Diktamenin sarayında

Greater’a “Siz insanı insan yapan bütün özgürlüklerin, kısacası bıraktık ileri demokrasiyi, klasik demokratik yaşamın bütün normal kurallarını ortadan kaldırdınız” dedim. “Ama halk benden memnun” dedi. “Halkın arasına katılsanız sizin ve yönetiminiz hakkında korku nedeniyle söyleyemedikleri neler neler duyacaksınız” diye cevap verdim.

Yayınlanma: 13.12.2014 - 22:09
Abone Ol google-news

O gün geldi, bakın neler yaşadım?

O gün geldi. Greater’in (ah size yazmayı ihmal ettiğim) yeni görkemli sarayındaki öl de ölelim diye sabah akşam kapısı önünde yemin eden adamlarından birkaçı geldi.

Bir otomobile bindirdiler. Sarayın altın kaplamalı büyük kapısından girdik.

Birkaç kat çıktık. Bana uzunca görünen bir koridorda yürümemi ve koridorun sonunda başka altın kaplı kapı olmadığı için o büyük kapıyı açarak Greater’le buluşmamı emrettiler.

Koridorda yürüdüm. Bir o odaya açılan kapıyı açtım. Yürüdüm. Bir başka oda çıktı karşıma.

Onu da ondan sonrakileri de saymadım ama herhalde koridor boyunca 50 veya daha fazla odayı geçtikten sonra Greater’in altın oymalı büyük kapısına eriştim.

Yaşadığım bu olay bana bir filmde izlediğim Mussolini’yi anımsattı.

O filmde kabul edeceği gazeteci kadın da böyle odalardan geçerek İtalyan diktatörünün çalışma odasına giriyor ve...

Büyük mü büyük odanın sonunda bir masanın arkasında ayakta duran her zamanki mağrur tavrını yansıtan kollarını kavuşturmuş Mussolini’nin elini sıkmak için metrelerce yürümek zorunda kalıyordu.

Greater’in kapısını açtım girdim uzun dikdörtgen biçimindeki odaya değil salona.

Aaaa tıpkı filmdeki gibi odanın sonunda ayakta beni bekleyen Greater’i gördüm.

Falakadan şişkinliği hâlâ geçmeyen ayaklarımın verdiği izin ölçüsünde hızla Greater’in önüne gittim.

Ve inanmayacaksınız ama o sırada Mussolini’yle röportaja giden İngiliz kadın gazetecinin başına gelenleri birden anımsadım.

Pis bir zampara diye ünlenen diktatör, kadın gazeteciyi masanın üzerine yatırarak becermişti!

 

Greater’le Görüşme...

Baştan aşağı süzdü beni. Emreden bir sesle, “Otur” dedi.

Bir emir! Oturmadım. Anladı. “Oturmaz mısınız?” dedi bu sefer. Masanın önünde iki yanındaki koltuklardan birine oturdum.

“Sizi” dedi, “buraya bazı konuları ve sürekli eleştiren yazılarınızı konuşmak için çağırdım.

Anlayamıyorum. Sizden başkalarının sürekli övdükleri eserlerimi siz nedense sürekli karalıyor ve halkın iç barışa zarar veren eylemlerini savunuyorsunuz.

Bugüne kadar ada halkının görmediği yollar, köprüler, adanın bir ucundan diğer veya öteki tarafına geçen denizaltı tünelleri yaptım. Halkı ezen enflasyonu en düşük düzeye indirdim.

Bayramsa bayram, seyransa seyran hepsini zamanında görkemli biçimde kutlamaları için gerekeni yaptım. Neden bunları durmadan eleştiriyorsunuz anlamıyorum” dedi.

“Ama siz insanı insan yapan bütün özgürlüklerin, kısacası bıraktık ileri demokrasiyi, klasik demokratik yaşamın bütün normal kurallarını ortadan kaldırdınız.

Yollar, şunlar, bunlar.

Bunlar size demokrasiyi ortadan kaldırmak olanağı vermez. Üstelik bu yaptıklarınız yönetimi ele geçiren kişi ve kadro olarak zaten başlıca göreviniz.

Siz şimdi bu yaptıklarınızla da şişiniyor ve bunların demokrasiyi, insan haklarını ve hakları olan özgürlükleri ortadan kaldırmaya hak veren birer neden olarak bana sıralıyorsunuz.”

“Ama halk benden memnun. Oylarıyla kanıtlıyorlar bunu” dedi.

“Doğru ama halkın arasına katılsanız sizin ve yönetimizin hakkında korku nedeniyle söyleyemedikleri neler neler duyacaksınız.”

Birden patladı, “Yani ben sizin taktığınız isimle Diktamen miyim? Üstelik ne demek Diktamen?” diye sordu.

“Sesinizi yükseltmeyin. Ben o yaştayım ki sizden korkmam” dedim. “Beni korkutamazsınız. Siz diktatör bile olamayacak kadar yeterli kültürden, sosyal inançlardan, ezcümle demokrasiden o denli yoksunsunuz ki diktamenlikten diktatörlüğe terfi etmeniz için daha birkaç fırın ekmek yemeniz lazım.”

“Yani?”

“Şayet sizi tatmin edecekse söyleyeyim. Diktamen yarım yamalak diktatör yani müsvettesi demek” dedim.

“Bütün yaşamınızı incelettim. Bugünkü ve daha önceki çalıştığınız gazetelerden aldığınız aylıktan başka geliriniz yok. Oysa rahat edecek yaştasınız. Size bol ücretli, sağlam sözleşmeli bir görev teklif edecektim. Bir de burada istediğiniz gazetede yazarsınız.”

Ayağa kalktım. “Önerinizi hav havlığı parayla satan başkalarına önerin” dedim.

“Bakın buradan yanımdan böyle sözlerle ayrılamazsınız. Ben bu adanın tek ve son söz sahibi Greater diye anılmaya hak kazanan kişisiyim. Bana hiç kimsenin eksik etmediği saygıyı göstermek zorundasınız” diye sert bir çıkış yaptı.

Güldüm “Bakın” dedim. “Ben ancak saygı göstermeme layık olanlara sayın derim, saygı gösteririm. Ha unutmadan söyleyeyim, ben hiç ama hiçbir zaman, hiçbir dönemde iktidar sahiplerine hatta çalıştığım gazetelerin patronlarına hav hav gazeteciliği yapmadım. Şimdi gidebilir miyim” dedim.

Büyük, hangi hayvanın derisinden yapıldığını bilemediğim koltuğundan “Yine görüşürüz” dedi.

“Kırk satır kırk katır yasanızı uygulayan binada mı?” diye sordum. Yanıtını beklemedim. Kapıyı açtım, çıktım ve...

...gelirken geçtiğim odaları bir bir geçtikten sonra dünyada örneği olmayan en büyük arazisine inşa edilmiş sarayın bahçesine kapağı attım. Derin bir nefes almak için...

 

Günler Akıp Geçiyor Ama...

Oteldeki dostumu yine büyük ekran karşısında sağ kolunu kalbinin üzerine koymuş, sol kolunu yere paralel biçimde dimdik uzatmış, üçer kişilik sıralarla geçit resmi yapan eski bekçi, şimdi yönetimin muhafızı askerleri izlerken buldum.

Yanına oturdum. Ben de dostumun seyrettiği geçit resmini izlemeye koyuldum.

Ama dikkatimi bir şey çekti.

Muhafızlar o malum işareti yaparak geçiyorlardı ama selam verdikleri kimse yoktu.

Dostuma “Yahu bu ne iş?” dedim. Güldü.

“Dikkatli baksana. Muhafızlar bir binanın bu yüzünü baştan aşağıya kaplayan Greater’in resminin önünden geçerken o malum işareti yapıyorlar” dedi.

“Neden?”

“Bu Ada’da Greater’in resmini bile saygıyla selamlamak gerekir ve zorunludur” dedi.

“Ben buraya geldiğimde böyle bir zorunluluk yoktu.”

“Ama ne zamanki sen insanların Babaata mezarına saygıyla yürüdüğünü ve gazlarla tazyikli suya aldırış etmediklerini, Greater konuşmasından sonraki halkı saygıya çağıran sese insanların uymadığını, dinlediklerini, gördüklerini yazdın ve bir de Greater’den yazında Diktamen sıfatıyla söz ettikten sonra... Ha tabii sen gözaltına alındığın sırada Chief böyle bir yasa çıkardı.

Resimlerine de saygı gösterilecek, resimleri de nerede görülürse saygıyla selamlanacak” dedi.

“Ya bu yasaya uymayacak olursa birisi?”

“Haydaaa. Kırk satır mı kırk katır mı kurumuna.”

Bu bilgiden sonra uzaktan da nerede Greater’in resmini görsem sokak değiştirmeye başladım.

 

‘Çıkacaksın’ Dediler!

Günler yeknesak. Otelden çıkıyor. Ara sokaklardan yürüyerek kıyıdaki cafelerden birinde oturuyorum.

Yazsam gönderemiyorum. Gazetemin yetkilileri, sevdiğim yazarları ile iletişim kuramıyorum.

Üstelik vebalı gibiyim. Benimle kimse kısa uzun asla sohbet etmek istemiyor. Kaçıyorlar yanımdan.

Oteldeki dostumu da bir gün ellerine kelepçe vurdular.

Gözleriyle beni selamlayıp elveda dedi.

Götürdüler.

Suçu neydi, içeriğini öğrenemedim. Ama otel sakinleri aralarında, dostumun bir cafedeki konuşmalara katılıp yönetim ve Greater hakkında ileri geri kısa da olsa konuşmalar yapmış olabileceğini ve muhbir vatandaşlardan birinin dostumu yönetime ihbar etmiş olabileceğini konuştuklarına kulak misafiri olabildim.

 

Ve...

Bir sabah iki muhafız odama girdi. “Eşyalarını topla” dediler.

Sormak cesaretini gösterdim: “Niçin? Yine suçum ne?”

Tek kelimeyle yanıt verdiler: “Çıkacaksın!”

Sonra, “Uzat bakalım ellerini” dediler ve kelepçelediler.

Yine yüzü maskeli sorgu elemanının karşısına çıkaracaklardı.

Otelden çıktık. Yine bir cipe bindirdiler ama gözlerimi bu kez kapamadılar. Baktım rıhtıma inen yokuştan aşağı gidiyoruz.

Alay olsun diye, muhafızlarıma “Yahu sanırım yolu şaşırdınız. Bu yol iskeleye iner” dedim.

Bu sefer güldüler sözlerime. Birisi:

“Hâlâ anlamadın mı? Adadan çıkıyorsun, çıkarıyoruz seni. Gidiyorsun ülkene. Greater lütfetti. Seni artık salıvermemizi emretti” dedi.

Rıhtıma geldik. Motora bindirirlerken kelepçeleri çıkardılar. “Hadi uğurlar ola” dediler.

Motor kalktı ve bir süre sonra motordan indim, ülkemin sahilindeki iskeleden.

Nıka, Uktu, Temkih bana, ben de onlara doğru koştuk.

Kucaklaştık. Arkadaşlarımla daha üç satır konuşamadım. Nıka koluma girdi, kenara çekti.

“Hemen yazı odana. Laptopunu çek önüne ve adadaki son Ku-de-ta’yı yazmaya başladı” dedi.

Ama biraz dinlenme falan diyemedim.

Dinlemedi bile.

Uzaklaştı.

Yapacak tek şey vardı: Onları ve onların halkın oylarıyla uyguladıkları Ku-de-ta yönetiminde gördüklerimi yazmak!

Ben de yazdım!

-BİTTİ-

Çizgiler: KAMİL MASARACI


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler