'DTP'li milletvekilleri yargılanmamalı'

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, demokratik açılım süreciyle ilgili TBMM'de yapılacak oturum konusunda, ''Böyle bir şeyin çirkin bir istismara yol açacak şekilde ülke gündemine oturmasından fevkalade rahatsısız. Ben, açık oturum yapma ihtimalini daha yüksek görüyorum'' dedi.

Yayınlanma: 30.09.2009 - 10:09
Abone Ol google-news

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, NTV'de katıldığı programda ''Kürt açılımı'' sürecine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Süreç konusunda 2 aydır çalışma yapıldığını anlatan Arınç, görüşmeler ve ara değerlendirmeler yapıldığını ifade etti.

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın çalışmada gelinen noktanın TBMM'de açıklanacağını ve bunun kapalı oturumla yapılması gerektiğini ifade ettiğini anımsatan Arınç, kendisinin de bunu çok uygun bulduğunu söyledi. Arınç, daha önce de TBMM'de kapalı oturumlar yapıldığına dikkati çekerek, kapalı oturumların niteliği gereği gizli ve kapalı kalması gereken konuların konuşulabileceğini belirtti.

Açık oturumda da çok şey söylenebileceğini, ancak gizli kalması gereken konuların konuşulamayacağını vurgulayan Arınç, sözlerine şöyle devam etti: ''Özellikle terör konusunda geçirdiğimiz süreci anlatmamız gerekirse, demokratik açılım dediğimize göre kültürel haklar, yurdumuzda bin yıldan bu yana yaşanan birliktelik, bunu bozmaya yönelik hareketler, bunun iç ve dış bağlantıları... Eğer bazı özel isimler zikredilecekse, bazı ülkelerden bahsedilecekse, bunların da açık oturumda konuşulması ülkeler arasındaki ilişkileri zedeleyebilecek, istihbarat açısından da engel doğuracaksa kapalı oturumda konuşulması gerekir. CHP ve MHP'nin, sanki kapalı oturumda milletten bir şeyler gizlenecekmiş veya üstü kapalı konuşulacakmış şeklinde, hatta bunların dışarıda bizzat kendileri tarafından açıklanacağının ve suç işleneceğinin ifade edilmesi karşısında böyle bir istismara yol açmamak düşüncesiyle Sayın Başbakan, açık oturum yapılabileceğini söyledi. Ancak o gün geldiğinde bunun nasıl gerçekleşeceğini görürüz. Özelliklere dikkat etmek şartıyla açık ya da kapalı oturum yapabiliriz. Yasama yılı 6 Ekim'de başlayacak. İlk işimiz süresi 17 Ekim'de dolacak tezkerenin görüşülmesi yapılacak. 13 Ekim ve müteakip salı günlerinden birinde önceden de parti gruplarına haber verilerek, böyle bir görüşme yapılacak. Mutlaka Ekim ayı içinde yapılacak ama 13'ünde mi olur, 20'sinde mi olur onu gelişmeler gösterecek.''

Arınç, 20 milletvekilinin önerge vermesi ve bunun kabul edilmesi halinde kapalı oturuma geçilebileceğini hatırlatarak, ''Böyle bir şeyin çirkin bir istismara yol açacak şekilde ülke gündemine oturmasından fevkalade rahatsızız. Ben açık oturum yapma ihtimalinin daha yüksek görüyorum'' diye konuştu.

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Arınç, bir soru üzerine, Başbakan Erdoğan'ın CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'a yazacağı mektupta demokratik açılımla neyi amaçladıklarına ilişkin özet bilgi vereceği ve randevu isteyeceğine dair bilgisi olduğunu ifade etti.

"Baykal gel mi diyor, gelme mi belli değil"

Bülent Arınç, muhalefetin kürt açılımı sürecinin içeriğinin belli olmamasına ilişkin eleştirileri konusunda da, CHP Genel Başkanı Baykal ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin ''en ağır ve haksız ifadelerle hükümeti ve konuyu eleştirdiğini, DTP Genel Başkanı Ahmet Türk'ün de belli konularda üzüntüsünü dile getirdiğini'' ifade etti.

Baykal'ın ''Türkiye Irak'a benzer'' ifadelerini kabul etmediklerini anlatan Arınç, ''Bunlar çok uç ifadeler. Türkiye'nin sosyal yapısı, geçmişten bu yana kültürel beraberliği, tek millet halinde tutan o tutkalın, birlikteliğin bugüne kadar nasıl geldiğini kendisinin de bilmesi lazım'' dedi.

Arınç, genel düşüncelerini paylaşarak ve muhalefetten katkı isteyerek yola çıktıklarını anlatarak, konuşmasına şöyle devam etti: ''Kum torbasını yumruklar gibi hiç aklımızdan geçmeyen konularla da bizi itham etmeye kalktılar. Türkçeden başka dilin resmi dil haline gelmesi gibi, üniter devlet yapısına zarar verecek noktaları gibi. Biz bunları söylememiştik, düşünmemiştik, düşündüğümüzü de ifade etmemiştik. Ama siz bunu gölge boksu yapar gibi karşımıza geçip de bizi bunlarla itham ettiniz. Gel gitler içinde muhalefetin tutumunu samimi bulmadığımızı ifade etmek istiyorum. Sayın Bahçeli, yazılı olarak zaten gelmeyin dedi. Sayın Baykal'ın gelin mi dediği, gelmeyin mi dediği çok net anlaşılmıyor ama bu işten çok iyi zevk aldığı ortada. Her gün bu konuyu ortaya getirmek suretiyle biraz da istihza eder tavırda bu konuyu konuşmaya çalışıyor.'' Bülent Arınç, TBMM'deki oturumda kürt açılımı sürecinde koordinasyonla görevlendirilen İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın gelinen noktayı açıklayacağını belirtti.
 

'Sivil anayasa düşüncesinden sapmadık'

Arınç, Anayasa değişikliği konusundaki soru üzerine şunları söyledi: ''Sivil demokrat bir Anayasa'ya ihtiyaç olduğu düşüncemizden bir milim bile sapmış değiliz. 1982 Anayasasıyla Türkiye'nin yönetilmesi, Anayasa'nın hala bir darbe anayasası ürünü olmanın bize yüklediği büyük bir acı ve sancı olduğunu söylemeliyim. Bunun için değişiklik çalışmaları yaptık. Seçimden sonra değiştirilmesi mümkün olmayan maddeler dışında tamamen değiştirilmesine yönelik çalışma yaptık. Bizim Anayasa değişikliklerini gündeme getiremeyişimizin tek sebebi nitelikli çoğunluğa ulaşamama korkusudur. Eğer diğer partiler öncülük yaparsa ya da AK Parti'ye destek olacaklarını söylerlerse bütün teklifler elimizin altında hazır.''

 

'Kafa karışıklığı var'

Arınç, ''DTP'li Sabahat Tuncel'in de mahkemeye zorla getirilmesi konusunda karar çıkmış. Dün de diğer milletvekilleri için benzer bir karar var. Daha önce bu konuda yaşanan nahoş anılar da var. Meclis'ten alınma gibi. Bu konudaki yorumunuz nedir'' sorusu üzerine, ''konuya ilişkin kafa karışıklığı bulunduğunu'' söyledi. Herkesin neyin ne olduğunu bilmediğini ifade eden Arınç, ''Bir avukatlık yapan bir insan olarak ihzar müzekkeresinin ne anlama geldiğini ben biliyorum. Zorla getirilmek için eskiden ihzar müzekkeresi çıkarıldı. Ondan sonra emniyete verildi. Belirlenen gün ve saatte polis o şahsı alır, mahkemede hazır bulundururdu'' diye konuştu.

 

'Palyatif tedbirler'

''Bizim bulduğumuz palyatif tedbirlerdir''
diyen Arınç, Eski TBMM Başkanı Köksal Toptan'ın tebligatları iade ederek 2-3 ay kazandığını ancak şimdi tebligat yapılanların mahkemeye gitmeme yönünde düşünceleri bulunduğunu anımsattı.

TBMM'nin tek hakiminin Meclis Başkanı olduğunu vurgulayan Arınç, şöyle devam etti: ''DTP'li arkadaşlarım için söyleyebileceğimiz tek şey: Mahkemenin bu yargı sürecini devam ettirmesi konusunda ne kadar kızsak, ne kadar bağırsak, çağırsak buna bir çare bulmamız mümkün değil. Mahkeme gereğini yapıyor. Anayasa'nın 83. maddesini değiştirmemiz lazım. Bu parlamentonun görevidir. Biz konuda inisiyatif belki alabiliriz ama bunun için tüm partilerin mutlaka inisiyatif kullanması lazım. Bu bir çağrıdır. Parlamentodaki bir milletvekilinin yargılanması konusu beni bir milletvekili olarak rahatsız ediyor. Bu, dokunulmazlıkların layüsel olmasıyla ilgili bir konu değil. Suçlanıyor bir milletvekili ve Yargıtay 9. Ceza Dairesi de karar verip, 'bunu yargılayın' diyor. Bana göre yargılanmaması lazım ama yargılanmaması için de palyatif tedbirler alacağımıza 83. maddenin içerisindeki istisnayı çıkarmamız lazım. Zordur, kolaydır ama en doğrusu budur. Bunun dışında belki Meclis, karma komisyon toplanarak bu konuda bir karar alabilir. Belki de en doğrusu 3 değerli milletvekili arkadaşımızın göğüslerini gere gere mahkemede ifade vermeleridir.''

 

'Meseleye çözüm bulmak açısından...'

DTP'li milletvekillerinin durumu protesto edebileceklerini anlatan Arınç, ''Ben de onlarla birlikte protesto edebilirim, onlara katılabilirim ama Türkiye'de yeni bir gerginliğe, bir tartışmaya yol açmamak, TBMM'yi tartışmalı bir kurum haline getirmemek için milletvekili arkadaşlarımız her şeye rağmen giderek ifadelerini vereceklerdir sonra zaten serbest bırakılacaklardır, yargı süreci devam edip gidecektir. Böyle bir jest yaparlarsa çok daha iyisini yapmış olurlar ama 'gidelim, kavga edelim, gitmemekte direnelim' diyebilirler. Bence çok doğru olmayacaktır'' diye konuştu.

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Arınç, ''meseleye çözüm bulmak açısından milletvekillerinin belirlenen tarihte gidebilmesinin mümkün olduğunu'' söyledi. Aynı durumun Cumhurbaşkanı Abdullah Gül için de var olduğunu anlatan Arınç, şunları kaydetti: ''Kendisi hakkında 'takipsizlik kararı' verilmişti, Sincan Ağır Ceza Mahkemesi kaldırmıştı. Sonra Adalet Bakanlığı buna karşı 'kanun yararına' bozma yoluna gitti. Onun vereceği karar önemli ama Sayın Cumhurbaşkanımız daha olayın ilk gününde, 'gerekirse gider mahkemede ifade veririm' demişti. Sayın Cumhurbaşkanının gösterdiği bu açık yürekliliği ben bu arkadaşlarımızdan da bekliyorum ki demokratik açılıma konabilecek en büyük engellerden birisi de bu dünkü olaydır ve bu devam edecektir. Dolayısıyla, her şeye rağmen Sayın Ahmet Türk'ün şikayetlerinde söz konusu ettiği şeyler, o kurtlar veya başkaları önümüze bütün engelleri koymaya kalkarsa onlardan bir tanesi de buysa biz kendi açımızından bu meseleyi çözmek için çok daha sükunetle hareket etmek etmeliyiz.''

 

'Cumhurbaşkanı'nın görev süresi kaç yıl?'

Bakanlar Kurulu'nun dünkü toplantısında gündeme gelen ve cumhurbaşkanı seçimlerini düzenleyen yasa tasarısı hatırlatılarak, ''Sayın Cumhurbaşkanı'nın görev süresi 5 5 midir yoksa 7 7 midir?'' sorusunun yöneltilmesi üzerine Arınç, cumhurbaşkanı 2007 yılının Nisan ayında seçilseydi o dönemde Anayasa değişikliğine gerek kalmayacağını belirtti.
Sözlerini ''Ama o süreçteki engeller, sadece 367 değil, açık-kapalı tehditler, baskılar, muhtarılar vesaireler... Biz de 'Millete gidiyoruz, bundan sonra cumhurbaşkanını millet seçmeli' dedik'' diye sürdüren Arınç, referandumla cumhurbaşkanının iki dönem halinde beşer yıllığına halk tarafından seçilmesinin kabul edildiğini hatırlattı.

Geçici bir hükümle 11. Cumhurbaşkanı'nın bundan istisna tutulabileceğini ancak bunun yapılmadığını söyleyen Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Sayın Cumhurbaşkanı Ağustos ayında, mevcut Anayasa'ya göre 7 yıllığına seçildi. Ekimde referandum halk tarafından seçilme ve 5 yıl şartı kabul edildi. İşin bir başka tarafı daha var. Biz 22 Temmuz'da milletvekili seçimlerini yaptık, o tarihte milletvekili seçimleri 5 yılda birdi, referandum Ekim'de yapıldı milletvekili seçimlerini 4 yıla düşürdü. 'Zamanı var, zamanı geldiğinde düşünürüz, konuşuruz' dedi herkes. Ama zamanı gelmeden de tartışılmaya başlandı. Şimdi benim şahsi kanaatim, bir hukukçu olarak, bizim seçildiğimiz anda yürürlükte olan hükümlere göre bizim süremiz 5 yıl, cumhurbaşkanının süresi 7 yıl. Ancak 'Anayasa hukukunda, kamu düzeninde müktesep hak olmaz' diyen bir grup anayasacı da var. Onlar da 'Referandum yürürlüğe girdiği tarihten itibaren milletvekili seçimi 4 yıl, cumhurbaşkanı seçimi 5 yıl olur' diyorlar. Biz bu konuyu hukukçulara, gerekirse Anayasa Mahkemesi'ne gerekirse Yüksek Seçim Kurulu'na istişare ederek netleştirmek durumundayken muhalefet, çok da onlar için lüzumlu değildi ama sırf hükümete karşı belki bunu bir koz olarak kullanmak için 'Cumhurbaşkanının süresi 5 yıldır, milletvekillerinin süresi 4 yıldır' dedi. Kendi aramızdaki kanaatte de ben biraz azınlıkta kalıyorum, daha çok 5 ve 4 yıl olması şeklinde.''

Bakanlar Kurulu toplantısında dün ele alınan yasa tasarısının cumhurbaşkanı seçiminin usul ve esaslarına ilişkin olduğunu belirten Arınç, ''Orada sizin sorduğunuz soruya cevap yok, olması da mümkün değil. Böyle bir sorunun cevabının Anayasa içinde olması gerekirdi. Ben bir tartışma olmayacağını ve genel olarak 5 yıl olması konusunda bir konsensüs sağlandığını düşünüyorum'' dedi.
 

'Protokolün Meclis'e gelmesi kısa vadeli değil'

Arınç, İsviçre'de Türk, Ermeni ve İsviçre dışişleri bakanlarının katılımıyla bir protokol imzalanacağı anımsatılarak, ''Bu protokolün ne zaman imzalanacağı net midir? Ardından protokolün Meclis'e ne zaman geleceği konusunda hükümetin kafasında netleşmiş bir takvim var mıdır?'' sorularına, ''Hayır. Bu konuyu doğrusu Sayın Başbakan'ın bir yerde ifade etmesi dışında Bakanlar Kurulu gündemine alarak konuşmadık'' yanıtını verdi. Ermenistan'ı tanıyan ilk ülke Türkiye olmasına rağmen iki ülke arasında diplomatik ilişki kurulamamasının nedenleri olduğunu kaydeden Arınç, ''(İki ülke arasında şöyle bir aşamadan geçilirse belki sınırların açılması ve diplomatik ilişki kurmak mümkün olabilir) denildi. Bununla ilgili 6 haftalık süreç vardı, bu süreç sanıyorum 15 Ekime doğru bitecek ama onun öncesinde 10-11-12 Ekim tarihlerinde bir protokolün imzalanabileceği, ondan sonra da iki ülkenin parlamentolarına bu işin kalacağı söyleniyor. Meclis'e gelmesi konusu çok kısa vadeli değil bildiğim kadarıyla yani belki yıl sonuna doğru belki daha ileride. Gelişmelere bakarak bu konuda bir takvim vermek mümkün olabilir'' diye konuştu. Bu konuda atılacak adımların tek dayanağının milletin çıkarları olduğunu vurgulayan Arınç, konunun Azerbaycan ile ilgili olduğunu da belirtti. Arınç, ''Karabağ meselesinde ilerleme sağlanmasının, işgalin mümkünse sona erdirilmesinin veya diğer bölgelerle ilgili Azerbaycan lehine kazanımlar elde edilmesinin Türkiye açısından da önemli bir desteğe sahip olduğu biliyoruz'' dedi.
 

'Gelmez, gelse de çıkmaz....'

Arınç, ''Eğer bir takım olumlu gelişmeler olmazsa en azından Ermenistan, Karabağ'daki işgalinin belli bir bölümünü sona erdirmezse o takdirde bu protokol Meclis'e gelmez, o gelişmelerin olması beklenir diyebilir miyiz?'' sorusuna, ''Gelmez de diyebilirim gelse de çıkmaz da diyebilirim. Başka engeller de çıkabilir diyorum'' dedi.

Türkiye'nin milli çıkarlarını ön planda tuttuklarını tekrarlayan Arınç, şöyle devam etti: ''Dost ve kardeş ülke olarak Azerbaycan'ın her konuda özellikle bu konuda çok büyük destek veriyoruz. Bu destek 1992'den beri devam ediyor. Biz hatta bu konuda Azerbaycan'ın kendisinden daha fazla destek veriyoruz. Bu sözüm de çok önemlidir. Yani ifade edemeyeceğim kadar Türkiye bu konuda destek veriyor. Bu destek sonucunda bu güven artırıcı önlemler ortaya çıkmıştır. Bu güven artırıcı önlemlerle Karabağ konusunda bir iyileşme sağlanması mümkündür. Esasen Azerbaycan bizim dışımızda Ermenistan ile geçmişten bu yana görüşmeler yapıyor. Fransa'da, Rusya'da, başka yerlerde yaptı. Yapmaya da devam ediyor. Bazen açıktan bazen gizli devam ediyor. Bir de bu süreçle ilgili 18 yıldır Minsk Grubu diye dörtlü bir çalışma var. Türkiye onu da harekete geçirdi. Türkiye'nin sağladığı bu desteğin kıymetini Azerbaycan'ın da Ermenistan'ın da bizim içimizdeki siyasetçilerin de bilmesi lazım. 'Her şeye rağmen, neye mal olursa olsun bu böyle olacaktır' demiyorum. Türkiye'nin milli çıkarları daha önemli. Bizim Azerbaycan'a sağladığımız katkılar gerçek katkılardır. Bunu dışarıda hamaset nutuklarıyla söyleyemeye de gerek yok. Meclis başkanlığı yaptım işin iç yüzünü de biliyorum. Onlar kadar en azından ama onlardan daha fazla biz bu konunun takipçisiyiz. Ama iki de bir bunu önümüze getirerek Türkiye'nin sürecinin önünü tıkamaya çalışanları da insaflı olmaya davet ediyorum.''

'Allah bütün siyasetçilere bunu nasip etsin'

Arınç, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ hakkında Mardin ziyaretindeki açıklamalarıyla siyaset yaptığı gerekçesiyle suç duyurusunda bulunulmasına ilişkin değerlendirmesinin sorulması üzerine, bu konuda hükümet üyesi olarak yorum getirmesinin ve cevap vermesinin doğru olmadığını söyledi.

Orgeneral Başbuğ'un bayramda bir sınır karakoluna giderek askerle bayramlaşmasını ve halkın içerisine girmesini çok olumlu bulduğunu belirten Arınç, şöyle konuştu: ''Biz bir komutanımızdan doğrusu bunu bekleriz. Bir siyasetçi siyaset ağalarından alınmış da kendi üzerine veya genel olarak, soyut olarak, siyaset kurumunun bundan yıprandığını düşünmüşse bu çok ince bir düşüncedir. Allah bütün siyasetçilere bunu nasip etsin. Ama bugüne kadar pek çok şeyleri görmeyip de sadece bu konuşmasını dikkate almak suretiyle onun üzerine odaklanmak da herhalde doğru değil diye düşünüyorum. İstenir ki bütün ülkelerde genelkurmay başkanları ve askerler özellikle siyasi konularda hiçbir şey konuşmasınlar. Kendi işleri bellidir, anayasada sınırları çizilmiştir ve çok ağır, zor bir görevleri vardır. Sadece bununla ilişkili kalsınlar. Dolayısıyla eğer böyle denirse ben bundan yanayım. Herkes kendi görevini en iyi şekilde yapmalıdır. Siyasi konularda, kaldı ki askeri ceza kanunu da zaten bu konuyu yasaklamıştır, siyasi demeç vermeleri mümkün değildir. Bu astsubay için ne kadar geçerliyse komutanlar için de o kadar geçerlidir. Ama bugüne kadar gelirken pek çok genelkurmay başkanı, kuvvet komutanı ve diğerleri Türkiye'nin toplumsal meseleleri konusunda bir şeyler söylemişlerdir, hatta daha da ileri gitmişlerdir, o zaman tepkinizi objektif olarak yani 'Silahlı Kuvvetler mensupları siyasi anlam taşıyan mesajlar vermemelidir, bu onların görevleri değildir' deniyorsa bunu başımın üstünde taşırım. Ama bir yerdeki konuşmasına bakarak, bir başka yerde hoşuna gitmeyen bir konuşmaya bakarak bunu yapmamaları lazım. Hoşuna giden konuşmaları alkışlayan bir CHP var, hoşuna gitmeyeni alkışlamayan hatta eleştiren bir CHP var. Böyle olmak yerine çerçeveyi çizerek 'Biz Silahlı Kuvvetler mensuplarını bu çerçevede görmek istiyoruz' demeleri çok daha mantıklı olur.''
 

'RTÜK çalışmalarını tamamlamış olmalı'

Arınç, Kürtçe yayın yapan özel televizyonlar konusunda RTÜK'ün yaptığı çalışmalarla ilgili son durumun sorulması üzerine, 2002'de yapılan yasal düzenlemeden bu yana günlük konuşma dillerinde yayın yapılmasının RTÜK'ün gündeminde olduğunu belirtti. RTÜK'ün bu konudaki yönetmelik değişikliği çalışmasını ''kürt açılımı'' sürecinden önce başlattığını anlatan Arınç, ''Kendi içerisinde böyle bir çalışma yapıyordu çünkü talep vardı. Bu taleplere cevap verebilmesi için de yönetmeliğini buna göre düzenlemesi gerekliydi. Bence çalışmalarını tamamlamış olmaları lazım. Belki önümüzdeki günlerde bu gündeme gelecektir. Hatta reklam yasağı vardı. Reklamların da o dilde olması konusunda yönetmeliğe bir değişiklik getirilecek. Ben bitmiş olduğunu düşünüyorum'' diye konuştu.
 

'Siyasilerin konuşmalarına çok dikkat etmeleri lazım'

Bursaspor-Diyarbakırspor maçında yaşanan olaylarla ilgili soruyu da yanıtlayan Arınç, yaşananları ''çok büyük bir ayıp, kepazelik ve edepsizlik'' olarak niteledi. Arınç, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın, Erdoğan'ın DTP ile görüşmesini ''PKK ya da İmralı ile konuşma'' olarak değerlendirdiğini ve kendisinin de bunun çok yanlış olduğunu belirttiğini hatırlatarak, şöyle devam etti: ''(DTP için böyle bir şey söyleyemezsiniz. O zaman onlara oy vermiş 2 milyon insanı da aynı görürsünüz, bölgedeki tüm insanları, kendisini Kürt kimliğiyle tanımlayan tüm insanları da adeta o örgütün mensubu olarak görürsünüz ki bu çok haksız, çok yanlış, çok kötü bir düşüncedir. Sayın Başbakan'ın ya da benim ya da sizin DTP ile görüşmesi fevkalade doğrudur) demiştim. Şimdi o konuşmanın etkisi altında kalmış olabilen insanlar varsa 'Diyarbakır'dan geldi bu takım, renklerinde de şunlar şunlar var dolayısıyla bunlar da PKK'lıdır' diye aşırı milliyetçi veya şoven milliyetçi bir takım unsurlar böyle bir tertip yapmışlarsa bunların birilerinden etkilenmediğini söylemek safdillik olur. Yani siyasilerin konuşmalarına çok dikkat etmeleri lazım. Yumuşatıcı, birleştirici bir üslup yerine reddedici, inkar edici bir üslup kullanırsanız o bölgeden gelmiş olan bütün insanlara o gözle bakmaya başlarsanız bu stadyumda da olur, bu çarşı, pazarda da olur. Bu başka yerde de olur. Hatta Allah korusun camide bile olabilir.''

Manisa'ya pamuk ya da üzüm toplamaya gelen mevsimlik işçilerin bir dönem bazı köylere kabul edilmediğini, bunun yanlışlığını anlattıklarını söyleyen Arınç, şu anda bütün köylere çalışan insanlar olarak girebildiklerini ifade etti. Arınç, ''Şöyle bir propaganda yapılsa ve etkili olsa 'O bölgeden gelen insanlarla alışveriş etmeyin, yüzlerine bakmayın, selam vermeyin, oturdukları kahveden kovalayın, çay bile vermeyin gibi bir propaganda etkili olabilir Türkiye'de. O yüzden Sayın Baykal'ın, Sayın Bahçeli'nin konuşmalarında milleti kucaklayan, teröristi reddeden bir anlayışa sahip olması lazım'' diye konuştu.

Diyarbakırspor'un birinci ligde mücadele etmesinin önemine işaret eden Arınç, her gittikleri yerde onlara iki misli misafirperverlik gösterilmesi, pozitif ayrımcılık yapılması gerektiğini, Türkiye'nin yapısının bunu gerektirdiğini dile getirdi. Arınç, ''Spor marifetiyle bizim o bölgeye çok iyi mesajlar vermemiz o kadar kolay ki. Ama kurtlar ve dinamitler devreye giriyor, tribün terörüyle, maalesef siyasi içerikli sloganlarla, kavgalarla o insanlar üzülüyor, küstürülüyorlar, gözyaşı döküyorlar'' dedi. Tribün terörüne engel olunmasını isteyen Arınç, sorumsuz taraftarlara karşı tüm yasal önlemlerin alınmasının gereğine, yöneticilere de büyük görev düştüğüne dikkati çekti.
 

'Araştırmaya verilen cevaplar ürkütücü'

Bülent Arınç, gazetelerde yayımlanan bir anket sonucunun ''Türk halkının büyük bir bölümünün Türk vatandaşı da olsa Yahudi ya da Hristiyan kökenli komşular istemediğini, onların devlette görev almalarını istemediğini'' ortaya koyduğunun belirtilmesi ve görüşünün sorulması üzerine, Manisa'nın Kırkağaç Belediyesi'ne yaptığı ziyaretten söz etti.

Belediye binası girişinde 1916 yılında çekilmiş, belediye meclisi üyelerini gösteren bir fotoğrafın yer aldığını aktaran Arınç, fotoğrafta Ermeni, Rum ve Musevi üyeler bulunduğunu kaydetti. Türkiye'nin birlikte yaşamanın en güzel örneklerini verdiğini dile getiren Arınç, ''Bu vatandaşlarımızla biz dinleri, etnik kökenleri ayrı olmasına rağmen belediye meclisinde birlikte çalışmışız, millet-i sadıka denilen Ermeniler bakanlık yapmış hükümetlerimizde. Bunları biliyoruz, bunları bildiğimiz halde söylediğiniz araştırmaya verilen cevaplar ürkütücüdür. O yüzden çok çaba sarf etmemiz lazım'' dedi.

Vakıflardan sorumlu başbakan yardımcısı olarak azınlık temsilcileriyle zaman zaman bir araya geldiğini söyleyen Arınç, onları kucaklamaya ve sorunlarını çözmeye çalıştığını ifade etti. Arınç, sözlerini şöyle tamamladı: ''Bu ülkenin kurduğu medeniyetlerin içerisinde en önemlisi birlikte yaşamak, birbirine saygı göstermektir. Birbirlerinin farklılıklarından güç almak ve bunu bir zenginlik olarak kabul etmektir. Şimdi geldiğimiz nokta, Bursaspor stadında yapılan bir kötü tezahüratsa bundan çok üzülüyorum. Sorulara verilen cevaplar inkarcı ve retçi bir anlayışı ortaya koyuyor. Buna yol açan siyasetçilerin ve bürokratların da çok iyi düşünmesi lazım.''


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler