Din Savaşları ve Laiklik Arayışları

Fatma Mansur Coşar, insanoğlunun sürekli tartıştığı din ve laiklik konularına yoğunlaşıyor. Din Savaşları adlı kitabında Batı'da kilise ve devlet arasındaki ilişki ile iktidar mücadelesine; Laiklik Arayışları'nda ise Fransa ve İtalya örneklerini merkeze alarak laikliğin tarihsel gelişimi ve bugününe değiniyor.

Yayınlanma: 03.09.2009 - 09:17
Abone Ol google-news

Din, insanın yaşamına girdiği günden beri hep tartışma götürdü. Adına savaşlar yapıldı, kan döküldü. Siyaset ve ekonomiyle sürekli girift bir ilişkideydi. Toplumu yönetmek ve yönlendirmek için araç olarak da kullanıldı.

Farklılaştırmalar, gerilim ve ötekileştirmeler inançlarla at başı gitti; hurafeler çatışmaları körükledi. Dogmalar, karşı dogmaların ve sonuçta bu da, insanlar arasındaki 'inanç temelli' kavgaların fitilini ateşledi.

Din, siyaset ve toplumdan söz edildiğinde işe laiklik kavramı da karışıyor doğal olarak. Fatma Mansur Coşar'ın Din Savaşları ve Laiklik Arayışları adlı iki kitabı bunları irdeliyor. Din Savaşları, ağırlıklı olarak, Batı Avrupa'daki kilise-devlet ilişkisine eğiliyor ve iki kurum arasındaki güç savaşını konu alıyor. Bir başka deyişle kilise-devlet arasındaki yetki ve yetke (otorite) gerilimini.

Devletin gücü ve yetkisi belli sınırlarla çizilmişken; kilise (Vatikan), kendini vicdanlar üzerinde etkili, 'sınır tanımaz' ve evrensel bir yapı olarak görür. 'Evrensel' kilise ve onun temsil ettiği vahiy ile doğal hukuktan kotarılan insan hakları arasındaki gerilim ve çatışma da gündeme gelir böylelikle. Hoşgörü ile hoşgörüsüzlük arasında gidip gelen insan ve toplumların yaşadığı kırılmalar da cabasıdır.

Eski Yunan ve Roma'da 'egemenlik halktan kaynaklanır' görüşü yaygınken Hıristiyanlık, egemenliğin kaynağını Tanrı'ya verince onun buyruğu, diğer tüm buyrukların önüne geçer ve kilise de bunu kullanarak etkinleşir. Hayatın tüm yönleri gibi hukuk da bundan etkilenir ve kaynağı 'ilahi' hale getirilir. Dogmalar hem devlet yönetimine hem de topluma yön vermeye başlar. Bu arada kilise zenginleşir, Batı'nın en varsıl toprak sahibi olur. Vergiden muhaf tutulur, papalar serveti denetlemek için merkezi maliye teşkilatı kurar.

Krallar papanın kutsamasına muhtaç olduğundan, çoğunlukla ordularını Roma'nın emrine verir; kutsanma da siyasi pazarlıkları doğurur. Geçici işbirlikleri dışında, kilise-devlet yakınlığı, kralın düşmanlarının papayla; papanın düşmanlarının da kralla yoldaşlığa gitmesiyle sarsılır.

Papalığın gücünü arttırma isteği ile 'dinsel tutkular' ve 'Tanrı adına savaşmanın onuru'nun Haçlı Seferleri'ne kaynaklık ettiği söylenebilir. Ancak sonradan beliren gerçek, ticaret ve siyasettir.

Bunun dışında din, siyaset ve güç mücadelesi temelli iç savaşlar da Avrupa'nın bir dönemine damga vurur: İngiltere, Fransa, Almanya bunların en önde gelen örnekleridir. Dinin kılıf olarak kullanıldığı bu iç savaşlarda, çoğunlukla vergi ve para başat nedenlerdir. Bu özellikle, İngiltere'deki iç savaşta kendini gösterir. Sonraki dönemde hoşgörü, anlaşma ve uzlaşma gibi kavramlar etrafında din çatışmalarının önüne geçilmeye çabalanmışsa da, yirminci yüzyılda totaliter rejimlerin kuruluşunda din-siyaset birlikteliği yine su yüzüne çıkar.

Vatikan'ın üçüncü dünya ülkelerindeki etkinliği ve kapalı kapılar ardında kurguladığı dönüştürme tasarıları da unutulmamalı. Bu da, din ve siyasetin uygulamada birbirinden hiç ayrılmadığını; adaletin olmadığı yerde hoşgörünün de olamayacağını gösterir. Coşar'ın Din Savaşları adlı kitabı bu savla biterken, laikliğin nerede durduğu ve ne anlama geldiği de sorulabilir. İşte Laiklik Arayışları'nda Coşar, bunun yanıtına ilişkin bir tartışmaya girişir.

Katolik Kilisesi'nin (bugün de devam eden), din adamı olmayanlara laik deyişinden, Fransız Devrimi'yle gün ışığına çıkan insan haklarıyla beliren vicdan özgürlüğü ve kişinin vatandaş (veya yurttaş) olması esası, laik düşünceyi doğuran önemli etmenlerdir. İnsan haklarına dayalı ahlak anlayışı, kutsal kitapların sınırını çizdiği hakların yerini alınca laiklik de güçlenmeye başlar.

Bir anlamda Tanrı'nın egemenliği ve kilisenin uygulayıcılığı ile silikleşen kişi, insan hakları ve vicdan hürriyetiyle birey haline gelir. Devlet de, insan iradesinin ürünü olarak görülmeye başlanır. Tanrı buyruğu yerine insan aklının öne çıkması, bu süreci rayına oturtur. Coşar'ın Laiklik Arayışları adlı kitabı, laikliğin tarihçesini sunarken iki örnekle konuyu genişletir. Bunlar Fransa ve İtalya'dır.

Fransa'da devrim sonrası insan haklarının gelişimiyle bireyleşen kişi, vicdan hürriyetiyle laikliğin önemini kavrar. İtalya ise Vatikan nedeniyle Katolik Kilisesi'nin merkezi konumundadır, buradaki değişim daha sancılıdır. Hatta faşizmin öncüsü Mussolini, yirminci yüzyılda ideolojisini yaymak için kiliseyle işbirliğine girişir. Bu da, Ortaçağ'ın kılık değiştirmiş haliyle geri dönüşü demektir bir bakıma.

Avrupa'da devletin dinsel ögelerden kurtulması ve laikliğin bir yaşam biçimine dönüştürülüp, bireyin bir özne olarak hayatını sürdürmesi için önemli hukuki ve sosyal düzenlemeler yapılmıştır. Ancak Coşar'a göre kilise ve 'din' otoriteleri bugün yine saldırganlaşıyor. Bireyi, elde ettiği haklarla koruyabilmenin yolu Coşar'a göre, hukuk devleti ve vicdan özgürlüğünü korumaktan geçiyor. Dolayısıyla laikliği de.


Din Savaşları/ Fatma Mansur Coşar/ Evrim Yayınevi/ 144 s.

Laiklik Arayışları/ Fatma Mansur Coşar/ Evrim Yayınevi/ 112 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler