Ben ondan beslenmiş oldum. Nuri Bilge, büyük bir yetenek sonuçta. O açıdan şanslıyım. İnsanlar yüzlerce film çekiyor ama ben oynadığım beşinci filmde bu başarıyı yakaladım.

- Oyunculuk mu müzik mi desek?

- Müzik tabii. Ben şarkı söylemeyi başka bir boyut olarak görüyorum. Oyunculuk yaparken de çok farklı duyguları yaşıyorsunuz, ama müzikten kopmam mümkün değil. Gerçi biraz uzak kaldım, ama eylül ayında yeni albümümü çıkarıyorum.

 

Tiyatroyu deneyeceğim...

- Çok eleştirildiniz, “Türkücüydü, oyuncu oldu” diye. Peki ya oyuncu olduktan sonra size karşı davranışlarda değişiklik gözlemlediniz mi?

- Fanatik dinleyici kitlem, türkü söylememi ve başka şekilde görünmememi istiyor. Ama söz ettiğiniz eleştirileri, oyunculuktaki başarılar yok etti. Artık eski eleştiriler yok. “Fena değil, bu işi de kıvıracak adam galiba” dediler belki de. O yüzden üzerime gelmediler. Olsa da aldırmam zaten. Belki Türkiye’de her şey birbirine geçmiş durumda, kimin ne yaptığı belli değil. O yüzden bu kadar eleştiri yapılıyordur. Ama iyi ile kötü bir şekilde ayrılıyor birbirinden. Bunu görmek lazım.

- Farklı bir alanda görmek mümkün olacak mı sizi? Var mı bir projeniz?

- Yönetmenlik düşünmedim hiç. Ama insanın kendi hikâyesini daha iyi çekebileceğine inanıyorum. Ciddi bir teknik destekle tabii. Yaşamıma ilişkin birkaç öyküm var, belki ileride sinema filmi olarak değerlendirebilirim. Bu yıl ise tiyatro denemek istiyorum. Sadri Alışık Tiyatrosu’yla 72. Koğuş’ta Tatar Ramazan’ı canlandıracağım. İlk kez bir tiyatro sahnesinde olacağım. Benim için önemli bir deneyim.

- İlk kez tiyatro sahnesine çıkıyor olmak çok cesur bir girişim değil mi?

- Çekincelerim var tabii. Sahneye, seyirci karşısına çıkmaya alışkınım yıllardır, ezberime de güveniyorum. Karakteri de iyi tahlil edersem yapabilirim gibi geliyor. Çocukluğumda tiyatro sahnesine çıkmıştım. Deneyimim var. Ama tiyatroda kariyer yapmak kolay değil. Ben sadece denemek istiyorum. Kimse yanlış anlamasın, saygısızlık yapmak istemem. “Denenecek şey mi bu” diyenler çıkabilir. Oysa ben çok şey öğreneceğimi düşünerek deniyorum. Sanatın her alanından bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum. Tıpkı bir okul gibi.

- Çok sakin ve dingin anlatıyorsunuz. Bu tevazu mu yoksa yapınızdan mı kaynaklanıyor? Ya da bir yerlerden taşan bir enerji var da yavaş yavaş mı açığa çıkarıyorsunuz?

- Dingin biri değilim aslında. Mesela kimsenin kızmayacağı şeye kızabilirim ya da herkesin sinirlendiği bir olayı sakin karşılayabilirim. Kendi içimde bir tenhalığım da var. Ben bağlantıları biraz ters bir adamım galiba. Ama zaten hayat her yönüyle zorlaştı. Artık çember daralıyor. Son 15-20 yıldır yapılan sitelerde duvarlar yükseliyor, güvenlik artıyor. Çemberin dışıysa bambaşka bir hayat.

 

Çemberin dışı...

- Peki siz o çemberin hangi tarafındasınız?

- Çemberin dışıyla daha çok ilgileniyorum. Dünyanın diğer ucunda yaşanan bir olaydan çok fazla etkilenebiliyorsunuz. Baktığınızda bizim ülkenin koşulları da çok sert. Önemli bir yaşa kadar çok sıkıntı çektim. Hâlâ da bitmiş değil sıkıntılar. 16-17 yaşında askeri darbe, 1984’ten sonra askerlik. Hem ülkede hem de çevresinde savaş, kan, katliamlar gördü bizim kuşak. Belli bir yaşa gelmiş olsak da hala zor bir dünyada yaşıyoruz.

- Kırgınlıklarınız var mı?

- Pişmanlıklar, kırgınlıklar, kızgınlıklar... Hayat böyle bir şey. Sevinçlerimiz daha az. Mutluluk çok da insana ait bir şey değil. Mutsuz olmayı daha kolay becerebiliyoruz. Öyle bir toplumuz. Belki de dünyanın sorunu bu.

- Pişmanlıklar, kırgınlıklar, denemeler, başarı ya da başarısızlıklarla beraber tam da olmak istediğiniz noktada mısınız? Yoksa kaçırdığınız şeyler var mı?

- Elbette vardır. Türkan Saylan hoca gibi çocukların ve gençlerin eğitimini karşılayan bir vakıf kurmak istiyorum. Bir de siyaset tabii ki. Kültür bakanı olmak isterim. Ülkeye hizmetim geçer diye düşünüyorum. Siyasetten kaçmamak gerek. Babadan oğla geçer gibi değil, taze kanla beslenmeli. Meclis’te sanatçı da olmalı, öğretmen de, esnaf da. Sanatçılar genellikle “sanat siyasetin üzerindedir” diyerek uzak dururlar. Ben öyle düşünmeyenlerdenim. İçine girmeliyiz. Bu ülkeyi daha iyi yönetebilir sanatçılar. Daha güler yüzlü bir ülke olabiliriz; daha hoşgörülü, anlayışlı...

- Siyaset demişken, politik sinemayı nasıl görüyorsunuz?

- Yılmaz Güney’den sonra kimse politik sinema yapmadı ki. Herkes kıyısından geçiyor. Türkiye’deki gerçekleri eğip bükmeden anlatan biri yok sinemada. Popüler işler yapılıyor hep. Maraş Katliamı’nın, Çorum’un, Sıvas’ın anlatılması lazım mesela. Güneydoğu ve Kürtlerle ilgili filmler yapmak lazım. Biraz da bıçak sırtı bir iş. Sistem izin vermiyor zaten. Ama sinemanın bağımsızlığına ve sanatın gücüne inanmak gerekiyor.

- Sizin böyle bir projeniz var mı?

- Ben yapmak isterim demiyorum, yapılmalı. Mahsun’un Güneşi Gördüm filmi cesur bir adım mesela. Yeterli değil, daha fazlası yapılmalı. Türkiye’de aslında hâlâ görünmeyen bir denetim mekanizması var. Hiçbir şeyin özgür olmadığı bir ülkede yaşıyoruz; hem de özgürmüş gibi gözükürken. Gizli bir güç, el varmış gibi. İnsanlar sanıyor ki 80 darbesi yaşandı bitti. Oysaki etkisi sürüyor. Zor Türkiye’de bazı şeyleri özgürce ifade edebilmek. Yine de umudu yitirmemek lazım.

- Gecenin Kanatları’nda da zor bir role soyunuyorsunuz...

- Senaryosunu Mahsun Kırmızıgül yazdı, Serdar Akar yönetiyor. O da bıçak sırtı bir hikâye. İntihar eylemcisi bir kadın militanın hikâyesi anlatılıyor. O örgütün liderini oynuyorum. Evet, zor bir rol...


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler