Bir 17 Ağustos daha istemiyoruz

Nazan Doğru, Necdet Urak, İsmail Açıkgöz depreme Avcılar’da yakalandı. Kimi hafif atlattı, kimi yakınını kaybetti. Murat İnce, daha bir çocuktu Yalova depreminde, göçük altında kaldı, kız kardeşini kaybetti... Arızlı Konutları’ndaki depremzedelerse evsiz kalma tehlikesi ile karşı karşıya... 17 Ağustos’un 10. yılı ve yaralar hâlâ sarılamadı...

Yayınlanma: 16.08.2009 - 06:51
Abone Ol google-news

Kırk beş saniye nedir ki insan ömründe? Belki birkaç göz kırpması, belki bir lokmayı yutma süresi, kısa bir cümleyi sarf etme ya da bir adım atışı... 45 saniye çok uzun olabilir.

Milyonlarca ölümü, yıkımı getirecek kadar hem de... Toprak, her yer toprak... Karanlık, gözün alışamayacağı kadar çok karanlık... Gece yarısı 03.02. Tarih, çoktan aklınıza geldi değil mi, 17 Ağustos 1999... Resmi raporlara göre, 17.480 ölüm, 23.781 yaralı oldu. 505 kişi sakat kaldı. 285.211 konut, 42.902 işyeri hasar gördü. Resmi olmayan rakamlar ise çok daha fazla ölüm, yıkım gösteriyor; 50 bin ölüm, 100 bine yakın yaralı, 133.683 çöken bina, 600 bin evsiz. 16 milyon insanın hayatını değiştiren, eksilten 17 Ağustos depreminin üzerinden 10 yıl geçti. Acılar hâlâ taze, yaralar kapanmadı. Üstelik yeni bir 17 Ağustos olmaması için atılması gereken adımlar atılmadı, atılmıyor, atılacağa da benzemiyor. Oysa çok daha kötüsü, Türkiye’nin en kalabalık şehri İstanbul için bekleniyor. Kuşkusuz en büyük korkuyu da, 17 Ağustos’ta İstanbul’da yıkımların olduğu Avcılar yaşıyor. 10 yıldır hâlâ yenilenmemiş binalarda yaşamak zorunda kalanlar tedirgin, 17 Ağustos’u unutmamışlar, ancak gidecek yerleri, binalarını yaptıracak imkânları yok.
 

Depremin yaraları hâlâ sarılmadı, işte üç ayrı yerden üç ayrı yara...

Depremzede Necdet Urak bunlardan biri. Depreme henüz iki aydır oturdukları evlerinde yakalanmış. “Sıcaktan uyuyamamıştık geç saatlere kadar” diyerek anlatmaya başlıyor o geceyi, “Uykudayken sarsıntıyı hissettik. Hemen kendimize gelemedik. Tam bitti derken, üç beş saniye sonra ikinci bir sarsıntı oldu.” Sonrası karanlık... Önce kesilen elektriklerin, ardından yıkılan binanın karanlığına gömülüyorlar. O, eşi, 2.5 ve 4.5 yaşındaki iki kızı. “Bir mucize” olarak görüyor göçük altından çıkmalarını Urak, “On dakika bile kalmadık göçükte. Bir kapı açtım, eşimi çıkardım, çocukların odasına bakmasını istedim, ben çıkamıyordum. Çıkabilmek için daha derinlere inip, başka yol bulmam gerekti. Çıkınca eşime, yaşadığımıza sevinmeyelim, çünkü yeryüzünde başka canlı kaldığını zannetmiyorum, dedim.”

Çıktıklarında artık üç kişilik bir aileydiler, 4.5 yaşındaki kızını, ilk çocuğunu depremde kaybetti Urak. O göçükten 24 ölü çıkarıldı. “Alt komşumuzun düğünü olduğundan misafirleri vardı. Bir aileden 11 kişi öldü, ancak altıncı gün enkazdan çıkarılabildiler” diyor.

Göçük altından eksik çıkmışlar ya. Hepsi bu değil: “Bir pijama ile kaldık. Bakkaldan su alacak paramız yoktu, yakınlarımızın desteğiyle idare ettik. Memleketten anne, babamız, kardeşlerimiz yetiştiler, sağ olsunlar.”

Hiçbir şey eskisi gibi olamamış Urak için; sanki bir okyanusun içinde kalmış gibiyim, diyerek anlatıyor yeni yaşamını. Hep 4.5 yaşında kalacağını biliyor ya kızının, yine de hesaplamadan edemiyor; “Yaşasa 15’ine girecekti” diyor, “İlk çocuğumuzdu. Yedi, sekiz ay dünyayla bağımız koptu, hâlâ da toparlayamadık ya, kalanlar için çalışmam gerekiyor. O dönem işlerime sahip çıkamadığımdan dükkânımı da kaybettim. Sağ olsun devlet 18 ay kira yardımı yaptı. Başka da destek görmedik. Bir beklenti içinde olmamalıyız belki, sonuçta hayatta kalmayı başardık. Şimdi bir yakınımın yanında çalışıyorum”.

Depremden sonra bir oğlu olmuş Urak’ın, şimdi dokuz yaşında. Gözü iki çocuğunun üzerinde, kulağı seslerde, bir gürültü duysa hemen dikiliyor, lambanın sallanıp sallanmadığına bakıyor. “O travmayı henüz üzerimden atamadım” diyor.

Yine Avcılar’da yaşıyor Urak, biraz imkânsızlıktan, biraz alışkanlıktan. Tek isteği, depreme dayanıklı bir evde yaşatmak ailesini, ancak kısıtlı ekonomik şartları buna el vermiyor. “Çok kaygılıyım, ancak kazandığım burada, deprem öncesi yapılmış bir evde yaşamaya yetiyor. İkinci katta oturuyoruz. Allah bir daha vermesin... Gerçi olacak, deprem ülkesiyiz, ama...”

Nazan Doğru da Avcılar’ın eski sakinlerinden. 99 depremini yaşadığı eve bir daha ayak basamamış. Bakın 17 Ağustos’a dair neler anlatıyor:

“Gece iki gibi çamaşır makinesini çalıştırdım uyudum, sarsıntıyla uyandığımda, başta makine sandım. Sarsıntılar büyüdü, duvarlar üstüme geliyordu. Kıyameti yaşıyoruz sandık. Terasın camları patlayıp annemi yaraladı. Sallantı kesilince, oğlumu kucakladım. Çakmakla merdivenler yerinde mi diye kontrol edip, kendimi dışarı attım... O gece pek çok tanıdığımızı kaybettik.”

Şimdi, Avcılar’da depremden sonra yapılan bir binada yaşıyor Doğru ya, yine de korkuyor, çünkü yanlarındaki binanın sağlam olmadığını, üzerlerine yıkılma riski olduğunu biliyor. Kendince önlemler almaya çalışıyor, baş ucundan fener, düdük ve cep telefonunu eksik etmiyor.

Onun aksine, depremi unutanlar da yok değil, Mehmet Çıkınaltın 17 Ağustos’ta her şeyin bittiğini düşünecek kadar korkmuş ama, şimdi aklında ne bu korkusu var, ne de deprem riski. İsmail Açıkgöz de evini hiç kontrol ettirmemiş ama sağlamlığına güveniyor. Oysa mahallesinde sekiz binanın yıkıldığına şahit olmuş. “Depremle uyandık” diyor, “Eşim ve oğlumla balkona çıktık. Mahalle toz, dumandı, karanlıktan çığlıklar geliyordu, mahşeri yaşadık sanki. Yan binanın beşinci katı, üçüncü kat olmuştu, sağ kalanları merdivenle indirdim. İnsanlar Avcılar’ı terk etti. Pek çok bina ağır hasarlıydı, bir kısmının sadece dışını yenilediler, ama sağlamlaştırılmadı.”

Avcılar’da 17 Ağustos’un izleri hâlâ okunuyor, mahalle aralarında hasarlı olduğu halde yıkılmamış binaların arasında çocuklar oynuyor, gidecek yeri olmayanlar çatlak binalarda hayatını sürdürüyor. Evet, Türkiye bir deprem ülkesi, bunu herkes biliyor, ancak bu önlem alınması için yetmiyor, ne hükümet, ne belediyeler depremi karşılamaya hazır değil...


Evsiz depremzedeler

“Bizler, Arızlı Irak Kızılay’ı Kalıcı Konutları sakinleriyiz” diyerek başlıyor sözüne telefondaki ses.

Arızlı Halk Meclisi sözcüsü Orçun Demir’e ait, ama adının önemi yok, sadece onun yaşadıklarının da. Çünkü o, 17 Ağustos’ta İzmit’te yakınlarını kaybeden, evsiz kalan ve bu konutlara yerleştirilen 237 depremzede adına konuşuyor. Hep çoğul başlayıp, çoğul bitiyor cümleleri; “Depremin üzerinden 10 yıl geçmesine rağmen ne maddi ne de manevi olarak yaralarımızı saramadık. Çoğumuz depremde yaşamlarını yitiren yakınlarımız dolayısıyla aldığımız 530 TL’lik dul ve yetim maaşlarıyla geçiniyoruz. Şimdi de Kocaeli Valiliği elimizden evlerimizi alıp, yerlerimize üst düzey bürokratlar, valilik çalışanları ve polis memurlarını yerleştirmek istiyor”.

Üç aydır bunun mücadelesini veriyor, eylemler düzenliyorlar. Arızlı Irak Kızılay’ı Kalıcı Konutları, 1999 depreminin ardından Irak hükümetinin Irak Kızılay’ı aracılığıyla gönderdiği 10 milyon dolarlık ham petrol yardımı ile yapıldı. Irak Kızılay’ı ve Türk Kızılay’ı arasında yapılan protokole göre, depremde birinci dereceden yakınlarını kaybeden ve kirada olup da evleri yıkılan insanlara ev yapılacaktı. Bu şartları taşıyan 237 depremzede, 2001’de evlerine yerleştirildi. Gerisi Atalay’dan:

“Evlerimizi alabilmemiz için belge imzalamak zorunda olduğumuz söylendi. O acıların ve yokluğun içinde imzaladık. Oysa valilik bu imzalarla bizleri, bizlere hibe edilen evlerde kiracı konumuna soktu. 20 TL olarak başlayan bu miktar şu anda 212 TL. 2006’da ilk sözleşmenin süresi bitti, valilik ile yeniden sözleşme yapıldı. Bu tarihten sonra iki ay bedeli ödeyemeyen depremzedelerden 90 aile evlerinden atıldı. Çıkarılan ailelerden bir kısmı sokakta yaşam savaşı veriyor. Iraklı yetkililer evlerin mağdurlara hibe edildiğini söylemişti. Valiliğin yaptığı ne hukuka ne vicdana ne de sosyal hukuk devletinin ilkelerine sığar”.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler